Bir işçi için kapitalist çalışma koşulları öyle tüketici bir şeydir ki, geriye yalnızca bitkin ve umutsuz bir posa bırakır. Bu koşullarda çalışmanın uzunluğu ve yoğunluğu, yapılan işlerin tek düzeliği, işçi için çalışmayı öylesine eziyete dönüştürür ki, iş saati bittiğinde işçi kendini bir hapisten çıkmış gibi hisseder, dakikaları saniyeleri sayar.
“Öyle güç ki / Sonsuza dek çalışmak
Dışarda herkes / Dolaşıp eğlenirken”
Çalışmak, üç kuruş için bitip tükenmek, buna rağmen borç harçla yaşamak zordur. Bütün işçiler bunu bilir. Ama bütün işçilerin bildiği daha korkunç bir şey var ise o da çalışamamak, iş bulamamaktır. Çalışamamak, iş bulamamak demek; kirayı ödeyememek, yemek yiyememek, tüm maddi şeylerden mahrum olmak demektir. Aç aileler, aç çocuklar demektir. Hayatında bir kez bile işsiz kalmış her emekçi, o çaresizlik duygusunu tatmıştır. Ve en az işsizler kadar, çalışan işçiler de bilir bu korkunç karabasanı. Çalışmak bu sistemde ne kadar zor ise, çalışamamak da bir o kadar öldürücüdür.
O zaman işte, işsiz kalan, geçinemeyen işçi, gider kendini meclisin önünde yakar. (İnşaat işçisi Sıtkı A. 13 Ocak 2018 Ankara), belediyenin önünde üzerine benzin döküp yakar (İşsiz Muharrem B. 29 Ocak 2018 Balıkesir) belediyeden iş isteği sonuçsuz kalınca intihara kalkışır (M.N.Y 29 Ocak 2018 Antalya) Bu işçiler de diğer milyonlarca sınıfdaşı gibi kapitalist sanayi savaşlarının ölü ve yaralıları listesine eklenir.
Kendilerini yakan bu işçilerin çığlığında, onlardan bir asır önce yaşamış Lyon'lu işçinin çığlığını duyarız sanki. “Çok kötü. Ne yapmak gerektiğini bilmiyorum. Biz kazandık. Lyon'a sahip olduk. Sonra itiraz bile etmeden geri verdik. Şimdi ne yapalım? Ne zaman işçilerin de bir öğretmeni olacak ve onlara nasıl savaşmaları gerektiğini öğretecek? Kazandıkları durumlarda bile niye halen birer zavallı köle olarak yaşamak zorunda kaldıklarını anlatacak?” Bugünün intihara sürüklenen işçisiyle Lyonlu o işçi arasındaki fark, Lyonlu işçinin öğretmenine kavuşarak, bu öğretmenin rehberliğinde devrimci rolünü oynayabilmiş olmasıdır.
Marx ve Engels, 1848'de yayınlanan “Komünist Manifesto” ile, işçilere bu öğretmeni verdiler. Onlara devrimci bir sınıf olduklarını, kapitalist özel mülkiyete el koyarak özgürlüklerini kazanacaklarını gösterdiler. Ondan sonrası, marksizmi kuşanan işçi sınıfı için, muazzam bir devrimler ve ayaklanmalar tarihi olarak, dünyada muazzam bir etki yarattı.
Ekim 1917 Devrimiyle Rusya'da ilk başarılı işçi sınıfı iktidarı, proletarya diktatörlüğü olarak kuruldu ve sınıfsız bir dünyanın kapısı aralandı. Bu zengin deneyim üzerinde, işçi sınıfının kurtuluşunun öğretisi olan marksizmi kuşanan, devrimci sınıf partileri, leninist partiler, işçi sınıfını, kapitalizme karşı yürütülen bu devrimci savaş içinde eğitmeye devam etti.
Devrimci sınıf partilerinin işçi sınıfına devrimci teoriyi ve devrimci savaş yolunu gösterip onu bu savaş içinde eğitemediği, işçilerin de zaferi nasıl kazanacaklarını bilemedikleri koşullarda ise işçi ve emekçiler, bireysel kurtuluş çabalarının ya da bireysel çaresizliklerinin içinde yokolup gidiyorlar. Bugün bir işçi çıkıp, kendini yakacak kadar trajik bir ölümü göze alıyor ise, bu koşulları nasıl değiştireceğini bilemediğindendir. Bir asırdan fazladır dünyayı değiştiren o marksizmin ışığının henüz ona ulaşmamış, ulaştırılmamış olmasındandır.
“İşçi sınıfı üretim araclarını kendi mülkiyetine almadan özgürleşemez. Özgürlük ise, emekçi ve sömürülen yığınların eylemi en ileri biçimlere çıkarılarak gerçekleştirilir.
Bu sonucu almak için öncelikle devrimci teori kitleleri kavramalı, onlara götürülmelidir. Ama bu yeterli değildir. Kitleler de teoriye yönelmeli, onu kavramalıdır. Diğer bir anlatımla, proleter devrimci parti, poreleter kitlelere dayanmalı, proletarya da proletarya partisiyle bütünleşmelidir.” (C.Dağlı Mücadele Birliği)
Altını çizelim, devrimci teori kitleleri kavramalı, onlara götürülmeli, yetmez, kitleler de bu teoriye yönelmeli, onu kavramalıdır. Her bir leninistin önemle düşünmesi gereken, eğer işçi sınıfına marksizmin o ışığını taşımaz, onlara bunu kavratmaz ve onlara dayanmaz isek, işçi sınıfının mücadelesine yön de veremeyiz. Ve işçi sınıfı bu savaş meydanında kör ve felçli gibi oraya buraya çarparak, debelenip yaralanarak el yordamıyla yürümeye çalışır. Devrimci sınıf partisi, Leninist parti ise ordusuz bir komutan gibi etkisiz ve ruhsuz olur. Leninistler, işçi sınıfını kapitalist toplumun bu en devrimci sınıfını, işçi sınıfı partisinde örgütlemelidir. Ama örgütlemelidir. İşçi sınıfı devrimci rolünü ancak partisiyle buluştuğunda, marksizmin ışığıyla donandığında sağlayabilir. Yoksa, kapitalizm kendi kendine yıkılmayacağına göre, böyle daha çok işçi ölüme sürüklenir, biz daha çok edebi feryatlarla vicdan rahatlatırız. Kazanmak istiyorsak, kazanmaya başlamalıyız.
Nehir Güney