Dünya Anti Emperyalist Platformu'nun düzenlediği 3. Dünya Savaşı ve Antiemperyalist Güçlerin Görevleri konulu Taipei Kolokyum'u, 5-6 Ekim günleri Tayvan’ın başkenti Taipei’de başladı.

Temel konuları Tayvan Boğazında kriz, savaş gerilimi ve görevlerimiz, Doğu Asya'da durum ve antiemperyalist hareket olan Kolokyum’a Türkiye’den Yeni Dönem Yayıncılık adına Av. Bahattin Özdemir katıldı.

Özdemir’in sunumunu yaptığı "Dünya Devrim Kavşağında" başlıklı raporu paylaşıyoruz.


Değerli yoldaşlar,

Emperyalistlerin Ukrayna’dan sonraki savaş ve çatışma sahası haline getirmeye çalıştıkları topraklardayız. Tıpkı Ukrayna’yı bir “anti-Rusya” olarak biçimlendirip Rusya’yı yıkmak ve parçalayıp yutmak için kullanmaları gibi, Tayvan’ı da bir “anti-Çin” olarak biçimlendirip kullanmak istiyorlar. Çin Komünist Partisi’nin ve Çin yönetiminin ısrarla kaçınmaya çalıştığı savaş tehlikesi giderek büyüyor.

Bu şartlar altında Tayvan İşçi Partisi’nin davetiyle gerçekleştirilen bu etkinlik büyük önem taşıyor. Değişik ülkelerden yoldaşlarımızla bir arada bulunmaktan büyük mutluluk duyduğumuzu belirtmemize izin verin. Buradaki çalışmalarımızdan büyük verim alacağımıza eminiz.

Yoldaşlar,

Dünya ölçeğinde yaklaşan büyük savaşın temel çatışma alanlarında gerilim her geçen gün artıyor. Görece uzun bir zaman dilimine yayılan bu gerilim hatları, belirli aralıklarla kırılmakta.

Sürecin belli başlı uğraklarını sıralamakla başlamak istiyoruz.

Genel olarak fay hatlarının kırılmaya başlamasından bahsedilirken, haklı olarak 11 Eylül provokasyonundan başlanır. Zira bu tarih, gerçekte emperyalizmin, ABD öncülüğünde dünya halklarına ve emekçi sınıflarına karşı bir küresel iç savaş, başka ifadeyle, 3. dünya savaşını başlattığı tarihtir.

Ama fay hatlarının kırılmasından, savaşlar dizisinin perdesini açmasından bahsederken, sanırız 11 Eylül’den iki yıl öncesine kadar uzanmak daha doğru olur. NATO’nun 1999’da Yugoslavya’ya karşı giriştiği vahşi yıkım savaşını belki de ilk sıraya yerleştirmemiz gerekir.

Birinci Körfez Savaşı, sosyalist blokun dağılma sürecinde emperyalistlerin bir gövde gösterisi ise, Yugoslavya’nın 78 gün boyunca NATO uçaklarınca acımasızca bombalanması da hiçbir ülkenin biçimlenen emperyalist hegemonyanın dışında varlık göstermesine izin verilmeyeceğinin ilanıydı. Bizim “tam ilhak süreci” olarak adlandırdığımız yönelimin kanlı ifadesiydi.

Tam ilhak dediğimiz şey, özünde, tüm dünyada bağımlı kapitalist ülkelerin, emperyalist şablona göre konumlanmasını, her birinin ekonomisinin tamamen emperyalist ekonomilerin basit uzantılarına dönüştürülmesini, bağımlı ülke ekonomileri ve pazarlarının emperyalist ülkelerce tamamen ele geçirilmesini ve kendi ekonomilerine eklemlenmesini ifade eder. Sosyalist blokun dağılmasından sonra hayata geçirilmek istenen emperyalist “küreselleşme”nin özü budur. Tüm dünyaya dayatılan budur.

11 Eylül provokasyonu ise işlerin emperyalistlerin istediği hız ve biçimde gitmemesinden, hatta tam tersine, tüm dünyada yoğun isyan ve ayaklanmaların meydana gelmesinden ötürü gündeme geldi. ABD öncülüğünde emperyalistler, “yaratıcı kaos” hayalleri kurarak, Ortadoğu’dan (daha sonra “Genişletilmiş Ortadoğu” diyeceklerdi) başlamak üzere tüm dünyayı savaş ateşiyle “hizaya getirmeye” koyuldu. ABD, “yanımızda olmayan karşımızdadır” belgisiyle tüm dünyaya sopa salladı. Ardından Afganistan ve Irak’ta taş üstünde taş bırakmadı. Milyonu aşkın insanı katletti. Her bir yanı enkaza çevirdi. Sonrasında Libya ve Suriye...

“Tam ilhak süreci”nin bu en kanlı aşamasında, emperyalist saldırganlığın karşısına askeri anlamda “dur” diyen bir güç çıktı. Rusya’nın 2015’te Suriye’ye destek için harekete geçişini kastediyoruz. Sahada kırılma noktası budur.

Arka planda, daha öncesinden bunun işaretleri verilmişti. 2007’de Münih’te Putin’in yaptığı o ünlü konuşma, Rusya’nın emperyalistlerin dayattığı “tam ilhak süreci”ne teslim olmayacağının ilanıydı. Bir meydan okumaydı. 2015’te Şam’a destek olmak için Suriye’ye asker göndermesi ise pratik olarak meydan okumaydı. Böylece fay hatlarındaki ilk büyük kırılma, Suriye’de gerçekleşmiş oldu.

Bu nokta aynı zamanda Ortadoğu’da (Batı Asya) emperyalist saldırganlıkla teslim alınmaya çalışılan diğer güçlerin daha direngen bir tutum almaları sonucunu getirdi. Lübnan, gerici İran, Yemen ve Suriye, emperyalizmin ve siyonizmin saldırılarına karşı Rusya’nın belirgin desteğini kazanmış oldular. Rusya’nın bölgedeki askeri varlığı güçler dengesini değiştirmiş oldu.

Her şeyi basit ve şablonlara göre değerlendirmeyi alışkanlık haline getirenler, buradan “emperyalist Rusya” ve “emperyalistler arası savaş” sonucu çıkarıyorlar. Onlara göre emperyalizmin karşısına dikilen bütün güçler zaten nüfuz mücadelesi yürüten emperyalist ülkeler! Rusya da, Çin de onlara göre ABD-NATO ve diğer emperyalist devletlerle paylaşım savaşına tutuşmuş emperyalist devletlerdir. Bu değerlendirmeyi yapanların düştükleri yer bataklıktır, bu sosyal şoven bir bataklıktır. Emperyalist burjuvazinin ve kendi ülkelerinin burjuvazisinin yanında yer alma politikasının sonucu düşülen bir bataklıktır.

Oysa gerçeklik, bu sosyal şovenlerin dünya proletaryası ve emekçi kitlelerine göstermek istediklerinin tam tersidir. Çağımızın temel çelişkisi emekle sermaye; sosyalizm ile emperyalist-kapitalist sistem arasındaki çelişkidir. Çağımızın temek karakteri, temel çizgisi kapitalizmin çöküş ve toplumsal devrimlerle sosyalizme geçiş çağı olmasıdır. Artık dünyadaki hiçbir çatışma, savaş ya da herhangi bir önemli gelişme bu nokta merkeze konulmadan anlaşılamaz.

ABD-NATO ve diğer tüm emperyalistlerin bütün politikaları, bütün hareket biçimleri, bütün yaklaşımları ancak bu temel nokta etrafında anlaşılabilir ve doğru değerlendirilebilir. Emperyalist devletlerin başlıca amacı, dünya proletaryasını kesin bir yenilgiye uğratarak sosyalizmi, sosyalizmin tüm belirtilerini yeryüzünden silmektir.

Rusya, emperyalist-kapitalist devletlere karşı koyma, meydan okuma noktasına kolay gelmedi. 90’lar boyunca neredeyse bir soykırım halini alan iktisadi yıkım ve toplumsal çöküş sonrası, 99’da tümden dağılma ve yok olmanın önünü almak isteyen kadrolar, ayyaş Yeltsin’i iktidardan uzaklaştırmanın adımlarını attılar. Putin önce başkan yardımcısı, ardından ilk seçimde başkan oldu. Sosyalist bir yönelime sahip değillerdi. Kapitalist Rusya’nın iktidarıydılar. Ama yıkım sürecini durdurmak ve tekrar ayağa kalkmak için hareket ediyorlardı. Tuttukları bu yol onları kaçınılmaz olarak emperyalistlerle karşı karşıya getirdi. Engels'in ifadesiyle tarihte tıpkı, “kendi iradesine karşın devrimci olan Bismarck ve tapındığı Çar'la sonunda yumruklaşan Gladston” gibi Rusya'nın şimdiki yöneticileri de niyetlerinden tamamen bağımsız bir şekilde emperyalistlere karşı kavganın ön saflarına geçmek zorunda kaldılar.

Kendi adımıza bu konuda çokça makale yazdık, görüş bildirdik. Daha Suriye savaşından çok önce, Rusya’nın bu özgün yanına defalarca dikkat çektik. Ve nihayetinde Rusya ve Çin’in emperyalist sistem karşısındaki konumlarının dünya devrimi için dolaylı katkılar sağladığına işaret ettik. Bu açıdan ne Suriye’deki durum bizim için bir sürpriz oldu, ne de çok daha sarsıcı olan Ukrayna’daki durum.

İkinci büyük kırılma ise, Ukrayna’da meydana geldi. 22 Şubat 2022’de Rusya’nın başlattığı “özel askeri operasyon” ne Ortadoğu’daki savaşlara, ne Libya’daki savaşa benzeyecekti. Bu savaş, hiç tartışmasız, küresel ölçekte bir kopuş, bir yarılma anlamına gelecekti. Hatta uluslararası komünist hareket dahil, tam anlamıyla gerçek bir bölünmenin fitilini ateşledi.

Kendi adımıza bu gerçeği daha en başından gördüğümüzü burada belirtmem gerek. Savaşın başladığı gün gazetemizde “Safınızı Seçin” başlığıyla bir çağrı yayımladık. Bizim için bu savaş, tartışmasız antifaşist ve antiemperyalist bir savaştı. Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’ni desteklediğimizi tüm dünyaya ilan ettik. Şöyle diyorduk:

“Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetlerinin ilerici, halkçı, sosyalizm yönelimli karakterinden kuşkumuz yok. Bu iki devrimci Cumhuriyetin faşizme karşı bir ayaklanma sonucu kuruldukları, ilan edildikleri tarihsel bir gerçektir, tarihsel olgudur ve bu tarihsel gerçeği hiçbir liberal, uzlaşmacı, sosyal reformist güç ne değiştirebilir ne de ortadan kaldırabilir.

Bugün bu iki Halk Cumhuriyeti'nin faşizme ve emperyalizme karşı başlattıkları savaşı desteklemekten kaçınmak için sosyalist, ilerici görünümlü güç, çevre ve partilerin gizledikleri gerçek budur. Dolayısıyla, bugün, tarafsızlık, savaşa karşı olmak, barışı savunmak bahaneleriyle emperyalist-gerici cephenin yanında dolaylı ya da doğrudan yer alanlara bunu hatırlatmak; bu tarihsel gerçeğe rağmen antifaşist cephede yer almadıklarını açıklamak zorunda bırakmak gerekir.

Yaşamın nadir anlarının birinden geçiyoruz. Yaşam ancak nadir anlarda kişiyi net tercih yapmak; ‘ya oradasın ya burada- ya burjuvaziden yanasın ya proletaryadan’ noktasına getirir. Şimdi, işte böyle bir noktadan geçiyoruz. Sosyal reformistleri, oportünistleri, uzlaşmacıları, liberal kesimleri taraflarını net biçimde açıklamaya çağırmalı.

Her türlü savaşa karşı olmak ne komünist bir politikadır ne de ilerici, demokrat, antifaşist bir politikadır. Hala emperyalizmin varlığını koruduğu, kapitalist üretimin dünyanın dört bir tarafında sürdüğü, burjuva sınıfın egemenliğini sürdürdüğü koşullarda yaşıyoruz. Bu koşullarda, komünistler, sosyalistler, ‘her türlü savaşa karşı’ olmazlar; dünya proletaryasını da ‘her türlü savaşa karşı’ olmaya çağırmazlar. Çünkü günümüz koşullarında sadece emperyalist-gerici bölüşüm, yağma savaşları olmaz; bunların yanında faşizme, emperyalizme ve kapitalizme karşı devrimci savaşlar da olur.”

Emperyalistler, ABD-NATO öncülüğünde tüm faşistleri bir araya toplayarak “Rusya’yı stratejik olarak yenme” şiarıyla bir Haçlı seferi başlattılar. Bu kan içici güruh, utanmadan her yerde “son Ukraynalı’ya kadar savaşmak”tan bahsettiler. Kiev’deki faşist rejim eliyle Ukrayna’yı korkunç bir kıyma makinesine attılar. Şimdiden Ukrayna’nın kayıpları 600 bini aşmış durumda. Ülke tamamen yıkıma uğradı.

Onlar için elbette Ukrayna’nın ve Ukraynalıların hayatının bir değeri yok. Asıl önemli olan, Rusya’nın yenilmesi, parçalanması ve yutulmasıdır. Böylece emperyalist “tam ilhak süreci’nin önündeki en önemli askeri engel kalkmış olacaktır. Sonra sıra elbette Çin’e, ve ardından sosyalist Kore’ye, Küba'ya; halkçı, sosyalist yönelimli Nikaragua'ya, Vietnam, Laos Venezuela gibi ülkelere gelecektir. Bu açıdan Ukrayna’daki savaş emperyalistler için ölüm kalım mücadelesi halini almış bulunuyor. Emperyalist devletler dünya üzerindeki egemenliklerini kaybetmemek için tüm insanlığı uçurumun kenarına sürüklüyorlar.

Ukrayna’daki savaşın yanında, bir diğer önemli fay hattı Filistin’de kırıldı. 7 Ekim’de Filistinli savaşçılar, emperyalistlerin Ortadoğu’daki karakolu olan Siyonizmin kalbine başarılı bir saldırı gerçekleştirdiler. Siyonist rejimin ve emperyalist hamilerinin bölgedeki egemenliğine ölümcül bir darbe indirdi El Aksa Tufanı. Düne kadar emperyalist-kapitalist sistemin Ortadoğu'daki (Batı Asya) yıkılmaz kalesi olan siyonist İsrail devletinin ayakta kalıp kalmayacağı, varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği tartışılıyor artık.

Sadece Filistin halkının kahramanca savaşı değil, bu savaşın tetiklediği iç çelişkiler; bu çelişkiler temelinde yükselen sınıf savaşı da siyonist İsrail'i yıkımın eşiğine getirmiş bulunuyor. Siyonistler ve emperyalist devletler İsrail'in varlığını sürdürebilmesi için çareyi bütün Ortadoğu'yu (Batı Asya) ateşe vermekte görüyorlar. ABD ve İngiliz emperyalizmi başta olmak üzere, emperyalist ve gerici devletlerin desteğine güvenen İsrail şimdi Lübnan'a saldırmanın hazırlığını yapıyor.

Burada emperyalizmin ve onun Siyonist aparatının yenilmesi için Filistin halkının tümden kendini feda etmeye hazır oluşuna özel olarak dikkat çekmek gerekiyor. Dünya halklarının kurtuluşu için sadece evlatlarını değil, tüm bir halkın kendini fedaya hazır olması, tarif edilmesi güç bir yüksek bilinçtir.

Bu fedakarlık tüm dünyada yankısını buluyor. Bütün dünya halkları, en başta emperyalist merkezler, Filistin’e destek gösterileriyle sarsılıyor. Ve bu aynı yüksek feda ruhu, en başta Lübnan’daki direniş güçleri olmak üzere, Yemen, Suriye, İran gibi bölge ülkelerinin devlet düzeyinde destek vermesini sağlıyor.

Başta Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti olmak üzere bütün sosyalist ülkeler tartışmasız bir şekilde Filistin’e destek oluyor. Birleşmiş Milletler çatısında bir avuç emperyalist asalak ve onların yakın uyduları dışında bütün dünya halkları kahraman Filistin halkının yanında yer alıyor.

Emperyalist saldırganlığa darbe vuran bir diğer gelişme, Afrika kıtasında yaşanmakta. Buradaki gerilim hatları, Mali, Nijer ve Burkina Faso’da ilerici-halkçı darbelerin gerçekleşmesiyle kırılmaya başladı. En başta Rusya’nın askeri desteği olmak üzere, Çin ve diğer sosyalist-halkçı yönetimlerin olduğu ülkelerden gelen destekle emperyalistleri ülkeden kovmayı başardı bu üç ilerici yönetim. Her geçen gün derinleşen bir antiemperyalist hat izliyorlar. Başlangıçta onlara karşı saldırgan bir tutum alan yakın bölge ülkeleri, bizzat o ülkelerde ortaya çıkan isyan ve ayaklanmalar sonucu değişmeye başlayan iç dengelerin de etkisiyle geri adım atmak zorunda kaldılar. Emperyalistlerin buna tepkisi Afrika halklarının başına onyıllar boyu bela ettikleri dinci-faşist çeteleri harekete geçirmek oldu. Boko Haram’ından Kuzey’deki ElKaideci Berberi gruplara kadar, her türden terörist çete oluşumu, ilerici ülkeleri istikrarsızlaştırmak için emperyalistler tarafından harekete geçirildi. Afrika halkları arasında temel eğilim antiemperyalist mücadelenin gelişmesi ve güçlenmesi doğrultusunda.

Gerilimin batı yarı-küredeki ayağı, kuşkusuz Latin Amerika’dır. Sosyalist Küba ve sosyalist Nikaragua dışında, halkçı-demokratik yönetimlerin iş başında olduğu Bolivya ve Venezuela emperyalist tam ilhak sürecine direnmekteler. Böylece görmüş oluyoruz ki, emperyalist hegomanya her yerde geriliyor, çöküyor.

Burada fay hattının en doğu ucuna geliyoruz: Doğu ve Güney Asya. Kore ve Tayvan, en önemli gerilim alanlarıdır burada. Buna ek olarak NATO’nun Pasifik’e genişletilmesiyle ilgili olarak Japonya, Avustralya ve Filipinler’i içerecek bir alana yayılan genel bir kutuplaşma da söz konusu. Güney Kore’nin faşist yönetimi üzerinden KDHC’ye; Japonya-Filipinler-Avustralya ve Tayvan üzerinden Çin’e yönelik saldırganlık geliştiriliyor.

ABD-NATO emperyalizminin özellikle Çin’i savaşa çekmek için nasıl kışkırttığını görüyoruz. Tayvan’ın “Doğu Asya’nın Ukraynası” olması için her şeyi yapıyor. Tıpkı “son Ukraynalı’ya kadar savaşı” sürdürmek istemesi gibi, burada da “son Tayvanlıya kadar savaş” istemekte. Üstelik tüm bunları ikiyüzlü bir şekilde “tek Çin politikasına bağlıyız” diyerek yapmakta. Tayvan’a silah ve mühimmat satmaya hız verdiler. En son Alman savaş gemisi örneğinde olduğu gibi NATO savaş gemileri Çin-Tayvan boğazından geçişler yaparak Çin egemenliğine meydan okuyorlar. Pervasız bir şekilde Çin Halk Cumhuriyeti’ni bir savaş için kışkırtıyorlar.

Tayvan’daki ayrılıkçı yönetim, tıpkı 2008’de Gürcistan’da Saakaşvili’nin yaptığı gibi ülkeyi felakete götürecek adımlar atıyor. Bir silahlı çatışma durumunda Çin Halk Ordusu donanmasının uygulayacağı bir ablukaya 10 gün ile 30 gün arasında dayanabilecek durumda olan Tayvan’ın, ABD-NATO emperyalistlerinin sürüklediği felaket yolunu tutması, sadece Tayvan’ın yıkımıyla sonuçlanmaz. Emperyalistler açısından asıl önemli olan, Çin’in böyle bir çatışmaya çekilerek gelişiminin yavaşlatılması, iktisaden zor duruma düşürülmesi, ve daha önemlisi, askeri açıdan yeterince güçlenmeden sahada askeri olarak yenilmesi.

Çin Halk Ordusu kendisini her açıdan hızla güçlendiriyor. Rusya ile geliştirilen stratejik ortaklık, askeri teknoloji açısından Çin’e büyük katkılar sunuyor. Ama nihayetinde Tayvan sorununun bir savaş yoluyla çözülmesi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin ve ÇKP’nin en son isteyeceği şeydir. Bütün kışkırtmalara rağmen Tayvan sorununun savaşla değil, “tek Çin politikası”na uygun bir şekilde, barış içinde çözülmesi ÇKP ve Çin yönetiminin temel önceliğidir. Emperyalist savaş planlarının boşa çıkarılması, dünya komünist hareketinin de temel aldığı görüştür. ABD-NATO ve diğer emperyalistlerin tüm dünyayı sürüklemek istediği yıkım savaşını engellemek gerek. Bunun için iki temel yön var. Birincisi, emperyalist yıkım savaşına karşı olan güçleri, antiemperyalist, antifaşist temelde bir araya getirecek bir “birleşik cephe” faaliyetidir. İkincisi ve en az bunun kadar önemli olan, Lenin’in yüz yıl önce vurguladığı gibi, “gerçek enternasyonalistler” olarak “kendi ülkemizde devrimi başarmak” görevidir. Nükleer silahlar çağında emperyalistleri “askeri olarak yenmek” bir nükleer felaket anlamına gelebilir. Çıkış yolu, tüm ülkelerde toplumsal devrimlerin başarısıdır. Tek sözle dünya devriminin geliştirilmesidir.

Haziran ayında Rusya-KDHC “Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması” imzalandığında, bunun adı konulmamış bir “Birleşik Cephe” yolunda önemli bir adım olduğuna dikkati çekerek, gazetemizde şöyle yazmıştık:

“Emperyalizme karşı adı konmamış bir ‘Birleşik Cephe’nin temelleri atılıyor ve bunun geri dönüşü olmayacak. Çünkü bu sürece yol açan başlıca etken emperyalist saldırganlığın bizzat kendisidir ve emperyalistlerin bu saldırganlıktan vazgeçme koşulları bulunmuyor. Aksine, emperyalist devletler, sistemin çöküşünü önlemek için daha saldırgan politikalara sarılmak zorunda hissediyorlar kendilerini.

Emperyalist devletler saldırganlaştıkça saldırı altındaki uluslar ilk fırsatta başkaldırının yollarını arıyorlar. Afrika ezilen halklarının ABD ve Fransız emperyalizmini kıtalarından kovmaya başlamaları; Latin Amerika kıtasında pek çok ulusun emperyalist devletlere başkaldırmaya başlaması emperyalizme karşı bir ‘Birleşik Cephe’nin temellerinin gün geçtikçe genişlediğini ve sağlamlaştığını gösteriyor. Küba, Venezuela, Nikaragua ile Çin, KDHC, Rusya arasındaki ilişkiler düşünüldüğünde bu temellerin genişliği ve sağlamlığı daha iyi anlaşılır.

Buraya kadarı devletler arası ilişkiler ağını ifade ediyor. Ama en az bunun kadar önemli, belki de bundan da önemlisi, dünya işçi sınıf, ezilen, sömürülen, emperyalistler tarafından baskı altına alınan halklar ile devrimci komünist partiler arasında gelişmekte olan antiemperyalist bilinç, mücadele ve birlik isteğidir. Çeşitli devrimci komünist partiler tarafından oluşturulan ‘Dünya Antiemperyalist Platformu’ emperyalizme karşı oluşturulacak bir cephenin çekirdeklerinden biri olmaya aday.

Dünya işçi sınıfı, ezilen, sömürülen emekçi halkları, devrimci, demokrat güçler emperyalist devletlere karşı başkaldırıyorlar. Filistin devrimine destek gösterileri bu gerçeği tartışmasız ortaya koydu.

Emperyalizme karşı oluşacak bir birlik aynı zamanda antifaşist bir karakter taşıyacaktır. Çünkü, günümüzde emperyalist devletleri faşizmden ayırmak, ayrı tutmak mümkün değil. Faşizm ile emperyalist devletler, emperyalist hükümetler; nihayetinde emperyalist mali sermaye iç içedir. Ukrayna bize bunun örneğini sundu; Suriye ise bir başka örnek oldu.

Rusya, Çin, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti arasında gelişen ittifak ve stratejik ortaklık ilişkileri emperyalist-kapitalist sistemin çöküş sürecini hızlandıracak.”

Dünyamız bir eşikte. Çeyrek asır önce “yeni evre” adını verdiğimiz bu dönem, iki temel yön içeriyor. Bir tarafta küresel başkaldırıları, isyanları, devrimleri, devrim girişimlerini, antikapitalist eylemler zincirini, devrimci gelişmeleri; diğer tarafta emperyalist-kapitalist sistemin çöküşünü yaşıyoruz. Bir yanımızda tüm insanlığın ve doğanın yok oluşu anlamına gelen nükleer felaket ve yıkım savaşı; diğer tarafta tüm dünyada gelişen küresel devrimci durum ve iç savaş var. Bu koşullardan ya sosyalizmin yolunu açacak devrimlerle çıkılacak, ya da çürüme ve çöküş tüm toplumu ve doğayı yok oluşa sürükleyecek. Günümüzün temel ikilemi budur!

Şimdi devrim zamanı!