Geçtiğimiz günlerde etkin olan sağanak yağışlar yine sele dönüştü. Bu defa “afet gölgesi” ilan edilecek seviyeye ulaştı, ölümlere sahne oldu.
Sel felaketi en son Düzce’de yaşandı. Yağışlar sel baskını ve heyelana dönüştü. Heyelanda 7 kişi kaybolurken, AFAD ekipleri 5 kişinin cansız bedenlerine ulaştı.
Düzce Valiliği bir taraftan apar topar ili “afet bölgesi” ilan etti, halkı içme suyu konusunda uyardı… ertesi gün bu “afet bölgesi” kavramının halkı korkutacağı düşünülmüş olacak ki, “afet bölgesi” ilanı geri çekilerek "Düzce'de ‘Genel Hayata Etkililik’ kararı alınmıştır" denildi. Artık “genel hayata etkililik” her ne demekse anlayan beri gelsin! Kavramların değiştirilmesi durumun vahametini saklayamıyor…
Yaşananlar sadece birkaç günlük ya da bölgesel bir felaket değil. Son yıllarda hepimiz yağışlar biraz artış gösterse büyük şehirler başta olmak üzere sel baskınları, toprak kaymaları olduğunu yaşayarak görüyoruz. Bu durum tüm dünya için böyle.
Bugünlerde muson yağmurlarının etkisi altında olan Hindistan’da şiddetli fırtına nedeniyle çok sayıda ev yıkıldı, geniş bir bölge sular altında kaldı, en az 39 kişi yıldırım çarpması sonucu hayatını kaybetti. Sadece Uttar Pradeş eyaletinde bir hafta önce 41 kişi hayatını kaybetmişti, Temmuz ayı başından bu yana ise yüzlerle hesaplanıyor ölümler…
Aynı şekilde yaz mevsimi ortalarına doğru yaklaşırken tüm kuzey yarım küre için geçerli. Avrupa genelinde aşırı sıcaklar baş gösterdi, son yüzyılların en sıcak yazı yaşanıyor. Bazı ülkelerde sıcaklık 43 dereceye kadar ulaşırken Fransa’da kuraklık arttı, Hollanda’da turuncu alarm verildi, Viyana’da serinleyecek alanlar oluşturuldu.
Ve yine bugünlerde İzlanda, yok olan buzul için “anıt” dikti. Ülkede bulunan 400 buzuldan biri olan Okjökull eriyerek buzul olmaktan çıkmıştı. Yapılan araştırmalar, küresel ısınmanın bu hızıyla sürmesi halinde İzlanda’daki diğer buzulların da 2200 yılına kadar eriyeceğini gösteriyor.
Artık ilkokul çocukları dahi bunun sebebini biliyor: Küresel ısınma. Dünyanın dört bir yanında (ilkokuldan liseye) öğrenciler iklim için yürüyüşler yapıyor, iklim değişimlerinin dünyanın sonunu getireceğine işaret ediyor. Dünyanın kaderini elinde tutan egemenler ise göstermelik iklim konferansları ile karbon salınımının azaltılması, fosil yakıt kullanımının düşürülmesi, sera gazı etkisi yapan karbondioksit ve metan gibi gaz salınımlarını azaltmaları konularını tartışsa, 2017’de “Paris İklim Anlaşması”nı imzalasa da, -ABD’nin başında olduğu pek çok ülke, Türkiye dahil, anlaşmayı imzalamadı- bu anlaşmaya genel olarak ülkeler uymadı.
Yineleyelim: Sorunun kaynağı olanlar sorunları çözemezler. Daha fazla kar uğruna karbon salınımını arttıran, ozon tabakasının incelmesine neden olan, yok ettikleri yağmur ormanları ile iklim dengesini bozanlar, göstermelik gözyaşı dökmenin ötesinde bir şey yapmayacaktır. Son yıllarda bizzat yaşayarak deneyimlediğimiz İstanbul Kuzey Ormanları buna en basit örnek. Havalimanı, köprü bahaneleri ile rant için önemli oranda yok edilen Marmara Bölgesi’nin bu en büyük ormanları İstanbul’un ısısının yükselmesinin, suyu tutacak ağaç kökleri, bitki örtüsü kalmayınca yağışların sellere dönüşmesinin en büyük sebebi.
Doğa intikamını alıyor… Kendinden alınanı geri alıyor. İnsanlık olarak doğadan almaya, onu bu hızla yok etmeye devam ettiğimiz müddetçe ilk yok olan kendimiz olacağız; insan kaybedecek… Son 10 yılda artan ve dünyanın dört bir bucağını kasıp kavuran kasırgalar, hortumlar, tsunamiler doğanın can çekişen haykırışları. Hollywood doğanın yok olduğu bir dünyada yer altında, laboratuarda, uzayda ve başka gezegenlerde yaşamın sürdüğü distopik filmler, diziler yapadursun; insanın doğadan kopuk yaşayabileceğine inanmak boş hayaller pompalamaktan başka şey değildir. Ama doğa… Evet, o bizsiz de yaşayabilir…