Faşist devlet ve dinci faşist yönetim hem korkuyor, hem de gözdağı vermeye çalışıyor. Şöyle de demek mümkün, korktukları için gözdağı veriyorlar. Gözdağı vererek kendilerine karşı en ufak bir ses çıkaranı ya da çıkarma potansiyeli taşıyanları sindirmeye, bastırmaya, kafasını kaldıramaz hale getirmeye çalışıyorlar.
Faşizm, doğası gereği intikamcıdır, kincidir; aradan yıllar da geçse ne unutur, ne affeder. Son dönemde Haziran/Gezi Halk Ayaklanmasına katıldıkları iddiasıyla kimi sanatçıların tanık/şüpheli sıfatıyla gözaltına alınmaları; “ifadenize başvuracağız” numarasıyla polis eşliğinde savcılıklara getirilmeleri son örnektir. Sonuncu olduğunu hiç düşünmüyoruz. Haziran/Gezi Ayaklanması üzerinden neredeyse on iki yıl geçmiş. Savcılar, “yukarıdan bir talimat” sonucu olduğu hiç kuşku götürmeyecek bir soruşturma başlatıyorlar. Kime karşı? Toplumun en naif kesimine; sanatçı kişilere karşı..
Faşizmle uzlaşmak için yol arayanların, onun bu özelliğini kulaklarına küpe yapmalarında yarar var. Böyle uzlaşmacılar hiç umutlanmasınlar. Ne “el sıkma”, ne bir tebessüm kulaklarındaki küpeyi onlara unuttursun. Sözümüz, elbette, faşizmle uzlaşmak, onunla el sıkışmak, kavgasız, gürültüsüz, “iyi” geçinmek isteyenlere...
Ama dinci faşist yönetim ve faşist devlet, mayın tarlasında gezindiklerinin farkına gibiler. Doğrudan değil, dolaylı yoldan başlıyorlar, sonra bir sonraki adımı pür dikkat atıyorlar. Örneğin, mesleği sanatçıların işlerini takip etmek olan Ayşe Barım adlı kişiyi, önce “sanatçılar üzerinde baskı” oluşturuyor bahanesiyle hedef tahtasına oturttular, soruşturma başlattılar; arkasından bu kişinin Gezi/Haziran Halk Ayaklanmasına katıldığını “keşfettiler”; bir sonraki adımda ise yine bu kişinin Gezi/Haziran Halk Ayaklanmasını planlayanlardan biri olduğunu!.. Nihayetinde tutukladılar da. Tamam okura gülünç gelecek bir hikaye ama, gelişmelerin seyri tastamam böyle oldu. Halen de devam ediyor.
Bütün mesele dinci faşist yönetimin kin ve intikam duygularından ibaret değil. Hatta, bu süreçte asıl olanın da bu olmadığını söylemek mümkün. Bunlar var ama bunlardan önemlisi, dinci faşist yönetimin ve faşist devletin, Türkiye ve Kürdistan halklarına, işçi sınıfına, devrimci-demokrat güçlerine gözdağı verme isteğidir. “Bir daha Gezi Ayaklanması gibi şeylere karışırsanız başınıza bunlar gelir” mesajı vermek istiyorlar. Böyle bir mesaj ve gözdağına ihtiyaç duymalarının arkasında derin bir korku; yeni ve Gezi/Haziran Halk Ayaklanmasından çok daha güçlü bir ayaklanmasının ortaya çıkmasından duyulan korku var. Kısaca, birleşik devrimin gelişimini sürdürüyor olmasından, yeni bir ayaklanmanın bulutlarının toplaşıyor olmasından büyük bir korkuya kapılmış durumdalar.
Tehdit üstüne tehdit yağdırmalarının, soruşturma ve tutuklamalarla mesaj göndermelerinin nedeni budur. Bu mesajın yerine ulaştığı ya da ulaşacağı kesin. Çünkü, tehdit ve gözdağı son derece açık. Faşist bir partinin genel başkanının tutuklanması budur. Gazetecilerin evlerinden, kapıları kırılarak, evleri dağıtılarak gözaltına alınıp sudan bahanelerle tutuklanmaları budur. ESP yönetimini gözaltına alıp tutuklamak budur. Dernek ve vakıfların basılıp dağıtılarak üye ve yöneticilerinin tutuklanması budur. Artık herkesi tutukluyorlar, Zindana atıyorlar.
Peki, faşist devlet ve dinci faşist yönetim bu tehdit ve tutuklamalardan sonra amacına ulaşabilecek mi?
Hayır ulaşamayacaklar. Bizim bu düşünce ve inancımız, sadece devrimci demokratik güçlere olan bir güvenin ifadesi değil. Ortaya konan cesur, kararlı, davasına ve düşüncelerine bağlılık ifade eden tavırların, olguların kanıtladığı somut bir durumdur bu sonuç.
Gözaltına alınıp tutuklanan faşist partinin genel başkanı, “Kaşif Kozinoğlu gibi suikastle öldürülmekten korkuyorum” diye açıklama yapmıştı. Bu, bir faşiste yakışırdı sadece. Oysa bir de devrimci demokrat güçlere bakın!
Gözaltına alınıp tutuklanan bütün devrimci demokrat güçler, gazeteciler, parti yöneticileri, dernek ve vakıf üyeleri, istisnasız hepsi, faşist devlete ve dinci faşist yönetime şu mesajı verdiler: Bizi sindiremezsiniz, bize geri adım attıramazsınız. Tutuklanan son gazeteci Eylem Babayiğit, “Bize geri adım attıramayacaklar” mesajını vermiş. Devrimci-demokrat güçler, emekçi kitleler, köylüler, işçiler, komünistler; düzene karşı, faşist devlete karşı savaşan, mücadele eden kim varsa hepsi direniyor, geri adım atmıyor, yılmıyor, direncini ve mücadele azmini, kararlılığını bozmuyor.
Cihan Kolivar, Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanı, RTE'ye hakaret suçundan tutuklanıp zindana atıldıktan sonra özgürlüğüne kavuştuğunda, zindan kapısında şu cesaret dolu cümleyi kullanmıştı: “Kimse korkmasın, söyleyeceğini söylesin. Silivri soğuk diyorlar, ama hiç soğuk değil”.
Polisle başlayıp savcı, yargı ve son halka olarak zindanlardan oluşan korku, yıldırma zincirinin caydırıcılığını yitirmesi faşist devletin ve dinci faşist yönetimin en büyük korkusudur. Korktukları şey bir kez daha başlarına geliyor. Ne Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı, emekçi, ezilen halkları, ne devrimci demokrat güçler, ne komünistler on yıllardan bu yana, daha somut biçimiyle söylersek, Denizlerden bu yana boyun eğdiler. Birleşik devrim, birleşik devrimin toplumsal ve öncü güçlerinin her türlü saygı ve övgüye değer kararlılıklarıyla bugüne geldi. Ve güçlenerek yoluna devam ediyor.
Faşist devlet ve dinci faşist yönetim, bir kez daha ve haklı olarak bir halk ayaklanması korkusuna kapılmış. Birleşik devrimin toplumsal güçlerini ve öncülerini korkutup yıldırmak için, sanatçılar dahil, önüne geleni tutuklayıp zindana atıyor. Ama kimse geri adım atmıyor. Birleşik devrim mücadelesi büyük kararlılıkla devam ediyor.
Edecek de... zafere kadar!