Kazdağları’nda yaşanan doğa katliamı, herkesin gündeminde. Kimileri artık ülkenin akciğerlerine, doğal kaynaklarına daha fazla zarar gelmesin diye güçleri yettiği oranda çabalarken, kimileri de bunu nasıl aklarız, ceplerine daha fazla para girsin diye gözü hiçbir şeyi görmeyenleri nasıl haklı çıkarırızın derdinde.

Doğa katliamları o boyuta gelmiş ki, küçük çocukların dahi gündeminde. Dün bir çocuk, bir çocuk kanalında bir çocuk programını arayarak çevre duyarlılığı yapıyor ve “Kazdağlarına dokunmayın” diyor.

Evet, çok küçük yaşlardan itibaren çevre temizliği, doğayı koruma, ağaçları hayvanları sevme vb duyarlılığı aşılamaya gayret ettiğimiz çocuklar dahi, bu “çevreyi koruma”nın sadece “çimlere basmama” ya da “yerlere çöp atmama” ile sınırlı olmadığını görebiliyorlar. Ve olanca doğallığıyla, masumiyetiyle, ulaşabildiği en yaygın araçla “doğayı koruma” çağrısı yapabiliyorlar.

Ve çocuk konuşurken yayın kesiliyor, çocuğun “Kazdağları” çağrısı sessizlikle boğuluyor…

Aklımıza Ayşe öğretmen geliyor ister istemez. Sosyal medyadan da “soruşturma açılmaz umarım” yorumlarının da yapılması, herkesin aklına aynı şeyi getiriyor belli ki… “Çocuklar ölmesin” diyen bir öğretmenin ,bu nedenle kucağında bebeği ile tutuklanışını kim unutabilir ki…

“Çocuklar öldürülmesin”, “ağaçlar kesilmesin” o kadar doğal, o kadar masum talepler ki, bunları “terör” yahut “politika” kapsamına sokmak için hayal gücünü alabildiğine zorlamak gerek…

Ve konuşmayı kestiği için eleştiri oklarının yöneldiği kadın sunucu, neşeyle sunduğu program sonrası eve ağlayarak döndüğünü söylüyor. Ama sanıldığı gibi çocuğun duyarlılığına etkilendiğinden yahut ağaçlara üzüldüğünden değil; kendi kanalında, kendi programında “gündelik tartışmaların dile getirilmesinden…” Kısaca, bir çocuğun dahi sahip olabildiği bilinç düzeyi ile gelen kapitalizm ve doğa eleştirisini nasıl karşılayacağını bilememek, en kaba tabir ile “vicdanı ile cüzdanı” arasına sıkışıp kalarak en insani söylemlere dahi tahammül edememek…

Ve diyor: “Ben, o tertemiz çocuklar sayesinde neşe dolu bir hayat geçiriyorum. Tartışmalarınızı bizden ve çocuklarımızdan uzak tutun…”

Ne bu çocuklar bu sistemin dışında yaşıyor, ne sizin programlarınız sistemin dışında, ne de yaşanan doğa katliamı… Her biri sistemin bir parçası ve ayrılmaz bir bütünü… Dünyanın tüm kötülüklerinden korumak istediğimiz, dünyaları vermek istediğimiz çocuklarımız maalesef ki bu dünyanın tam ortasında ve yeryüzündeki her kötülükten payına düşeni alıyor: Açlık, savaş, tecavüz… “Çocuklarımızdan uzak tutun” denilen şey günlük tartışmalar değil, bunlar olmalı. “Ölüm” uzak tutulması gereken şeylerin başında gelmeli mesela, 3 aylık Miray bebek morgda 7 gün cenazesi sokakta kalan Taybet ana ile koyun koyuna yatmamalı. Yahut Cemile Çağırga’nın cansız bedeni buzdolabında saklanırken “çocuklar öldürülmesin” çığlığı ne kadar anlamlı ve tam yerini buluyor…

Çocuğumuzun sağlıklı beslenmesi için günde kaç çeşit vitamin alması gerektiğini hesaplarken dünyanın öteki ucun da değil, yanı başımızdaki evlerde çocuklar yetersiz beslenmekten ölebiliyorsa, neyi “uzak tutmalı”yız çocuklarımızdan…

Parka götürdüğümüz çocuğumuz yere çöp dahi atmaz, kaybolmuş karıncaları yuvalarına götürmeye çalışırlarken, Gezi Parkı, Kazdağları gibi doğa katliamlarından nasıl uzak tutabiliriz ki…

ODTÜ’de yol çalışmaları ve eylemler döneminde miniğimle yaptığımız konuşma kulaklarımda hala:

“E hadi kalk gidelim ODTÜ’ye, ağaçları kesmelerine izin vermeyelim.”

“Ama orası Ankara’da, çok uzak, hem şimdi gece.”

“Olsun, babamın arabası var, biner gideriz…”

Ne çocuklarımız sandığınız kadar sistemin dışında, ne de sandığımız kadar duyarsız. Aksine bu toplumun en saf ve duyarlı parçası. İstediğimiz kadar “dışında” tutmak isteyelim, “tarafsız” olmalarını isteyelim…

Çocuğun susturulduğu “çocuk kanalı” ise şu savunmayı yapıyor: “Kurulduğumuz günden beri aile olmanın önemi, çalışkanlık, dürüstlük gibi erdemler başta olmak üzere, tüm evrensel değerleri çocuklara sunduklarını” söylüyor. Ve bu değerlerin aşılandığı çocukların bugün olaylara ve dünyaya net ve doğru bir bakış açısıyla bakması çok mu şaşırtıcı geliyor onlara?

Çocuklarımız “tek ayrıcalıklı sınıf” olsa da, kapitalizmin ve faşizmin etkilerinden hiç uzak değil. Ve aksine onları her şeyden uzak tutmaya çalışmak, onları “tarafsız” değil “karşı-taraf” yapacaktır. Onların saf güdülerine güvenmeli, “uzak tutmak” yerine öğretmeliyiz ki, bizlerin bıraktığı boşluğu sistem doldurmasın…