Gezi’de müebbet hapis cezaları ortalıkta uçuştu. 16 Mayıs itibariyle Kobane davası da, beklendiği gibi ağır cezalarla sonuçlandı. Onlarca yıl cezalar yağdırdılar HDP’li yöneticilere.
Mahkeme kararları pek çok ilde protesto edildi. Ayrıca Adıyaman, Ağrı, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkâri, Kars, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli ve Van Baroları ortak açıklama ile mahkeme kararını eleştirdi. Kuşkusuz protestolar daha da yaygınlaşacaklardır.
KCK yaptığı açıklamada “herkesin mücadeleyi esas alması ve büyütmesi gerekir” dedi.
Mahkemede tahliye edilenler de oldu. Savcılık, bu kadarcık “ödüne” bile tahammül edemedi ve jet hızıyla tahliye ve beraat kararlarına itiraz etti!
İçeriği boş dosyalarla böylesi cezaların verilmesine DEM Parti “Zaten hukuk işletilmiyordu ve biz her defasında hukukun işlemediğini söyledik. Bu insanların başka bir rövanş alma isteğiyle hapsedildiğini söyledik” sözleriyle tepki gösterdi.
Gezi ayaklanması ve 6-8 Ekim Kobane Serhıldanı... İlki, harekete geçirdiği kitlelerin genişliği ve ulaştığı kapsam bakımından, ikincisi doğrudan silahlı niteliği açısından, dinci faşist iktidarı ve faşist devleti iliklerine kadar sarsan, ecel terleri döktüren iki büyük ayaklanma.
Ya da tam ifade etmeye çalışacak olursak, “devrimden az, ayaklanmadan fazla” bir toplumsal hareket. Dinci faşist iktidar, bu iki devasa ayaklanma ile “hesaplaşmasını” emir-komuta yargı aracılığıyla yaptı.
Kapsam olarak böylesine derin ve geniş her ayaklanma, başarıya ulaşamadığı oranda, “intikam ayinlerini” tetikler. Bu, kaçınılmazdır. Başarıya ulaşamadığı, hasmının sırtını yere getiremediği, “yarı yolda kaldığı”, ama aynı zamanda hasmına korkunç sonunu canlı kanlı anımsattığı için, asla affedilmez. Kurulu düzen tehlikeyi bertaraf edip kendini güvende hissettiği ilk anda “bunun hesabını sorar”! Kamuoyunda “Gezi davası” ve “Kobane davası” olarak yansıyan emir-komuta yargılamalar, işte bunun ürünüdür.
Yanlış anlaşılmayı önlemek için hemen belirtelim. Örneğin Gezi ayaklanmasında emekçi halkın içinden çıkan doğal önderler, yerel ayaklanma öncüleri, ayaklanma geri çekildikten hemen sonra onlarca yıl cezalarla zindanlara atıldılar. Dinci faşist iktidar ve faşist devlet, o ayaklanmanın gerçek kahramanlarını, devrimcileri zindanlara atmakta bir an olsun tereddüt göstermedi. Gazetemiz eski yazı işleri müdürü Sami Tunca, Platform sözcümüz Ali Ekber Sever, daha pek çok devrimci, ayaklanmanın doğal önderleri oldukları için ağır cezalara çarptırıldılar.
Benzer gelişmeler Kobane serhıldanı sürecinde de yaşandı. Dinci faşizmin başının o ünlü “Kobane düştü düşecek” sevinç nidalı konuşması, Kürt halkı için bardağı taşıran damla etkisi yarattı ve silahlı ayaklanmayı tetikledi. 35 ili kapsayan 6-8 Ekim serhıldanı, ancak HDP lideri Demirtaş’ın açıkladığı İmralı mesajından sonra duruldu.
Ayaklanma sırasında hayatını kaybedenlerin büyük kısmı, faşist güçlerce katledildi.
O gece devleti apar topar İmralı’ya gönderip rica minnet ayaklanmanın geri çekilmesini sağlamaya çalışmak zorunda bırakan, HDP’li yönetici ve vekillerin kapısını aşındırmaya zorlayan silahlı ayaklanmanın, Kürdistan’da sokaklara akan toplumsal patlamanın adsız kahramanları, ayaklanma geri çekildikten ve devlet kendini güvende hissettikten sonra en ağır cezalarla yargılandılar. Bir kez daha, tarihin şaşmaz hükmü gerçekleşti. Ayaklanma bir şekilde başarısız olur olmaz, “müesses nizam” harekete geçti, ve ayaklanmacılardan intikam aldı. Daima “yenenler, yenilenlerin ak gömleklerinde sildiler kılıçlarının kanını”!
Bunlar, işin doğasına uygun olarak gerçekleşti. Ama dinci faşizm açısından bu, yeterli değildi. Ve genel olarak da ayaklanmanın yıkıcı öfkesinden yakasını geçici de olsa kurtaran hiçbir iktidar için yeterli değildir. Onlara “kamuoyuna mesaj verecek” adımlar gerekir. Gezi ve Kobane davaları, tam olarak budur.
Bu davalar, topluma, emekçi yığınlara verilen göz dağıdır. Tamamen bu iş için kurgulanır. Sanık sandalyesine oturttukları simge isimlerin, gerçekte bu ayaklanmalarda nasıl rol oynadıkları ikincil plandadır. Önemli olan, o simge isimler üzerinden emekçilere verilen mesajdır. Bunun ötesinde o isimlerin siyasi arenada tuttukları yer, siyasal kimlikler, siyasi dengeler vb. elbette bir anlam taşır. Tüm bunlar da “hesaplaşmaya” dahildir, ama ikincil derecede.
Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, bu tür davalar üzerinden dilediği kadar gözdağı vermeye çalışabilir. Ama ne yaparsa yapsın, yeni ve daha güçlü Gezilerin, Kobane serhıldanlarının önünü alamayacaktır. Çünkü bu ayaklanmaları yaratan şey, birilerinin çağrısı değil, toplumsal yaşamın bizzat kendisidir.
Bugün bu davalar üzerinden emekçilere sopa sallayanlar, yarın halk mahkemesinin sanık sandalyelerini dolduracaktır!