< Zafer Halaylarını Birlikte Çekeceğiz

Aydın Söke’de Sibaş işçileri sendikalı olduğu için işten çıkarıldı. Tek Gıda-İş’e üye oldukları için 54 işçiyi işten çıkaran fabrika yönetimi, daha sonra 14 sendika üyesini daha işten attı. Bunun üzerine işçiler fabrika önünde eyleme başladılar. “Dünya ülkelerini turşuya doyuran firma” diye reklamlar yapan Sibaş, sendikaya üye oldu diye işçileri açlığa mahkum etmekte bir an olsun tereddüt etmedi.

Fabrika önünde eylem yapan işçilerle telefon üzerinden sohbet ettik.


Merhabalar bize kim olduğunuzu ve eyleminizi kısaca anlatır mısınız?

Meral Yıldız ben. Sibaş fabrikası 1995 yılında ilk Yenidoğan’da kuruldu. 2001 yılında da Akçakonak’ın (bizim köyümüz) hemen altına taşındı. Çoğunluğu kadın, 233 işçi kapasiteli bir iş yeri. 2018 Ocak ayında örgütlenmeye karar verdik. Çünkü, düşük mâaş alıyorduk; çalışma koşullarımız ağır idi; beyaz yakalıların işçilere (mavi yakalılara) olan baskıları sözkonusuydu.

8 Şubat’ta patron bunu öğrendi. Aynı gün bizim çıkışımız verildi. Sebep olarak da makineleşmeye gidileceği gösterildi. Ben iş yerinde postabaşıydım. Eşim salamuracıydı. İşten çıkarılan birinci grup işçiler nitelikli işçilerdi. Operatör, saha sorumlusu, posta başı, salamuracı. Kimisi 20 yıllık işçiydi. Onlar bizi işten çıkartarak diğer mavi yakalılara göz dağı vermek istediler: “Bakın onları çıkartıyorsak sizi hayli hayli çıkartırız.”

Bu tam tersi bir etki yarattı. Sevilen işçiler olduğumuz için çıkarıldığımız gün 35 üyemiz vardı. Biz çıkarıldığımız gün 20 kişi daha postaneye gelip e-devlet şifresi alarak sendikaya üye oldular. İnsanların bize güvendiğini, inandığını görünce daha çok kenetlendik. Madem bizim arkamızda insanlar var, bize inanan insanlar var, biz bu işi başaracağız dedik. Gece birlere ikilere kadar ev ev dolaşıyorduk. İnsanlara sendikayı anlatıyorduk. Şu anki çalışma koşulları ile sendikalı çalışma koşulları arasındaki farkı anlatıyorduk. İnsanlarımız bilinçlendi. Herkes kendi isteğiyle üye oldu. 8 Şubat’tan sonra yaklaşık iki hafta içinde biz örgütlenmeyi tamamladık. 233 kişilik fabrikada beyaz yakalıların dışında 180 insanın içinden 125 tane üye çıkardık. Hem de bu kadar kısa bir sürede. Artık insanlar ne kadar yılmışsa...

İşyerinde sendika yetki sahibi oldu ama iş yeri itiraz etti. Şu an mahkemelerimiz devam ediyor. İşe iade mahkemelerimizin sonuncusu 5 ve 7 Şubat’ta görülecek. Şu an bekliyoruz. 28 Ocak’tan beri fabrikanın önünde oturma eylemi başlattık. Halay çekip sloganlarımızı atıyoruz. Patronun moralini bozup eve geliyoruz.


Haftanın hangi günleri fabrika önünde oluyorsunuz?

Güneş doğunca başlıyoruz güneş batınca dönüyoruz. Yağmurlu havalarda genelde 17.00’de evde oluyoruz. İşçi arkadaşlarımız çıkınca biz de çadırı kapatıp çıkıyoruz ama yazın öyle olmaz. Tabi isteğimiz bu sürecin yaza kadar uzamadan anlaşma yapmamızdır.

Cumartesi günü de işyeri çalışıyor, sadece Pazar günleri kapalı. Bizde moralini bozacak kimse olmadığı için Pazar günü gitmiyoruz.

(117 sendikalıdan 80’i kadın 37’si ise erkek işçiymiş.) “Çalışanların çoğu evli. Eşiyle çalışanlar da var içimizde. Ben de eşimle birlikte çalışıyordum. Çoğu evli çocuklu. Birilerine bakmakla yükümlü olan insanlar.

(Sohbetimiz esnasında ara ara çocukları gelerek annelerinden birşeyler istiyorlar, haliyle Meral önce dinliyor, ardından evdeki diğer yetişkinlere yönlendiriyor çocuklarını. Ve kaldığı yerden anlatmaya devam ediyor aynı anda birçok işe yetişmenin verdiği ustalıkla.)


Fabrikada çalışma ve örgütlenme sürecinde kendinizde bir değişim hissettiniz mi?

Ben 2010 yılında girdim. Bir sene taşeron olarak çalıştım. 2011 yılında yedinci ayın birinde (1 Temmuz) kadroya alındım o yüzden yedi yıllık işçi olarak görünüyorum orada. Bizim iş yerimiz köyümüzün hemen altında olduğu için bütün köylüler orada çalışıyordu. Çoğu insan Sibaş dışında herhangi bir iş yerinde çalışmamış, tarla işleri dışında. Biz Sibaş’ı velinimet olarak görüyorduk, “Sibaş olmazsa olmaz” diyorduk. Bir senedir işsizim, Şubat 8’de bir yılım dolacak. Farklı hayatların, farklı iş yerlerinin olduğunu öğrendim. Sendika bize çok şey öğretti. İnsanların belli bir çıkarı olmadan da birbirine yardım edebildiğini öğrendim. Hiç tanımadığımız insanlar yol kenarına arabayı çekip ne yaptığımızı öğrenmek için yanımıza geliyorlar. Çay, şeker, börek getiriyorlar. Bu bize çok güç veriyor. Birilerinin yanımızda olduğunu bilmek mutlu ediyor.


Fabrikada örgütlenme sürecinde ne tür zorluklarla karşılaştınız?

Sendika anayasal bir hak gibi görünsede bu pek öyle olmuyor. Aramızdaki işçilerden biri patrona bizi ihbar edince patron anında çıkışımızı verdi. Öyle olunca insanlar gizli gizli üye olmaya başladılar. Biz genelde akşam saatlerinde ev ev geziyorduk. Kimin evine gitsek, o da üye midir diye içeriye laf taşıyorlardı. O yüzden insanlar da çekiniyorlardı gündüz gözüyle gitmemesi istemiyorlardı. Bir nevi gizli gizli örgütlerdik. O dönem 3-4 gün bir hafta çocuklarımı görmediğim oluyordu, sabah erken çıkıp akşam geç geldiğimizden. Çok zorlandık ama başardık, bu kadar az sayıda çalışandan bu kadar yüksek örgütlülük çıkarmak mucize gibi birşeydi. Sibaş’ta bizden önce denenmiş fakat en başından patlak verip durdurulmuş. Bizde 35 kişiden sonra patlak verdi. Yanlış insanın kapısını çaldık. Bizi bizden biri vurdu yani. Beyaz yakalılar bilip söylese bu kadar üzülmezdik. Kendi işçi arkadaşımız yaptı bunu. Aynı bölümde yiyip içtiğim, aynı masada oturduğum aynı yorgunluğu yaşadığımız bir işçi yaptı bunun hesabını sormadık ama biliyoruz ki sendikalı olarak işe geri döneceğiz.. O zaman ben bunu ona söyleyeceğim. Bizi satmana değdi mi bak yine karşındayım diyeceğim. Biz onun kim olduğunu biliyoruz. 7’sinde sendikalı oldum, 8’inde işten çıkarıldım. Fabrikaya zarar vermedik, çalmadık kendi anayasal hakkımızı kullardık. Ve bu yüzden işimizden olduk. Bakmakla yükümlü olduğum iki evlâdım var, ikisi de okuyor. Eşimle aynı gün işsiz kaldık. Patronumuz patronluk yapmaya devam ediyor. Çevre fabrikalara haber gönderiyor, hiç bir fabrika bizi kabul etmiyor. Sendikayı gerekçe gösteremiyorlar, farklı şeyleri bahane olarak bize söylüyorlar.

Şu an okullar tatil olduğu için, güzel havalarda çocuklarımızı da alıp çadıra götürüyoruz. Bizimle beraber slogan atıyorlar. Sabah gözünü açar açmaz “Sibaş işçisi yalnız değildir” sloganını atıyorlar. Durup durup 'biz kazanacağız' diyor. Kızım dua ediyor: "Allah'ım annemle babam işine geri dönsün. Biz yine rahatça geçinelim." Çünkü çalıştığın zamanki geçimle şimdiki arasında fark var, hele şimdi birde ekonomik kriz var yaşam koşulları çok zorlaştı. Böyle bir durumda işsiz olmak çok kötü bir durum.


Eylem alanında “işçi çocukları da işveren çocukları kadar şirindir" pankartını açmanızın özel bir sebebi varmı? Neden bunu vurgulamak istediniz?.

İşçi çocukları yani bizim çocuklarımız, işveren çocukları ya da 4 yıllık okuyanların çocuklarıyla eşit olsun istiyorum. Senin çocuğun birşey istediğinde alabiliyorsan, benim çocuğum da birşeyler istediğinde alabilmeliyim. Benim elimden bu hakkı alıyorsun. Bunu engelleyen sensin bunun sorumluluğu da sana ait.

Çocuklarımızın geleceği için örgütlendik. Anayasal hakkımızı kullandık ama fabrika makinalaşmaya gidildiğini gerekçe gösterip işten çıkardı. Kısa bir süre sonra yerimize çevre köylerden 80’e yakın taşeron işçi alınmış .


Sizde “örgütlenmeliyim” düşüncesini uyandıran şeyler nelerdir, biraz bahseder misiniz?

Üretim sorumlularımız en ufak şeyde bize kapıyı gösteriyorlardı. Kendileri istediği kadar zam alıyorlardı, ama bize zam hep aynı. Üç günlük işçi de asgari ücret alıyor yirmi yıllık işçi de. Adalet mi bu. Ege Bölgesi’nde yurt dışına ihracat yapan ikinci firma seçildik ama işçilerin hiçbir hakkı yine de tanınmadı. Bizlere bir pasta kendilerine prim. Bizim sayemizde aldıysanız, neden bu primden biz yararlanamıyoruz. Malesef bütün fabrikalar böyle. Bir sürü direniş var. Flormar var Cargill var. Bugün yine çadırda konuştuk. Flormar işçileri Cargill işçilerini ziyarete gitmiş, “keşke biz de biraz daha yakın olsaydık” diye... İzmir’de şu an Tariş var, Efeler köylüleri var. Sendika başkanımız geldiğinde “biz de ziyaretlerde bulunalım” diyeceğiz. Geçen sene çalışıyorken duysaydım, bana çok saçma gelebilirdi. Ama şimdi biliyorum ki, bir işçinin yanında bir işçi görmesi o kadar mutluluk ve onur veriyor ki anlatamam. İnsan yanlız olmadığını görüyor ve birşeylere değdiğini anlıyor. Şu an seçim öncesi olduğu için herkes biz yaparız düzeltiriz diye kapımızı çalacaktır. Biz biliyoruz ki yalan vaatler verilir, tutulmaz ama en azından bunu fırsata çevirebiliriz.

Biz anladık ki birşeyler elde etmek için birleşmek lazım. İşçi sınıfının yan yana gelmesi, omuz omuza vermesi lazım. İşçiler çok eziliyor; yapacaksın, edeceksin. Yeri geldiğinde bir bayan gücünün yetmediği, kendinin iki katı yükü kaldırmak zorunda kaldı. Eminim birçok iş yerinde de böyledir. 200 kiloluk fıçıyı itiyorsun, yerleştiriyorsun, kaldırıyorsun, döküyorsun. Bunu yapacaksın dediklerinde yapmayacağım diyemiyorsun çünkü yapmazsan çıkaracaklar. Bedenini yıpratarak yapmaya çalışıyorsun. Her şeyi kabul ediyorduk boyun eğiyorduk olmaz diye birşey yoktu. Sendikaya üye olduktan sonra insanın kendine özgüveni geliyor. Onların malı olmadığımızı her bireyin değerli olduğunu, sen istemediğin sürece sana kimsenin birşey yaptıramayacağını öğrendik. Çalışanlar içinde hiç konuşmadığımız insanlarla konuşmaya başladık. Hiç gitmediğim insanların evine gittim. Yedik, içtik, sendikanın bana çok katkısı oldu. Gerek maddi gerek manevi. Kesinlikle pişman değilim.


Mücadele Birliği okurlarına ne söylemek istersiniz?

Buradan tüm işçi sınıfına, birleşerek kazanacağımızı, birbirimizin desteğine ihtiyacımız olduğunu, eğer omuz omuza verirsek kimsenin bizi yenemeyeceğini söylemek isterim. Bu söylediklerimi okuduktan sonra, bize ulaşmak isteyenler muhakkak ulaşsınlar. Bizim desteğimize ihtiyacı olanlar bize ulaşsınlar. Biz destek olmaya hazırız tek başımıza hiçbirşeyi çözemiyoruz birleşince kazanabiliyoruz. Herkesi desteğe davet ediyorum. Flormar, Cargill, Efeler’de direnişte olan tüm arkadaşlarıma selamlar yolluyorum, inşallah biz kazanacağız. Şu an evet üşüyoruz zor şartlar altında direniyoruz. Ama biliyoruz ki herkes kendi fabrikasına zafer halaylarıyla girecek. İnşallah herkesin sorunları halledilir işimize kavuşuruz. İşimize ihanet etmiyoruz, iyi şartlarda çalışmak istiyoruz. Patronumuz “bunlar bana nankörlük etti. Ben onlara ekmek verdim iş verdim” diyormuş. İyi de patron, sen bana iş verdin, ekmek verdin de, sen benim kara kaşım kara gözüm için vermedin ki, ben de sana emek verdim, yeri geldi günlerce çoluğumu çocuğumu görmedim.tazın günlerce mesai yapıyorduk. Sabah 07.00 iş başı. 12.00’lere kadar çalışıyorduk. Verilen emek varsa karşılıklıdır. Biz nankör değiliz hakkımızı istiyoruz, daha iyi şartlarda yaşamak istiyoruz. Sadece okumuş olanların yaşam kalitesi iyi olur diye birşey yok. Bizi hafife almasınlar, gelip gider çalışırlar demesinler, bizler de bireyiz, bizim de çocuklarımı var ne yaptıysak çocuklarımız ve geleceğimiz için yaptık. Ki bu anayasal bir haktır engellenemez engelleyemeyeceklerdi.

Son olarak diyorum ki, Allah İzocam’ın yaşadığı zaferi bize de nasip etsin. Dayanışmanız bize yetiyor, zaten birleşe birleşe kazanacağız, zafer halaylarını birlikte çekeceğiz inşallah.