Hep söyleriz, Türkiye devrim tarihinde Kürdistan sorunu, Kürt ulusal sorun bir turnusol kağıdı görevi görür. Kürt sorunu gündeme geldiğinde yahut Kürtlerin içine dahil olduğu hangi konu olursa olsun, insanların, partilerin, örgütlerin şoven ve kan emici yüzleri açığa çıkıyor.

Hümanizm, eşitlik ve özgürlük söylemlerini ağzından düşürmeyen liberaller, sosyal demokratlar, küçük burjuvalar kadar “sosyalist” ve “devrimci” geçinenler için de Kürt ulusal sorunu, devrimci olmak ya da olmamak arasındaki çizgidir.

Rojava’ya yönelik son savaşta da Kürt düşmanlığı açık ve net şekilde ortaya saçıldı. Dilinden özgürlük ve barış, adalet sözcükleri düşmeyenler, Kürt sorunu söz konusu olunca nefret saçıyor bir kez daha.

“İçleri yana yana” sınırdışı operasyonlar için tezkereye “evet” diyenlerin farklı bir tavır göstermelerini beklemiyorduk elbette. Kimse de beklememeli. Yahut “AKP faşizmini geriletmek” için yerel seçimlerde oy verilen burjuva partilerin temsilcilerinin savaşa giden askere güzellemeler yapması da şaşırtıcı değildi. Aydın-sanatçılardan gazetecilere, küçük burjuvalara kadar herkes hemen dinci faşist iktidarın ardında sıralandı.

Öyle ya, elbet savaş karşıtı olunmalı, elbet barış savunulmalıydı. Ve elbette emperyalizme kapitalizme karşı mücadele etmek gerekiyordu. Ama şu anda bir savaş ortamı söz konusu iken, milli birlik ve beraberlik için, “Mehmetçiğin” morali için birlik olmak gerekiyordu!

Oysa “milli birlik” dedikleri şey, zenginlerin çıkarı uğruna yoksulların birbirini boğazlaması, emekçilerin acımasızca sömürülmesi, üstelik tüm bu yağma ve talan savaşının yükünün de çalışanların sırtına yüklenmesi demek. Zenginle yoksulun, patronla işçinin çıkarı hiç aynı olur mu! Bu utanmazlar hepimizi patronların çıkarı için ölmeye ve öldürmeye çağırıyorlar! Bir avuç zenginin çıkarı için başka yoksul halkları boğazlamamızı istiyorlar!

Eylemlerde, basın açıklamalarında “sınır dışı operasyon hakkında” bir şey söylememek kaydı ile polisin saldırmayacağı söyleniyor. Evet, “Barış” sloganı yahut sosyal medya paylaşımı şu an en tehlikeli şey. İktidar her tür aracı ile savaşa girerken, cephe gerisini de buna göre düzenlemeyi ihmal etmiyor. İki gün içinde yüze yakın insan savaş karşıtı paylaşımları nedeni ile gözaltına alınırken, mecliste savaş karşıtı konuşma yapan HDP milletvekillerine jet hızıyla soruşturma açılıyor, haber yapan gazeteciler evleri basılarak gözaltına alınıyor.

Ve esen rüzgara göre yön değiştiren liberaller, küçük burjuva oportünistler hızla ait oldukları saflarda yerini alıyor. Mehmetçiğin mutlu ve mesut evlerine dönmesini dileyenler, onları hızla başka aileleri yok etmeye, evleri yıkmaya gönderiyor.

Camilerde “Fetih” sureleri okunurken, orduya bu kapıyı açan yerli Gandhi, “biz oraya huzur için gidiyoruz işgale değil” diyebiliyor.

Bir örnek de, geçtiğimiz aylarda Kazdağları’nda yapılacak siyanürlü altın madenine karşı isyan eden kitlelerin sözcüsü olan, eylemleri örgütleyen “Su ve Vicdan Komisyonu”... Çevreci bu komisyon, Kazdağları’ndaki doğa katliamının durdurulması için 12 Ekim günü yapılması planlanan mitingi iptal etti. Gerekçe tam da bu, “içinde bulunulan hassasiyet” ve “milli birlik ve bütünlük oluşturulması”...

Bu vesileyle bir kez daha tekrarlayalım. Hiçbir mücadele gibi, ekoloji mücadelesi de siyasetler üstü değildir. Kazdağları’nı talan eden kim? Ona izin verenler kimler? Bu izni verenlerle şimdi yanı başımızda bir halka bomba yağdıranlar aynı değil mi? Hangi akla hizmetle Kazdağları için düzenlenecek mitingi iptal ediyorsunuz? Aklınız bu kadar mı esir alındı? Göremiyor musunuz doğamızı katledenlerle bu savaşı başlatanların bir ve aynı olduğunu?

Bugün dünyanın içinde bulunduğu ekolojik tehlike de sistem sorunudur. Greta Thunberg yahut her gün medyada boy gösteren sayısız çevreci örgüt, çözümü emperyalist-kapitalist sistemin sınırları içinde arıyor. Kirliliğin önlenebilmesi, karbon salınımının azaltılabilmesi için denetimlerin artırılması, cezaların artırılması vb vb... bütün bunlar sorunun çözümü için göstermelik önlemler olmakla kalacak, dünyamızın ömrünü birkaç on yıl daha uzatmaktan başka işe yaramayacak. Tıpkı reformlar için mücadele ederek sömürücü sisteme kan taşımak gibi.

Elbette kimse savaşın IŞİD’e karşı verildiğine inanmıyor. Şu an savaşı besleyen ve her kesimi aynı safta toplayan en büyük olgu, Kürt düşmanlığı. Söz konusu Kürt halkı olduğunda her cümleye “ama” ile başlayanlar, bir halkın katledilmesine de, kadın-erkek-yaşlı-çocuk demeden yerlerinden yurtlarından edilmesine, bölük bölük zindanlara atılmasına sessiz kalıyor.

Kürt halkının tek dostu devrimcilerdir, devrimci proletaryadır. Ve onlar, Denizlerin, Mahirlerin yoldaşları sınırın her iki yanında Kürt halkının yanında olmaya devam edecek.

Sibel Deniz