< Devrim İçin Mücadeleye Devam!

İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri, gazetemiz yayına hazırlanırken sonuçlandı. Dinci faşist iktidar ve onun başı dahil, herkesin beklediği ve bildiği sonuç ortaya çıktı: CHP ve İYİ Parti gibi iki burjuva partinin, düzenin iki partisinin adayı İmamoğlu açık farkla kazandı.

Bu sonucu, moda deyimle, “nasıl okumalı?” Kitleler gerçekte düzene meylettikleri, düzenle bütünleştikleri için mi düzenin iki partisinin ortak adayı olan bir adamı desteklediler? Kitlelerin faşist devlet ve kapitalist sömürü düzeni karşısındaki konumlarını doğru saptamak için bu soruya verilecek yanıt son derece önemlidir.

Hemen söyleyelim, bu seçim sonucu karşısında ne burjuva sınıf ne de CHP-İYİ Parti ve diğerleri açısından sevinilecek, kutlanacak bir durum yok. Emekçi sınıfların, devrimci demokratik kitlelerin düzene dönmeleri, ondan umutvar olmaları söz konusu değil; çünkü onlar açısından dünden bu güne, yaşamsal sorunlarının çözümü anlamında değişen bir şey yok ve olmayacak.

Kitlelerin yaşamsal sorunları olduğu gibi ortada durduğu gibi, bu sorunların daha da ağırlaşması kaçınılmaz. Ne İmamoğlu ne de bir başkası, bu düzen içinde bu gidişin önüne geçebilir, engelleyebilir ya da durdurabilir.

Sandık sonuçları bir şeyi net biçimde ortaya koydu: Geniş kitleler, bugün burjuva düzenle özdeşleşen dinci faşist iktidara karşı nefret duygularıyla doludur. Bu nefret duygusu ve dinci faşist iktidardan kurtulma arzusu, şimdilik başka bir güç odağı göremeyen kitlelerin İmamoğlu’na oy vermelerinin nedenidir. “Artık Yeter Gitsinler” sözü kitlelerin dinci faşist iktidara karşı ortak duygularının özetidir.

Kitlelerin ne seçimlere, ne sandığa ne de burjuva kurumlara bir güvenleri kalmıştır. 31 Mart seçimlerini iptal eden YSK Kararı, bu güvensizliği pekiştirmiştir. Sandığa, seçimlere kırıntı düzeyindeki güven de YSK Kararıyla birlikte yok olmuştur. Kitlelerin çaresiz biçimde dün sandık başına gitmiş olmaları bu gerçeği değiştirmiyor.

Sandıkla gitmeyecekler!

İmamoğlu’nun ne olacağı, görevinde kalıp kalmayacağı belirsiz. Ama çeşitli pazarlıklar sonucu görevinde kalması bile sandıkla gitmeyecekleri gerçeğini değiştirmez. Önemli olan merkezi iktidardır, belediye başkanlıkları değil. Dinci faşist iktidarın ve onun başının sandıkla gitmeyeceği emekçi sınıfların ve Kürt halkının ortak düşüncesi haline gelmiş durumda.

Gelin görün ki, kitlelerin ruh hali böyleyken, bunun tam tersi bir ruh haline sahip olanlar da var. Ortalama sol hareket, tüm devrimci gelişmelere rağmen gözünü sandıktan ayırmadı. Ortalama sol hareket için önemli olan sokak değil sandıktı.

Bu yüzden yığınların sistemle kopan bağlarını yeniden kurmak için kendilerini paraladılar desek yeridir. Devrimi tamamen gündemlerinden çıkardıkları için -devrim onlar için sadece Leninistlerin gördüğü bir hayaldir!- "AKP'yi geriletme" adına CHP'nin kuyruğuna takılmakta bir beis görmediler. Hem de ne takılma! Neredeyse Kılıçdaroğlu'ndan çok İmamaoğluculuk yapacak noktaya geldiler!

Öyle ki, devlet partisi CHP'nin bitinin yeniden kanlanmasına vesile oldular. Tarih, bu utanç verici yaftayı ortalama sol'un boynuna takmıştır.

Yerel seçimlerin sonucuna göre Türkiye'nin demokratikleşeceği, birikmiş sorunların çözüleceği yalanına kendi tabanlarını inandırmaya çalışmakla yetinmeyen ortalama sol hareketler, bu yavan lapayı yesinler diye işçi sınıfı ve emekçilere götürmek için birbirleriyle yarıştılar. Ekonomik ve siyasi krizin derinleştiği, devrimci durumun bir devrim için olgunlaştığı koşullarda, kitleleri devrim için değil de "sandıktan çıkacak tavşan" hayali ile aldatanlar, devrime en büyük zararı verdiler; ölümcül hasta yatağında yatan burjuvaziye ise en kritik anda bir hayat öpücüğü...

Gerçekler devrimcidir! İşçi sınıfı ve emekçiler, yoksul Kürt Halkı ve Aleviler, emekçi kadınlar ve devrimci gençler, bir kez daha aldatılmış olduklarını görmekte gecikmeyeceklerdir. Türkiye ve Kürdistan'da seçimlerin, parlamentonun, yerel yönetimlerin hiçbir şey, sokakta dişe diş verilecek bir mücadelenin her şey olduğunu yaşayarak bir kez daha göreceklerdir.

İşçi sınıfı ve emekçilerin, yoksul Kürt Halkının ve Alevilerin, emekçi kadınların ve devrimci gençlerin artık illüzyonlarla oyalanmaya tahammülleri yoktur. Onlar yaşamsal sorunlarının kesin çözümünü istiyorlar ve bunun devrimden başka yolu olmadığını çok geçmeden yaşayarak öğrenecekler.

O halde tek kurtuluş yolunun devrim olduğunu ve bunun güncel bir olanak olarak önümüzde durduğunu devrimin toplumsal güçlerine ısrarla anlatmalıyız.