28 Aralık Cumartesi günü İTK (İşçi Temsilcileri Konseyi) Kocaeli-Darıca’ da bulunan Vip Giyim önünde Deriteks öncülüğünde mücadele eden emekçi kadınlar ile birliktelerdi.
Eylemlerinin 40. günleri olduğu için Çubukçuoğlu, Berkem Kürk, Derimsan Deri’den sendika temsilcileri ve işçileri ziyaret ettiler. İşçilerin “Dayanışmanın gücü” üzerine yürüttükleri sohbette, işçilerden Kadriye Horlu'nun anlatımları şöyle:
“Merhaba ben Kadriye Horlu. 38 yaşındayım. 22 yıl (1997’den beri) Vip Giyim’de çalıştım. 600 civarı çalışanın olduğu bir fabrika burası. Evliyim, 10 yaşında çocuğum var. İçeride çalışma koşullarımız hiç iyi değildi, maaşlarımız çok düşüktü. Ustalar çok ağır şartlarda mobing uyguluyorlardı. Örnek vermek gerekirse bağırıp, küfreder, azarlardı. Buna artık dur demek gerektiğini düşündük arkadaşlarla. Bir sendika gelsin buraya dedik.
Ben sendikaya üye olmadan önce Deriteks zaten fabrikada örgütlenme yapıyormuş. Benim haberim yoktu. Sendika duyulmaya başladığında, ilkin üst katımızda kesimhane ve gömlek bölümünde duyulmuştu. Ben alt katta ceket bölümündeydim. Nimet ve bir kaç arkadaşımla birlikte sendikalı oldum. Kafa eleman olarak içeride çalışma yürüttük.
İlkin en güvendiklerimizi üye yaptık. Yaptığımız çalışmayı duyurmayacak olanlara söyledik. Sonra sendikayı duyan bize geldi, duyan geldi: ‘Sendika varmış bizi de üye yapar mısınız’ dediler. 200 kişiyi buldu sendikalı işçi oranı. 260 kişi olması yeterliydi.
Buradan 2 kişi işten çıkartıldı. O çıkartılan işçiler Kaynarca’da Genç Tekstil diye bir yere gittiler. Oranın patronu ile Vip giyimin patronu arkadaşlarmış. Bu iki arkadaşın sendikalı olduğu tespit ediliyor. O patron Vip giyimin sahibi Bülent beyi arıyor, ‘senin iş yerinde bir örgütlenme var’ diye uyarıyor. Bülent bey hemen ustalarla toplantı yapıp sorgu odaları kurdu.
Sorgu odalarında sendikanın ne kadar kötü bir şey olduğundan, yakında Faruk beyin zaten çeşitli iyileştirmeler yapacağından bahsetmişler. Bazı insanlarda bunlara kandılar. Değişiklikler de şunlar: çay makinesi, bisküvi makinesi... Bizim zaten burada kantinimiz var. 10 çayında veya 4 çayında bedava çayımız var. Çay makinesi sana bedava mı veriyor, bisküvi makinesi sana bedava mi veriyor? Para atıyorsun çayını alıyorsun, para atıyorsun bisküvini alıyorsun. Bizim bunlara mı ihtiyacımız var. Bizim haklarımızın yenilmelerine ihtiyacımız vardı maddiyattan daha çok. Bizim arkamızda duracak bir güce ihtiyacımız var. Aslında patronlar bir düşünse, bu insanlar niye sendikalı oluyorlar diye? ‘Gel Kadriye sen neden çeride bir örgütlenmeye gidiyorsun, şikâyetini anlat’ dese sorun buralara gelmezdi belki de. Biz karşımızda muhatap bulamıyorduk. Bir sorunumuz olduğunda ustamız, müdürümüz, insan kaynakları bizi başından savıyordu. Eee kiminle konuşacağım ben? Ondan sonra sendikaya başvurduk.
E-devlet şifreleri istendi vermeyenleri kovdular. Verenler de sendikalıysa üyeliğini iptal ettiriyorlardı. Birlikte çalıştığım bir arkadaşım vardı. İki aydır çalışıyordu, bir gün geldi ve patronun e-devletini istediğini, kendisinin de verdiğini söyledi. Hemen şifresini değiştirmesini ve sendikaya üye olmasını söyledim. Şifre değiştiği için ertesi gün gelip şifreyi sordular. Eşinin bu durumu öğrendiğini ve tepki gösterdiği için şifresini değiştirdiğini söylese de olmadı. Bunu baştan söylemesi lazımdı.
İçeride şifrelerin istediğini duyunca herkese bas bas bağırdım, ‘şifrenizi kimseye vermeyin’ diye. Yatak odana kimseyi sokmuyorsan mahremim diyerek, şifreni de vermeyeceksin. Banka kartının şifresini veriyor musun, vermezsin o senin özelin. E-devlet de benim özelim. Diyoruz ki, ‘ne yapacaksınız e-devlet şifrelerimizi alıp’, ‘seni ilgilendirmez’ diyorlar. Ne demek beni ilgilendirmez, benim şifremi alıyorsun. Beni ilgilendirmeyen şey ne? Onu merak ediyorum. Benden şifre istemediler, keşke dedim benden istesinler de ağızlarının paylarını vereyim, istemediler. Onlar da isteyecekleri adamları biliyorlar. Arkadaşım orada şifreyi vermedi, işine son verdiler bu yüzden. Ben hemen sendika başkanını aradım durumu anlattım. ‘Arkadaşın işine son verildi şifresini vermediği için” dedim. Başkan hemen onu aradı ama insanlarımız da uğraşmak istemiyor bazen. ‘İki aylık elemanım, ne uğraşıcam mahkemeyle’ falan dedi. ‘İki ayda ne tazminat alacağım’ dedi. Ona anlatmaya çalıştım bu tazminat olayı meselesi değil. Bu sadece seni ilgilendiren bir durum değil. Ama şikayetçi olmadı. Burada polislere de söylüyoruz içerde e-devlet şifreleri alınıyor diye polis diyor ki, ‘kim şikayet ediyor’. Kimse şikayet etmiyor ki. İşte tek sorununuz bu kimse şikayet etmiyor. Çok az kişi böyle tepki gösterdik.
Ustaların gözünde ben çok kalifiye bir elemandım. Tek başıma çalışıyordum. 5 sene boyunca fazlalık izinlerimi kullandırmamışlardı bana. Her sene fabrika komple 14 gün senelik izne çıkıyor. Benim yıllık iznim 26 gündü. 12 günlük artan izinlerimi 5 senedir kullandırmamışlardı. 60 gün olmuştu. Bu senelik iznimi öğrendiğim zaman ustama gidip senelik iznimin 60 gün olduğunu ya paramı vermelerini ya da 3 gün 5 gün parça parça izne çıkartmalarını söyledim. Usta bana ‘ben senin yerine kimi koyacağım, seni iki günlük izine bile çıkartamam, saçmalama, git Şinasi’ye söyle sana paranı versin’ diyerek beni insan kaynaklarına gönderiyordu. Gittim Şinasi'ye (İnsan kaynakları müdürü) ‘paranı vericem ama şu zaman bu zaman’ diye oyaladı beni sürekli. İçeride kafa eleman olduğum ve örgütleme yaptığım duyulunca beni hemen izine çıkardılar. Asgari ücret alıyorduk. 23 yıldır çiziyorum 2300 lira alıyordum. Tek avantajım eve yakın olmasıydı. Neyse sorgu odalarında benim ismimi verince arkadaşlar, 2 gün izne göndermeyen fabrika, beni 60 gün izne gönderdi. İznim bitip de çalışmaya geldiğimde işbaşı yaptım, 5 dakika sonra işime son verildi. Şu anda 40 günden beri buradayız, direniyoruz.
Çıkartıldığımı ilk öğrendiğim an, üzülüyorsun ama arkamda kocaman bir sendika var, bana destek olan insanlar var. O yüzden şu an çok güçlüyüm, anlık bir üzülmeydi. Arkadaşlarımdan ayrılmanın verdiği bir üzüntüydü. Ama değillermiş, çok üzülüyorum bunu söylerken. Ama akşamları iş çıkışında pankartlarımızı tutuyoruz, inanın yüzüme bakan bile yok. 40 gündür benim telefonum bir kez çalmadı Kadriye ne yapıyorsun diye. Çok acı şeyler bunlar gerçekten. Böyle zamanlarda anlıyormuş insanlar arkadaşlığı, dostluğu.
Geçenlerde hava çok soğuk ve yağmurluydu. Şemsiyemizden artık şıpır şıpır şu damlıyordu. Biz de ıslanıp sucuk gibi olmuştuk. Demir iskelelerin üstünde şeffaf naylonla sarılı bir çadır kurduk bulunduğumuz yere. Polisler yanımızda bittiler hemen. Zaten hep buradalar, bizi hiç yalnız bırakmıyorlar sağ olsunlar bizim kime zararımız varsa... Geldiler işte, bize yasayı okudular, ‘Şeffaf olacak, onu açık olacak, görünecek, sabah getirip akşam götüreceksiniz, sabit kalmayacak. Bu şartlara uygun kurabilirsiniz’ dendi. Kurduk. İki saat sonra gelip ‘yasa ihlali yaptınız siz, çadırı kaldıracaksınız yoksa biz zorla kaldıracağız’ dediler. İki saat önce sen okudun telefonundan yasayı, iki saat sonra ne değişti, kimden emir aldın ki on dakika içinde kaldırın yoksa biz zorla kaldırırız dedin. Yerimizden olmayalım, pankartlarımız şurada kalsın diye kaldırmak zorunda kaldık çadırımızı.
Beni küçülmeye gidiyoruz diye işten çıkardılar. 22 yıllık elemanı küçülmeye gidiyoruz diye çıkardılar. Daha o gün fabrikanın önünde 5 tane Suriyeli eleman vardı. İçerisi şu an Suriyeli kaynıyor. Hala eleman alımına devam ediliyor.
Biz sadece serviste beş dakika sohbet edecek kadar tanıyorduk birbirimizi çalıştığımız bölümler farklı olduğu için. İçeride çalışırken insanları tanıyamıyorsun. Burada mücadeleye başlayınca tanıdık. Nimet arkadaşımla 40 gündür birlikteyiz. O benden önce çıkartılmıştı. İnsan kaynakları zorla kandırarak kağıt imzalatmış. İkimiz de buradayız birbirimize destek veriyoruz. Bu süreçte öğrendim ki, yıllardır aynı lokmayı bölüştüklerim değil, serviste beş dakika sohbet ettiğim kişi benim arkadaşımmış.”
İTK (İşçi Temsilcileri Konseyi) Facebook sayfasından alınmıştır.