< Yeni Bir Dünya Doğuyor

 

Kriz, savaş, yıkım... Baskı ve saldırıların kopkoyu karanlığı... Mesele basit oy hesabı değil. Hiçbir zaman temel mesele de bu olmadı zaten. İliklerine kadar sarsılmakta olan bir sistemin “beka sorunu” idi asıl sebep. Öyle olmaya da devam ediyor.

Peki ama savaş her şeyi örter mi? Silahların sesi öfkeli homurdanmaları ve sokaklardaki isyanı bastırır mı? Medya ve basından okullara ve camilere uzanan propaganda araçları milliyetçi bir dalga yaratıp emekçileri esir eder mi? Savaş, sermayenin derdine çare olur mu?

Olmadığı şu kısacık süre zarfında bile çıktı ortaya. “Savaş” demenin bile yasaklandığı, “barış çağrısı” yapmanın doğrudan tutuklanma gerekçesi haline getirildiği şu savaş günlerinde, “savaş hali” uygulamaları ile her tür sokak faaliyeti yasaklanmasına rağmen... parti binaları polis ablukasına alınıp insanlar bu binalarda polis zoruyla fiilen hapsedilmesine; bu kopkoyu baskı altında bile sokağa çıkma cesaretini gösterenler en ağır saldırılara maruz kalıp tutuklanmasına rağmen... işçiler yollara düşmüş Ankara’ya yürümeye çalışıyor, şantiyeleri/işyerlerini işgal ediyor. Kim ne derse desin, adeta sınıf içgüdüsüyle işçi ve emekçiler her tür “milli önyargıya” rağmen sermayenin ve onun devletinin karşısına dikiliyor!

Kriz ve krizin yakıcı sonuçları işçileri harekete geçmeye zorluyor. Yaşamın katı gerçekleri her türlü propagandayı parçalıyor. Baskıyla birlikte öfke yoğunlaşıyor. Birlikte olma, mücadele birliğini sağlama bilinci gelişiyor. Eylemci belediye işçileri bu bilinçle haykırıyor: “İzmir Aliağa işçileri, Maltepe Belediyesi işçileri, Üsküdar Belediyesi işçileri, Aydın, Muğla, Eskişehir, Cargill, Sibaş, Kalekayış, Tuzla Valfsan işçileri ve 1,5 yıldır tek başına ekmeği için mücadele veren Zeytinburnu Belediyesi işçisi Kenan Güngördü ve direnişteki diğer arkadaşlarımız, yalnız değilsiniz!... Biz Ataşehir, Kartal ve Kadıköy işçileri olarak bu şerefli mücadelemizde sizlerle birlikteyiz. Omuz omuza bu kavgayı büyüterek işimizi, aşımızı ve alın terimizin karşılığını alacağız, alacağız, alacağız!”

Barikatlara, engellemelere rağmen Ankara’ya yürüyen maden işçileri “Toz yutarak, ciğer tüketerek, kölece çalışarak yaşamak kaderimiz değil! ... Onurlu bir sınıfın parçasıyız. Tarihsel mücadelenin bir uğrağıyız. Mücadelemizle onur ve gurur duyuyoruz” derken nasıl bir yüksek sınıf bilincine sahip olduklarını gösteriyorlar.

Metal işçileri patronla tutuştukları ücret kavgasının bir ucunda hükümetin/devletin olduğunun bilinciyle polis saldırısına ve gözaltılara rağmen Ankara’ya yürümeye çalışıyor. Valfsan işçileri “bizler burada işimizi geri almak içeride olabilecek işçi kıyımını önlemek ve içeride olan baskıya boyun eğmemeleri için içeride olan sınıf yoldaşlarımıza cesaret vermek amacıyla buradayız. Ve taleplerimiz yerine getirilene kadar direnişimizi sonlandırmayacağız” diyerek dikiliyor her tür baskının karşısına. Baskınlarla tutuklanan tekstil işçileri “emekçilere ve halklara karşı açlık, yoksulluk, yıkımdan başka bir şey sunmayan iktidarın saltanatına karşı fabrikalarda hayatın her yerinde emek, onur, gelecek mücadelesini birlikte büyütmeye çağırıyoruz” diyerek isyana duruyor.

KHK’lılar, EYT’liler, Sinbo işçileri... liste uzayıp gidiyor. Her şantiye, her işçi havzası içten içe kaynayan bir kazan. Öfkeli sessizlik kendine kanal buldukça küçük patlamalara dönüşüyor. Tabandaki basınç işbirlikçi sendika barikatlarını zorluyor. Komiteleşme yaygınlaşıyor. Gittikçe yayılıyor tabandaki meclis, konsey, forum, kurultay türü örgütlenmeler. Alenen, sermayenin otoritesine meydan okuyan odaklar yaratıyor emekçiler. Bir araya geliyor, güçlerini birleştiriyor, tartışıyorlar.

Dinci-faşist iktidar savaşın tüm bu gelişmeleri örtecek bir şemsiye olacağını düşünmüştü. Harekete geçen propaganda aygıtlarının toplumu militarist-faşist cepheye yedekleyeceğini ummuştu. Ama savaş, tam tersine “burjuva muhalefetin” yüzündeki sahte demokrasi peçesini söküp atmakla, emekçilerin sahte dostlarının maskelerini bir çırpıda düşürmekle bizzat sermaye sınıfını vuran silaha dönüştü. Savaşın daha da derinleştirdiği ekonomik kriz ve art arda yağan zamlar da cabası!

Tüm bunlar toplumsal yaşamın nesnel gerçekleri olarak kendiliğinden bir bilinç doğruyor. Bunları bilinçli ifadelere kavuşturmak gerek. Sınıfın en ileri bölüklerini bu bilince kazanmak gerek. Hayatın bağrında doğan bu gerçekliği en geniş işçi kesimlerine taşımak, bizzat tabanda, konseylerde işçilerin en geniş birliğini yaratmak gerek.

Sermaye sınıfı ve faşist devlet yaşamın akışına karşı savaşıyor, bu yüzden de kaybetmeye mahkum. Emek dünyası ise yeni bir gelecek arayışında, ileri atılıyor. Sadece ülkede değil, bölgede ve tüm dünyada sokaklar ve meydanlar yeni dünyanın güçleri tarafından fethedilmekte. Hiç kuşku yok. Yeni bir dünya doğuyor! Bu savaşlar, bu yıkım ve göz yaşları yeninin doğum sancılarından başka bir şey değil.