Afrika devletlerinden birbiri ardısıra kovulan emperyalistler “kaderlerine” razı olup pes mi ettiler? Örneğin Fransa, Burkino Faso'dan, Nijer'den, Mali'den, son olarak da ÇAD ve Senegal'den kapı dışarı edildikten sonra bu kıtadaki varlığı konusunda havlu attı diyebilir miyiz?

“Evet” demek büyük bir yanılgı olur. Emperyalistler, kapitalist sistem içinde kaldıkça, kapıdan kovulduğu bir ülkeye bacadan girmenin bir yolunu bulur; en iyimser düşünceyle, kapıdan girmenin bir yolunu bulmaya çalışır. Elbette sadece Fransa değil. Bu, istisnasız bütün emperyalist devletler ve emperyalist mali sermaye için geçerli bir tespittir. Bu nedenle, emperyalistlere karşı mücadeleyi zafere ulaştırmak isteyen, bu mücadeleyi kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirmek zorunda.

Bu söylediklerimiz, emperyalistlerin Afrika kıtasından kovulmalarını önemsemediğimiz anlamına gelmez. Aksine, son yıllarda Fransa ve ABD'nin; buna kısmen Almanya'yı ekleyebiliriz, Batı Afrika ülkelerinin bazılarından kovulmalarını dünya proletaryası ve emekçi halklarının bir kazanımı, emperyalizm ve kapitalizmden büyük alacağın ilk taksitleri olarak değerlendiriyoruz. Bu mücadeleler dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarında, azımsanmayacak önemde, antiemperyalist bir bilinç ve ruh halinin oluşmasında etkili bir rol oynuyor.

Bununla birlikte, dünya işçi sınıfına, emekçi halklarına, emperyalizme karşı savaşan devrimci halkçı güçlere, hayallere kapılmamak gerektiğini söylemek zorundayız. Emperyalizme karşı mücadele kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirilip sosyalizm yoluna girilmedikçe tam ve kesin zaferden söz edilemez.

Şimdi bunun tipik örneğini görüyor, yaşıyoruz. Türkiye'nin SAHEL bölgesi denilen bazı Batı Afrika ülkeleriyle ilişkileri işte böyle bir örnektir. Emperyalistler, ki bunların başında ABD ve Fransa geliyor, Batı Afrika'da yitirdikleri konumlarını tekrar kazanmak için NATO üzerinden Türkiye'yi sahaya sürüyorlar.

Çad, Fransız askeri birliğinin kovulduğu son Afrika ülkesi oldu. Ancak Çad, Fransız askeri birliğini kovarken, NATO ülkeleriyle askeri işbirliğini bitirmedi. Fransız askerlerin çekilmesinden sonra Nisan ayında Macar askeri birliği Çad'a konuşlandı ve şimdi de bir diğer NATO ülkesi, Türkiye devreye giriyor. 16 Ocak'ta Türkiye ile Çad arasında yapılan bir toplantıda, Çad'daki bir hava üssünün Türkiye tarafından kullanımı konusunda anlaşmaya varıldığı açıklandı. Türkiye tarafı, askeri uzmanlar üzerinden bu üste güya Çad askeri personeline İHA'lar konusunda eğitim verecek. Aynı anlaşma gereği, NATO ordusu olan Türk ordusuyla birlikte askeri tatbikatlar düzenlenmesi de kararlaştırılmış.

Türkiye, hiç kuşku yok, NATO ve bu savaş örgütünün asıl sahibi emperyalist devletler adına “Bayraktar” SİHA'ları üzerinden, bunları satarak, satış sonrası kullanım eğitimini verme bahanesiyle Afrika ülkelerine yerleşiyor. Mali, Türk ordusunun, askeri eğitim verme adına yerleşmeyi planladığı bir başka Afrika ülkesidir. Fas, “Bayraktar üretimi ve kulanım eğitimi” bahanesiyle Türk askeri elit güçlerinin yerleşmeyi planladığı bir başka Afrika ülkesi. Türkiye, NATO ordusuna sahip bir ülke olarak, bu politikasını BM “barış misyonu” kalkanını kullanarak yürütüyor.

Bu “barış misyonu”nun ne işe yaradığını, geçtiğimiz hafta, Ruanda'nın besleyip sahaya sürdüğü M23 adılı silahlı örgütün Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ne saldırısında gördük. Bu silahlı örgütün KDC'nin Goma kentine ani saldırısının tarihi, yeni başlayan bu savaşta Türkiye'nin rolü hakkında bir fikir veriyor.

Saldırı, emperyalistlerin bir kuklası olan Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame'nin Türkiye ziyareti ve bu ziyarette RTE ile görüşmesinin hemen ertesinde başladı. Kagame, Türkiye'de, “Ruanda ve Türkiye küresel barışa ve güvenliğe kendilerini adamış iki ülkedir” açıklamasını yaptıktan hemen sonra ülkesine dönerek, ayağını tozuyla KDC'ye saldırı emrini vermiş. Hiç kuşku yok, KDC karşısında olsa olsa fil üstündeki sinek kadar büyüklüğe sahip Ruanda, emrindeki çetelere saldırı emrini emperyalistlere duyduğu güven ve onlardan aldığı destek sonucu vermiştir. Bu sahnede Türkiye'nin rolü, bu güven ve desteği Ruanda'ya bildirmekti.

Evet, emperyalistler, özellikle Fransa ve ABD, Afrika kıtasının bazı topraklarından yoksul halkların öfkesi sonucu, demokratik halkçı güçler tarafından kovuldular ve bu sürecin devam edeceğini düşünmek için çok nedenimiz var. Bununla birlikte, emperyalistlerin kapıdan kovuldukları ülkelere girme yolları arayıp bulmaya çalışacakları aşikar. Kabileleri birbirine kışkırtma, mali sermayenin her tür “mali işlem” yoluyla binbir türlü kılığa bürünerek “piyasalara” sızması, işbirlikçi devletler dolayımıyla girme vb. Geçmişte Ruanda'da Hutulara karşı Tutsilere yaptırılan soykırım, bunun örneğidir. Bugün KDC'ye karşı başlatılan yağma savaşı işte bu soykırımın devamı olarak Tutsiler üzerinden yürütülüyor. Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame ve “dostu” RTE'nin “küresel barış ve güven”lik anlayışı işte budur.

Ancak ne emperyalistler, ne işbirlikçileri taşların bağlandığı köyde dolaşıyor değiller. Devrimci-komünist güçler, emperyalizmin kabilecilik ve işbirlikçiler yaratma yoluyla yürüttüğü klasik böl-yönet taktiğini bilerek birleşik bir Afrika direnişi yaratmak için yola koyulmuşlar bile. Kenya Komünist Partisi-Marksist, (KKP-M) Afrika kıtasındaki gelişmeler karşısında görevlerini şöyle tespit ediyor:

Önümüzdeki görev açıktır. Ruanda, Uganda ve onların NATO'daki destekçilerinin Kongo'nun yağmalanmasındaki rolünü ifşa etmeli ve Afrika'nın egemenliğini savunmak için birleşik bir cephe inşa etmeliyiz. Bu, Kongo Demokratik Cumhuriyeti Komünist Partisi'ni emperyalist tahakkümden kurtulmuş sosyalist bir gelecek için verdiği mücadelede desteklemeyi de içermektedir. Ayrıca Afrika zihninin sömürgesizleştirilmesini ve kıtanın tek bayrak, tek ordu ve tek devrimci komünist parti altında birleşmesini savunmaya devam etmeliyiz.

Emperyalizmin entrikaları karşısında Pan-Afrikanizm ve sosyalizme olan bağlılığımızı kararlılıkla sürdürmeliyiz. Kongo'nun egemenliği için verilen mücadele Afrika'nın kurtuluşu için verilen mücadeledir. Patrice Lumumba'nın mirasından ilham alalım ve Afrika'nın özgür, birleşik ve sosyalist olduğu bir gelecek inşa edelim.”

Bir kez daha, Afrika ülkelerinin işçi sınıfı, yoksul emekçi halkları, emperyalizme ve kendi burjuva sınıflarına karşı uyanıyor ve ayağa kalkıyorlar. Hiçbir güç bu süreci durduramayacak!