Urfa Halfeti’de gözaltına alınan ailelere yapılan ve günlerce süren işkencenin ortaya çıkmasının ardından inceleme yapmak üzere Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi’nden bir heyet ile Halfeti’ye giden Av. Seher Dursun gözlemlerini bizimle paylaştı.
Av Seher Dursun’un anlatımı şöyle:
Biz gittiğimizde gözaltılar bırakılmıştı. 51 kişiden 13 kişi tutuklanmıştı. Şehre girerken bir sorunla karşılaşmadık. 3 kişi İstanbul ÇHD’den, 1 kişi Ankara ÇHD’den, 1 kişi de Antep ÇHD’den olmak üzere 5 avukat, Urfa Barosuna giderek Baro Başkanıyla görüştük. Urfa ve Antep Avukat Hakları Bürolarının da katılımıyla yaklaşık 10-15 kişilik bir heyet olarak yola devam ettik.
Olayın yaşandığı köye girerken hepimizin kimlikleri kontrol edildi. Adımız, soyadımız ve bağlı bulunduğumuz Barolar not edildi.
Köye gittiğimizde bir kısmımız gözaltından çıkan kadınlarla görüştük. İki kadınla konuşabildik. Birisi fiziksel işkenceye maruz kalmamıştı. Hakaret ve psikolojik şiddete maruz kalmıştı. Diğeri fiziksel işkenceye maruz kalmıştı. Yanlarında daha fazla işkence gören kadınlarla aynı nezarette kalmışlardı. Onları bize aktardılar. Biz bu konuşmaları yaparken, diğer arkadaşlar da olayın yaşandığı eve gitti. Jandarma bunu fark edince o arkadaşları takip ettiler. Peşimizi bırakmadılar diyebilirim.
Bizim gittiğimiz evden gözaltına 6 kişi alınmıştı. Ev nüfusu 5 kişilik. Anne, baba, oğul, gelin, kız kardeş olarak birlikte yaşıyorlarmış. Evleri basıldığında bir de misafirleri varmış. 3 kadın, 3 erkek gözaltına alınmış. Bunlar içerisinden anne, baba ve oğul tutuklanmış durumda. Onların ağır işkence görenlerden olduğunu öğrendik. Sahura kalktıkları zaman evleri basılmış. Evleri iki katlıydı. Alt katı, fazlalıkların konduğu bölüm. Üst katta yaşıyorlar yani. Evi bastıklarında avluya indirerek, yüzükoyun yatırmışlar. Erkekleri darp etmişler, avluda kan izleri duruyordu. Bahçe duvarına vurmuşlar kafalarını. Burada da izler mevcuttu. Orada bir iki saat yerde yüzükoyun şekilde bekletilmişler. İtiraz edenlere daha çok şiddet uygulamışlar. Ambulans gelmiş daha sonra hastaneye götürülmüşler. Hastanede daha kötü muamele görmüşler. ‘Keşke bizi hastaneye götürmeselerdi’ diyorlar. Hastanede hepsini aynı odaya koymuşlar, ama aralarda perdeler varmış. Doktorların gözü önünde işkence yapmaya devam ettiklerini söylediler. Dosyada gizlilik kararı olduğu için, sağlık raporlarını oradaki avukat arkadaşlar alabilmiş değil.,
Erkek, kadın farkı gözetmeksizin cinsel organlarına elektrik verilmişti. Görüştüğümüz kadınlardan birisi fiziksel işkence yaşamamış, diğer kadına ise ayaklarından elektrik verilmişti ama, aynı nezarette kalan annelerin cinsel organlarına da elektrik verilmişti. Onların daha şiddetlisini yaşadıklarını söyleyebildiler. Bizim görüştüğümüz kadın, 2 veya 3 kez elektrik işkencesine maruz kalmış. Eşini de kadın üzerinden tehdit etmişler. Zaten eşi, eşinin anne ve babası tutuklanmış oldu. Bizimle konuşurken o yaşadıkları durumu hissedebiliyorduk.
Hastanede bir iki saat geçirdikten sonra Jandarma karakoluna götürülmüşler. Sonra TEM’e teslim edilmişler. Asıl işkenceyi TEM’de yaşamışlar zaten. Elektrik verme, Filistin askısı işkencelerine maruz kalınmış. Nezaretten yukarı çıkarılırken gözleri bağlanıp, kafalarına çuval geçiriyorlarmış. Diz çöktürme vs. gibi işkenceler yaşamışlar.
Gözaltındaki birçok kişi birbirleriyle akraba. Çoğu aynı köyden. Bir iki köyden alınmışlar aynı köyden olanları tanıyorlar. Kadınları götürüyorlarmış, yarım saat sonra döndüklerinde ayakta durabilecek halde değillermiş. Elleri ayakları titrer durumdaymış ilk önce konuşamamışlar zaten. Günde 3-4 kez çıkarılıp geri getirmişler. Fotoğrafların basına yansıması ve avukatların TEM’e gitmesiyle yine devam etmiş, ama azalmış işkenceler. Bir kaç kez daha gittiklerinde ise işkence kesilmiş. Hem emniyet, hem savcılık ifadesinde, hem de mahkeme sorgusunu avukat almadan yapmaya çalışmışlar. Örneğin savcılık ifadesi alınmamış, mahkemede işkence yaşadıklarını anlattıklarında mahkeme heyetince: “size bunları avukatlarınız mı söyletiyor?” şeklinde sorular sorulmuş. Halfeti’den çıktığımızda peşimize araçlar da takıldı. Urfa’ya dönen avukat arkadaşları takip ettiler.
Şunu biliyoruz ki Urfa’da bu tür işkenceler eskiden beri yaşanıyordu. Ama tek tük olduğu için, çok fazla basına yansımadığı için göz ardı edilebiliyordu. Bu kadar ses getirmesi, avukat arkadaşların başarısıdır. Onlar yansıtmayı ve kamuoyu oluşturmayı başardılar. Onlar da tehdit edildiği; hem “size bunları avukatlarınız mı söyletiyor?” sözlerinden, hem TEM’dekilerin “avukatlarınızı da alacağız” söyleminden hem de takip edilişlerinden belli. Avukat arkadaşlar henüz çok gençler, birçoğu bizimle yaşıt ya da yeni avukat, ama arkasını bırakmayacaklar bu dosyanın. Dayanışma gösterilmesinden, basına yansıtılmasından çok memnunlar.
İşkenceye uğrayanlardan görüştüklerimiz de yaşadıklarını gizlemiyor, çekinmiyorlar. En belirgin olarak fark edilen şu ki: Kadın-erkek fark etmeden herkese aynı muameleyi yapmışlar. Erkekleri eşleriyle tehdit ederken, kadınlara ağızlara alınmayacak küfürler edilmiş. İşkence görenlerin normalde Adli Tıp’a sevk edilmeleri gerekirken, bu gerçekleşmemiş “Bir şeyiniz yok sizin” denmiş. İşkenceden sonra: “tutuklanmamız iyi oldu” diyenler var. Evleri basılan insanlar, demin de bahsetmiştim, akrabalar zaten. Çatışmanın yaşandığı söylenen eve arkadaşlarımız gitti. Fotoğraflar da yayınlandı. Taranmış ve bombalanmış, iki kişi ölmüş orada.
Aynı gün Suruç’ta tarım işçilerini taşıyan bir servis aracı tarandı. Oradaki işçiler hastaneye götürüldüklerinde “kusura bakmayın şehidimiz var” demişler. Bu psikolojiyle girip, herkesi darp edip öldürmeye gidiyorlar aslında Halfeti’ye. Urfa’ da sürekli olan bir uygulama maalesef ki işkence. Daha önce de basına yansıyan olaylar oldu.
Orada her şeyi TEM yönetiyor. Sınır bölgelerinin çoğunda böyle bir uygulama var. Gözaltına biri alışmışsa örgüt üyesidir, işkenceyi hak ediyor gibi bir muamele uygulanıyor. ‘Önce işkencemizi yapalım da, bir şey çıkmazsa bırakırız’ düşüncesi hakim. OHAL döneminde gözaltı süreleri daha uzundu. Günlerce işkenceye uğrayanlar olduğunu biliyoruz. Ya da cezaevinden ‘avukatın geldi’ diye çıkartılıp tekrar TEM’e götürülüp işkence gören insanların olduğu biliniyor. En kötüsü de hastanede de doktorların yapılan işkencelere alet olması. Hastane sürecini anlatanlar: “keşke bizi oraya götürmeselerdi” diyorlar. “Size işkence yapılırken doktorlar müdahale etmediler mi” diye sorduğumuzda, “doktorlar onlardan daha kötüydü” diyorlar. Adliyeye götürüldüklerinde sorgu için bekletildikleri yeri tarif ederken, “ahır daha temizdi” diyorlar.
Görüştüğümüz kişilerden biri savcılığa çıkartılmış, ama savcılığa çıktığına dair bir belge yok. Yani bu görüşme kayıt altına alınmamış. “Anlat” denmiş. Bunu polis yapıyor zaten, ama savcının yapması bambaşka bir durum. Artık orada işler bu duruma gelmiş. Oradaki avukat arkadaşlarımızın üzerindeki baskıyı görebildik. Dile getirmediler, fakat bu gözlemlenebiliyordu.
İşkenceden sonra nezarethaneye geri getirildiklerinde en ufak bir kapı çıtırtısında çığlık atarak uyanıyor kadınlar. Nezaretteki diğer kadınlar tuvalete gitmek istiyorlar örneğin. Bunun için polisi çağırmaları ve hücre kapılarının açılması gerekiyor. “Gözünü seveyim çağırma” ya da “tutuklasınlar da gidelim buradan” diyorlarmış.
Eşleriyle beraber gözaltında olanlara “Bize küçücük bir şey söyleyin, sizi Urfa’nın en güzel yerinde yaşatalım. Kimse size bir şey yapamaz. Para da veririz size. Yeter ki bize bir şey söyleyin” diyorlarmış
Elbette bu süreç avukatlar tarafından takip edilecek. Tüm hukuki yollar zorlanacak. Anayasa mahkemeleri ve AİHM’e kadar gidecek bir süreç bu. Ama bıraktıkları izi siler mi, sanmıyorum, işkencelerin önüne geçilebilmesi, sadece hukuki süreçlerle olabilecek bir şey değildir.
Bu olay İstanbul’da yaşansaydı yer yerinden oynardı. Fakat mesele Urfa olunca İstanbul Baro başkanlığı gibi birimler, bireysel kaygılarından dolayı sus pus olabiliyor. İnsanlığımızın sorgulandığı yüksek bir eşikteyiz” diye belirtti.