"Kem söz, sahibini yaralar" derler ama, HDP milletvekili, eski akademisyen Erol Katırcıoğlu'nun Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu'nda yaptığı konuşmada AKP'lileri Bolşeviklere, AKP'yi de SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi)'ye benzetmesi, hepimizi yaraladı.
Ne diyordu AKP'li komisyon üyelerine Katırcıoğlu bu konuşmasında, hatırlayalım: "Sizler bu ülkede bir tür Sovyetler Birliği kurmaya çalışıyorsunuz gibi geliyor bana yani- gerçekten tuhaf ama- sizler Bolşeviksiniz bizler de Menşevik gibi kendimi hissediyorum burada(...) Sistem özü itibarıyla devletçiydi. Yani bir 'gros plan' vardı, her şeyi planlıyordu. Kimin ne giyeceğine, kimin ne yiyeceğine neredeyse karar veriyordu...."
Buradaki Sovyetler Birliği hakkındaki cehaleti, yüzeyselliği, sosyalizmi basit bir "devletçilik"e indirgeme anlayışını şimdilik bir kenara bırakalım; ama bu tür adamların buldukları her fırsatta Leninizme, proletarya diktatörlüğüne, sosyalist sisteme saldırmalarına artık bir şey söylemenin zamanı geldi de geçiyor bile (bir süre önce reformistin biri de facebook sayfasından paylaştığı bir yazısında "artık Marksizmin yakasından Leninizmi düşürmek gerekir" diye buyuruyor; sosyalizmin ya da ona inananların karşı karşıya kaldığı bütün sorunların nedeni olarak Leninizmi gördüğünü ayan beyan ilan ediyordu. Katırcıoğlu'nun sözleriyle birleştirilince, son süreçte özellikle ulusal kurtuluş hareketi etrafına toplaşmış reformist ve liberal kesimlerde sosyalizmin temel ilkelerine karşı bir salvo atışına girişildiğini görmemek mümkün olmuyor).
Eskiden beri, bu kesimlerin Sovyetler Birliği'ni ve orada sosyalizmin kuruluşuna önderlik etmiş olan Stalin'i "günah keçisi" ilan ettiklerini bilmiyor değiliz. Lenin'e ve Bolşeviklere söz söyleme cesaretine sahip olamayanlar, yıllar yılı Stalin üzerinden sosyalizme ve onun özü diyebileceğimiz proletarya diktatörlüğüne saldırıyorlardı. Sovyetler Birliği'nde ve ona bağlı olarak dünya sosyalist sisteminde yaşanan geri düşüşler sonrasındadır ki, bu kesimlerin biti kanlandı ve işi Lenin'i ve Bolşevikleri eleştirmeye, akıllarınca mahkum etmeye kadar vardırdılar. Bunda elbette son zamanlarda moda olmuş anarşist akımların da etkisi oldu. Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin geriye düşüşünden büyük bir sevinç duyan, adeta zil takıp oynayacak duruma gelen "her türlü otorite karşıtı" bu güruhlar, etekleri zil çalarak proletarya diktatörlüğüne saldırılarını yoğunlaştırdılar. Ve bu konuda burjuvaziden ve emperyalist efendilerinden her türlü desteği de aldılar.
İşte şimdi HDP neredeyse içerisine bu türden marksizm-leninizm karşıtlarının, anarşizminden troçkizmine her türlü karşı-devrimci akımın da yer aldığı bir karma platform haline geldi. Burjuvazi eliyle başlatılan ideolojisizleştirme HDP'yi teslim aldı. HDP, "kitle partisi" olmak adına her türlü karma anlayışa kapı araladı. Bunun sonucudur ki, Erol Katırcıoğlu gibi liberaller ve Altan Tan gibi dinci gericiler bu partide kendilerine yer buldular.
Yaşanan gelişmeler, Alp Altınörs gibilerini rahatsız etmiş olacak ki, Katırcıoğlu dolayımıyla yazdığı yazıda "Katırcıoğlu'nun açıklamaları, HDP'nin önüne bir soru koymuştur. Kapitalizmin ağır bir bunalım yaşadığı şartlarda HDP'nin rotası işçi sınıfı ve ezilenleri kapitalizmin demir yumruğu AKP'ye karşı örgütlemek ve mücadeleye sevk etmek mi olacaktır? Yoksa Katırcıoğlu'nun açıklamalarında olduğu gibi AKP'yi serbest piyasa ekonomisini ihlal etmek ve Bolşevikleri itham edip büyük sermayenin desteğini almaya çalışmak mı?" diyor. Evet gerçekten kendi vekillerinden gelen bu soruya HDP'nin cevap vermesi gerekiyor. Aslında başka sorular da var cevap vermesi gereken, ancak şimdilik konu bağlamında biz de bu kadarıyla yetinelim.
Şimdi yeniden tıpkı partinin eşgenel başkanı Sezai Temelli gibi "yetmez ama evet"çi olan Katırcıoğlu'na dönelim... Hazret, kendisini menşevik olarak görebilir, bizce bir sakınca yok; ama tekellerin dinci faşist partisi AKP'yle, onyıllar boyunca sosyalizmin kurulmasına ve geliştirilmesine, dünya üzerinden Nazi faşizmini silip atılmasında belirleyici rol oynamış Kızılorduya öncülük etmiş, SBKP'yi aynı kefeye koyması, tam bir densizlik örneğidir. Nazi özentisi, bugün karşı devrim cephesinin lokomotifi olan bir partinin adıyla, sosyalist Ekim Devrimi'ne önderlik ederek proleter devrimler çağını başlatan, sosyalizmi kurarak baştan aşağı dünyayı değiştiren, emperyalist kapitalist sistemin çanına ot tıkayan Bolşevikleri yan yana anmak haddini bilmemektir. Hazretin yediği herzeler yetmemiş olacak ki, Yeni Yaşam gazetesinde kendisine yapılan eleştirilere cevap yazmış. Burnundan kıl aldırmadan, açığa çıkan cehaletine karşın kuyruğunu dik tutmaya çalışarak, "Sovyetler Birliği tarihini hala '70'li yılların içinde okuyan ve sosyalizm tasavvuru ile reeli arasındaki çarpıklıkları görmeyen, ve belki de görmek istemeyen insanlarımız tabii ki hala var" diyor. Meclis'te karşı karşıya oldukları sıkıntılardan dem vuruyor; AKP'nin elinden nasıl muzdarip olduklarından yakınıyor. Yeni bir şey keşfetmiş gibi, "Sistem baştaki liderin etrafında yavaş yavaş totaliter bir tarafa doğru evrilmekte" diyor. Kendisine bir yerde "unsur" diyenleri "terbiyesizlik"le suçluyor. Ve kendini eleştirenlere "konuya mal bulmuş Mağribi gibi sarılanlar" diyerek aklınca alçaltıcı bir tutumla cevap veriyor. Yani özcesi hazret, eprimiş kumaş gibi neresinden tutsanız elinizde kalıyor. "Profesör" olmasından mıdır nedir, kendince millete akıl öğretmeye kalkıyor. Engels'in yıllar önce ayaklarından tutup tepesi üstü toprağa gömdüğü "privat dozent" ları bilmiyor olacak ki, bol keseden ahkam kesiyor.
Haşmetmeap, bizim senin sözlerin üzerine "hah yakaladık" dememize gerek yok, zira ne olduğunu, kimlere hizmet ettiğini biliyoruz. Ama göz kırptığın burjuvalardan da sana ekmek çıkmaz. Onlara “akıllı” insanlar lazım, cahilleri ne yapsınlar! Ne eski "doktorculuk"un ne de akademik ünvanın seni kurtarabilir. "Bu kadar cehalet(in) ancak tahsille mümkün" olduğunu da biliyoruz zira.
Bolşeviklere, Lenin’e ya sosyalizme kustuğun nefret dağa atılan taş kadar etkilidir, kimse dönüp bakmaz bile. Ama bizim merak ettiğimiz şey, senin gibi AKP-RTE muhiplerinin özgürlük için kahramanca savaşan Kürt halkının “mahallesi”nde ne işinin olduğudur. Dinci faşist iktidarın yaktığı şehirlerin dumanı hala tütüyor, katlettiği bedenler hala sokaklarda duruyor.
Aslında şöyle de denebilir; insanda biraz utanma olsa o mahalleye uğramaz, vekillik belasına da olsa.
Ali Varol Günal