İç savaş da dış savaşlar gibidir ve benzer sonuçlara yol açar. Türkiye ve Kürdistan'da süren uzun iç savaş, toplumda çürüyen, bozulan, yozlaşan her şeyi yüzeye çıkardı. Sınıf savaşında burjuvazi ile proletarya arasında kalan ara tonların gerçek renkleriyle ortaya çıkmalarını sağladı.
İç savaşın ağır koşulları sosyal reformizmi olgunlaştırdı ve gerçek rengine, sosyal şoven rengine bürünmesine yol açtı. Sosyal reformizmin bu değişimi dünden bugüne gerçekleşmedi. Bu değişim az çok uzun bir sürecin sonucuydu. İç savaş ve bu savaşın şiddetlenmesi, bu evrime büyük bir hız kattı ve bugüne gelindi.
Sosyal reformizm ile sosyal şovenizm bir ve aynı eğilimdir, ikisinin özü aynıdır: Sınıf işbirliği düşüncesi. Dün, yani Lenin zamanında sosyal şovenizm dünya emperyalist paylaşım savaşında “anavatan savunması” adı altında kendi burjuvazisinin, kendi hükümetinin yanında yer alma biçiminde karşımıza çıkmıştı. Bugün başka biçimde, bir ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını elde etme savaşında, yani özgürlük hakkı savaşında ezilen ulusa karşı kendi hükümetinin, genelkurmayının, devletinin yanında yer alma biçiminde karşımıza çıkıyor.
Adlarında “komünist” ve “işçi” kelimelerini bulunduran iki partinin TKP ve TİP'in Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı savaşırken öldürülen askerler için yayınladıkları “başsağlığı” mesajı sosyal reformizmin ne denli olgunlaştığı sosyal şovenizme dönüştüğünü gözler önüne serdi. Kendi burjuvalarıyla, genel kurmaylarıyla, devletleriyle ele ele yürüdüklerini artık gizleme/saklama ihtiyacı duymadıklarını ortaya koydular.
İyi de ettiler. Onların gerçek sınıf yüzlerini işçi sınıfına, emekçi kitlelere ve en önemlisi Kürt halkına teşhir etmede bir parça olsun, işimizi kolaylaştırdılar. Bu teşhir faaliyeti, sosyal şovenizmle mücadele sorunu bugünün genel, temel ve öne çıkan sorunu olmuştur.
Sermaye sınıfı, sosyal şovenizme dönüşmüş bu akımları her bakımdan destekliyor, önlerini açıyor; kitleleri etkilemeleri, kitleler içinde etkili olmaları için elinden geleni yapıyor. Çünkü, on yılların sınıf mücadelesi ve toplum yönetme deneyimine sahip sermaye sınıfı, kitlelerin bu sosyal şovenlerin etkisi altına girmelerinin, özellikle ezen ulus proletaryasının bu güçler tarafından sosyal şovenizmle zehirlenmelerinin kendisine nasıl büyük, paha biçilmez yararlar sağlayacağını herkesten iyi biliyor.
“Başsağlığı” dileği, her şeyden ve herkesten önce Genelkurmaya gönderilen bir mesajdır. Genelkurmayın bu mesajı dosdoğru aldığından ve anladığından şüphe yok. Mesaj şudur: Bu savaşta sizin yanınızdayız. İttifak böyle kuruluyor. Genelkurmayla kurulan ittifak, hükümet ve sermaye sınıfıyla kurulan ittifaktır; birini diğerinden ayırmanın imkanı yoktur.
Düşünmesini bilmeyen, olayları ve olguları bütün bağlantıları içinde değerlendiremeyenler bazen şu soruyu soruyorlar: Bu partiler, örneğin TİP nasıl oldu da çok kısa sürede bu kadar güç toplayabildi. Sorunun yanıtı, aslında gün gibi açıktır: Sosyal şovenizme dönüşmüş bu sosyal reformistlerin bu gücü, işte yukarıda gösterdiğimiz, burjuvaziyle, faşist devletle, genelkurmayla yaptıkları ittifaktan doğmuştur.
Bu ittifak bazen seçimlerde burjuvazinin bir kesimini yönetime taşımak için kitleleri aldatma biçiminde, bazen de ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkı için verdiği savaşta genelkurmayın, faşist devletin safında yer almak biçiminde karşımıza çıkıyor. İlk biçimi yani burjuvazinin bir kesimini yönetime taşımak için kitleleri nasıl aldattıklarını hep birlikte, çok yakın bir geçmişte bir kez daha görmüştük. İkinci biçime, en açık haliyle, “başsağlığı” mesajında tanık olduk.
Seçimlerde burjuvazinin bir kesimini “utana sıkıla” değil, yani utanmadan, sıkılmadan desteklediğini açıklayan TKP genel sekreteri, Genelkurmayın yanında yer alışını da benzer havayla “kimseye borcumuz, yaranma ihtiyacımız yok” demagojik sözleriyle açıkladı. Sanki, bir komünist için ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkı mücadelesini desteklemek bir borç, bir yaranma meselesiymiş gibi!..
Oysa, Marksizmle, hele de Leninizmle tanışmış çocuklar bile bilir ki, komünist adına layık olmanın birinci ve vazgeçilmez koşulu ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz tanımaktır. Tıpkı sosyal şoven ataları gibi TKP genel sekreteri de ulusal sorunu, somut konuşursak, Kürt ulusunun ezilen ulus ve Kürdistan'ın ilhak edilmiş olması konusunda devletin sınırları sorununu ezen ulusun şoven bakış açısından ele alıyor.
Gerçek bir komünist, enternasyonalist bir komünist için mesele nedir? Ezilen ulusun ayrılıp kendi devletini kurma hakkının tanınması meselesidir. Sorun budur. Soru gayet basit: Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını, buna ayrılıp kendi bağımsız devletini kurma hakkı dahil, tanıyor musun, tanımıyor musun? Bu soruya verilecek yanıt, kaçınılmaz biçimde “devletin sınırları” sorununu gündeme getirir.
Hakkını yemeyelim, TKP genel sekreteri de devletin sınırları sorununu gündeme getiriyor ama bir Marksistin, bir Leninistin bakış açısından değil, katıksız bir sosyal şovenistin bakış açısından yapıyor, bunu.
TKP genel sekreteri yaşadığı derin acıyı “Başımız sağ olsun. Bir kez daha PKK saldırılarında hayatını kaybedenlerin ve yaralananların olduğunu öğrenmenin acısını yaşıyoruz” sözleriyle ifade ettikten sonra, devletin sınırlarını koruma kararlılığını şöyle ifade ediyor:
“Türkiye’nin güvenliğini, sınır ötesi operasyonlara, sınırların her yönden ihlaline, yabancı üslere, NATO’ya, içeride emekçi halkı birbirine düşmanlaştıran politikalara bağlayanların da karşısında duracağız.”
Sosyal şovenizm batağına batmanın bundan daha açıklayıcı ifadesi olabilir mi? Bu noktaya bir günde gelmediler. Gelecekleri son nokta da bu değil; yolları açık!