Sanayi ve Teknoloji Bakanı, tersine beyin göçünü hızlandırmak için TÜBİTAK bünyesinde program başlatıldığını ve 15 Aralık’ta projenin “çağrılarla” başlayacağını duyurdu.
Buna göre Türkiye’ye geri dönen araştırmacılara: Gençlere 20 bin, deneyimli olanlara da 24 bin lira aylık, araştırmaları için 1 milyon TL başlangıç ödeneği verilecek, aileleri için de aile yaşam gideri ödenecek. Bu program kapsamında verilen destekler 24-36 ay arasında sürecek. Ve Türkiye’ye geliş uçak bileti karşılanacak…
Dün açıklanan bu “program”, sanırım en saf olanları bile ikna edemez. İnsanların ülkeden ayrılış koşullarını ve nedenlerini düşününce, maaş ve uçak bileti karşılığında dönebileceklerini düşünmek bile komik.
Hemen sabahına okuduğumuz-izlediğimiz haber, “beyin göçü”nün son nedenlerinden birisi aslında. Sabah güne, aralarında profesörlerinde olduğu 20 araştırma görevlisinin gözaltına alındığı haberi ile uyandık. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, gözaltıların sebebini “Gezi Eylemleri” olarak açıkladı. 13 kişinin “Osman Kavala’yla hiyerarşik ilişki içinde eylemleri organize ettiği” ileri sürüldü.
Gözaltına alınan isimler Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Betül Tanbay, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı ve Anadolu Kültür’den Yiğit Ekmekçi, Hakan Altınel, Meltem Aslan Çelikkan, Asena Günal, Çiğdem Mater, Bora Sarı, Ayşegül Güzel, Hande Özhabeş, Filiz Telek, Yiğit Aksakoğlu, Yusuf Cıvır…
4 günlük gözaltı süresi verilen akademisyenlerin suçlanma gerekçesi, 2013’te Gezi ile başlayıp tüm ülkeye yayılan ayaklanmayı “organize ve finanse eden” Osman Kavalalı’nın sahip olduğu Anadolu Kültür A.Ş. ile hiyerarşik düzen içerisinde olmak, Gezi Parkı olaylarını derinleştirmek ve yaygınlaştırmak için Anadolu Kültür AŞ’ye ait DEPO isimli yerde toplantılar düzenlemek, yeni medya faaliyetleri oluşturarak Gezi benzeri olaylar için gündem oluşturulmasını sağlamak, Avrupa’da birçok kurum ve şahısla görüşme yaparak, biber gazının Türkiye’ye ithalinin durdurularak, yasaklanması için çalışmalar yapmak… En gülünesi de Gezi’nin devamını sağlamak için yurtdışından “Kırmızılı Kadın, Duran Adam, Piyano Çalan Adam vb aktivizm eğiticileri, kolaylaştırıcılar ve profesyonel eylemciler” getirtmek…
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeyi amaçlayan” 20 akademisyen için sabah saat 06.00’da İstanbul ve Adana, Antalya ve Muğla’da eşzamanlı “operasyon” yapılarak 13 kişi gözaltına alınıyor.
Sadece son yaşanan bu olay bile, insanları Türkiye’den uzakta tutmak için yeterli bir sebep iken, biletini aldıkları bilim insanlarına hiçbir iş güvencesi, can güvencesi, hukuk güvencesi olmadan, bilimsellikten uzaklaşmış ve uzaklaşmaya devam eden Tübitak başta olmak üzere, üniversitelerde çalışacaklarını düşünmek hayalperestlikten öte bir şey değil. Bilimsel proje olarak “kuran okununca büyüyen fasulyeleri” kabul eden bilim kurumlarının, reddettikleri projeler dünya çapında değer buluyor ve projesini sırt çantasına yükleyen, soluğu değer gördüğü ülkelerde alıyor.
İşinden kovulan, soruşturmalara uğrayan akademisyenler, bilim insanları, öğretmen, mühendis kısaca beyaz yakalılar -yurtdışı çıkış yasağı konmamışsa- soluğu yaşayabileceği topraklarda alıyor. Yaşamdan kovulan insanlar, kendilerine yeni yaşamlar arıyor. Okulunu bitiren öğrenci, daha iyi bir iş imkanı ve rahat çalışma koşulları için soluğu dışarıda alıyor. İçinde yaşadığımız şartlar bunlar iken, tüm bu “göç”ün sebeplerini ortadan kaldırmadan “tersine göç”ün sağlanabileceğini düşünmek hayalperestlik ya da saflıkla da açıklanamaz. Düpedüz aymazlık ve insanların zekasıyla alay etmek olabilir ancak.
Her türden bahaneyle kürsülerinden kovulan akademisyenler, KHK’larla atılan öğretmenler, “güvenlik soruşturmaları” nedeniyle işsiz kalan doktorlar ve boyun eğmediği anda hapisanelere doldurulan insanlar… Bu da madalyonun bir diğer yüzü…