Ranzamın başucuna astığım resimde bir bebek gülümsüyor bana. Kim olduğunu bilmediğim, hiçbir kan bağımın olmadığı, gözlerinden yaşam enerjisi, meraklı bir sevinç fışkıran bu bebek, ölümsüzleştiği tarihte Tarık Yoldaşı anımsatıyor bana…
Devrimden sonra anaokullarında çalışma isteğini söyleyen yoldaşımız, eski olanın yıkılmadan yeni sistemin kurulamayacağını biliyordu. İnandığı komünizm davası uğruna savaşmış, Leninist Parti’nin Yaşar Bulut’tan sonraki ilk ölümsüzleşeni olmuştur. Hiç tanımadığı bebekleri şefkatle büyütebilecek kadar sevgi dolu yoldaşımız, yaşamın edilgen bir detayı değil, etken bir gücü olunması gerektiğini savunuyordu. Sömürüsüz bir yaşam uğruna savaşım verilmesi gerektiğini biliyordu.
Tarık yoldaştan bahsedenler, onun ne denli duygulu, güleryüzlü olduğunu vurgular ve eklerler, “sarıldı mı sımsıkı kucaklardı yoldaşlarını”. Ve Ahmet Arif’i çok severdi. Üzerinden bunca zaman geçmişken Tarık yoldaş sesleniyor yoldaşlarımızın yanında: “İleri” diyor. “Daha ileri”…
“Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığın süre boyunca iyi şeyler yapmaktır” diyen Denizlerin yoldaşıydı, “son sözü Parti söyler” diyen Sinanların hayranlıkla baktığı bir kahramanlık örneğiydi Tarık yoldaş… Ve sımsıcak yüreği düşmana sıkılan silah oluyordu…
Cüretle öne atılmayı sizden öğrendik. Bizimlesin… Zindanlarda, meydanlarda, bir yoldaş gözlerinde, bir işçi sofrasında, bir atölye tezgahındasın. Sömürüsüz bir dünya için savaşanlara ilhamsın.
Kalmasa da yüreklerimizden başka namluya sürülecek tek bir kurşunumuz.
Yine de devrim yangınının yılmaz savaşçıları, Denizlerin baş eğmeyen yoldaşları olacağız!
Yoldaşın…