Yeni yılın ilk haftasına sığdırılan üç önemli gelişme bu soruyu, tüm yakıcılığıyla, bir kez daha gündeme getirdi.
Bu gelişmelerden ilki, siyonist İsrail'in en iyi bildiği iş olarak suikastlara başvurması oldu.
Siyonist İsrail, yılın 2. günü, Lübnan'da Hamas yöneticilerinden Salih el Aruri'yi, Beyrut'taki bürosunda insansız bir hava aracı saldırısıyla öldürdü. Diken üstündeki Lübnan, bu suikastla birlikte savaşın kıyısına iyice yaklaşmış oldu. Lübnan Hizbullah'ı bu saldırıyı yanıtsız bırakmayacağını net ifadelerle ortaya koydu.
Gerekçe net ve anlaşılabilir: “Bu büyüklükte bir ihlale sessiz kalamayız çünkü bu tüm Lübnan'ın saldırıya açık hale gelmesi demektir... bu ihlal konusunda sessiz kalmanın yaratacağı bozulma ve çürüme karşı tepkinin yaratacağı zarardan çok daha fazladır.”
İkinci gelişme Irak'ta meydana geldi.
ABD, 4 Ocak'ta Irak'ta Haşd-i Şabi bünyesindeki en-Nüceba hareketi lideri Müştak Talib es-Saidi'yi hedef alarak öldürdü. Bu suikast, Filistin-İsrail savaşının başından beri ABD'nin Irak ve Suriye'deki üslerine yönelik artan saldırılara yeni bir ivme kattı. Haşd-i Şabi liderliği, bu suikastın intikamının mutlaka alınacağını açıkladı.
Irak'ta taşlar bir kez daha yerinden oynamaya başladı. Irak Başbakanı, ABD öncülüğündeki “Koalisyon Güçleri”nin Irak'ta yapacak işlerinin kalmadığını ve Irak'tan çekilmelerini planlayacak bir komite kurulacağını açıkladı.
Irak hükümeti ABD ve etrafında çakallar sürüsü gibi dolanan “Koalisyon güçleri”ni kovma güç ve iradesini gösterecek mi; bilemeyiz. Çünkü Irak'ta ABD işbirlikçisi, hatırı sayılır güçler var ve bu işbirlikçi güçlerin bu açıklamaya karşı ne yapacaklar henüz belli değil. Yine de şunu söylemekte hiç sakınca yok: ABD ve müttefikleri her durumda Irak'ta ateş altında olacaklar.
Üçüncü önemli gelişme İran'da, Kasım Süleymani'yi anma töreni sırasında Kirman kentinde meydana geldi. ABD'nin kurup beslediği, halihazırda Irak-Suriye-Ürdün sınırı üçgeninde kurulu Al-Tanf üssünde koruduğu IŞİD adlı katil sürülerinin üstlendiği bombalı eylemle yüzün üzerinde insan öldürüldü. IŞİD adlı katil sürülerinin ABD-Türkiye tarafından kontrol edildiği; ihtiyaç durumunda bu iki devlet tarafından harekete geçirilip kullanıldıklarından şüphe yok.
İran, bu katliamdan sonra, çok kez tanık olduğumuz gibi, “intikam bayrağı”nı yükseltti. Ancak bunun, İran'ın doğrudan savaşa müdahil olacağı anlamına geldiğini sanmıyoruz. İran, doğrudan bir savaşla yüz yüze gelmedikçe herhangi bir devlete karşı savaş açmaktan uzak duruyor. Fakat bunun yerine, üzerinde etkili olduğu güç ve örgütleri İsrail ve ABD'ye karşı çok daha güçlü biçimde destekleyecek ve saldırı için çok daha fazla teşvik edecektir.
Bu üç gelişmeye, Yemen'de Husi güçlerin Filistin devrimine destek için Bab-El Mendep boğazından İsrail'e giden her türlü gemi geçişlerini kapatması; ABD'nin buna müdahale için bir “koalisyon” kurması ve saldırı hazırlıklarına başlamasını da eklemek gerek. Husi'lerin eyleminin sadece ABD'nin değil bütün emperyalist devletlerin canını yaktığı ortada. Bölgesel bir savaşın potansiyel yayılma noktalarından biri de burası.
Siyonist İsrail'in Filistin devrimci güçlerine ve Filistin devrimine karşı mutlak bir “zafer” kazanması durumunda savaşın bölgeye yayılmasına kesin gözüyle bakılmalı. Zira, “zafer” kazanmış bir İsrail'in sonraki ilk hedefinin Lübnan, ikinci hedefinin ise Suriye olacağı tartışma götürmez.
Buna karşılık, İsrail'in Filistin devrimi karşısında ağır bir yenilgiye uğraması, başta ABD olmak üzere, bütün emperyalist devletlerin Ortadoğu hegemonyasını sarsacaktır. İsrail, öncelikle ABD'nin Ortadoğu'daki ileri karakoludur ve bu karakolun yıkımına ABD'nin sessiz kalacağını düşünmemeli. ABD emperyalizmi önemli bir savaş gücünü Akdeniz'e taşıyarak bunun mesajını çok açık biçimde verdi.
Ancak ABD ve dolayısıyla İsrail'in; önden giden bu iki saldırgan güçle birlikte diğer emperyalistlerin önünde duran, bir anlamda ellerini kollarını bağlayan engeller de var. Ukrayna-Rusya savaşı bunların başında geliyor. Lugansk ve Donesk Halk Cumhuriyetleriyle birlikte Rusya'yı da parçalayıp ortadan kaldırmak için Ukrayna'yı Rusya'ya saldırtan emperyalistler şimdi bu cephede sıkışmış vaziyetteler. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olacakları ortaya çıkmaya başladı; bütün emareler bu yönde.
Bu saldırganların önündeki bir başka önemli engel, dünya halklarının “kendi” emperyalist hükümetlerine karşı Filistin devrimine verdikleri muazzam destektir. Aylardır, milyonlar halindeki kitlelerin verdikleri bu destek o kadar açık ki, üzerinde durmaya gerek yok. Şu kadarını söylemekle yetinelim: Dünyadaki devrimci durum nedeniyle hiçbir emperyalist hükümet yarınından emin değildir. Hepsi diken üstünde ve hepsi, daha önce hiç olmadığı kadar, kendi halklarının “sessiz”ce boyun eğmelerine ihtiyaç duyuyorlar. Ama durum tam tersi. Dünya işçi sınıfı ve emekçi halkları “kendi” hükümetlerine karşı tarihte eşine az rastlanır bir hareketlilik içinde.
Siyonist İsrail'in Filistin devrimi karşısında uğrayacağı bir hezimetin savaşın, az-çok uzun bir süre için, bölgeye yayılmasını önleyeceğini düşünmek için çok neden var. ama sadece bu değil. İsrail'in tümden yıkılmasıyla sonuçlanmasa bile, İsrail'in ağır bir yenilgisi, emperyalist egemenliğe ağır bir darbe vuracağı gibi dünya devrimine de büyük bir ivme katacaktır.
Tersi de doğru. Bu saldırgan gücün Filistin topraklarında olası bir zaferi, savaşı, kaçınılmaz biçimde önce Lübnan'a, arkasından Suriye'ye ve belki de Irak'a taşıyacak.
Ama sonuç ne olursa olsun, dünyada devrimci durum olgunlaşmaya devam edecek, koşullar bir toplumsal devrim için, hiç olmadığı kadar uygun hale gelecek.