TC’nin Afrin’e yönelik işgal tehditleri, sınıra askeri yığınak yapması, dinci-faşist çetecilerin tekrardan silahlandırılıp sınıra sevk edilmesi bir süredir gündemdeydi. İçerde oluşan dağınıklığı, güvensizliği, belirsizliği giderebilmek ve siyasal olarak güçlü görünebilmek için dinci-faşist iktidar bu sefer de savaş yolunu seçti. Fakat bu sefer içerideki devrimci, ilerici güçlere karşı değil, dışarıdaki özgürlük için mücadele eden güçlere karşı...
Böylece, uzun süredir daha dolaylı yollardan taraf olduğu Suriye savaşını başka bir boyuta taşıdı. Daha önceden Rojava topraklarına yönelik top atışları ile yetinen, dinci-faşist tosuncukları eğitip, donatıp Suriye topraklarına sokan iktidar, hem Kürt halkının özgürlüğünün düşmanı olduğu, hem de şovenist bir histeri ile faşist, milliyetçi bir iklim oluşturmaya çalıştığı için savaşın aktif örgütleyeni, planlayanı, gerçekleştireni konumuna geldi.
Afrin, İdlip ve Halep’e komşu olması itibariyle Suriye savaşında önemli bir yer tutuyor. İdlip’te dinci-faşistlerin Rusya destekli Suriye ordusu tarafından süpürülmesi dinci-faşist iktidarın eteklerini tutuşturdu. Suriye’nin geleceği hakkında söz sahibi olabilmek ve Rojava Devrimi’nin önünü alabilmek için geçtiğimiz yıl IŞİD’le mücadele adı altında TSK, ÖSO’cu çeteler ile birlikte Cerablus-Azez hattına girerek Rojava kantonları arasına girdi ve bölgede kendini kalıcı bir varlık olarak ilan etti. Daha sonrasında ise Astana görüşmelerinde garantör ülke olarak ortaya çıkan TC, İdlib’e girme fırsatını yakaladı. Fakat dinci-faşist tosuncukların İdlib’ten de süpürülmeye başlaması ile Afrin’e yönelik işgale hız vermeye başladı.
Bu birkaç gündür gerçekleşen hava saldırıları ve sızma girişimlerine karşı Kürt güçleri kendini savunuyor, karşılık veriyor. Bunu gören sermayenin diğer kesimleri dinci-faşist iktidarın kazanacağından emin olabilmek için "hava desteği ve Rusya'nın izni varsa sizi destekleriz" şeklinde açıklamalarda bulundu. Diğer faşist partiler ise işgalin arkasında hemen hizalandı. Fakat bilcümle bütün karşı-devrim güçleri, zaferden emin olmasa da bunun bir varlık yokluk savaşı olduğunu bildiği için tek çare olarak dinci-faşizmle kenetlenme ve sonuna kadar savaşmayı hedefliyor. T.C uçaklarının Afrin üzerinde uçuş yapabilmesi ancak Rusların izniyle gerçekleşebilirdi ve bu izin verildi. Bu iznin verilmesi, Kürt halkına yönelik saldırıların önünün asla kapitalist devletler veya emperyalistler tarafından alınmayacağının da açık kanıtıdır.
Bu saldırının Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimine de birçok yansıması olacaktır. T.C sermayesi ve devleti ayakta kalabilmek, tutunabilmek için bir adım bile geri adım atmamaya çalışıyor, içerde güçlü görünebilmenin bir aracı olarak şoven ve milliyetçi dalgayı kullanmaya çalışıyor, çalışacak. Tarihte bunun sayısız örneği vardır, Alman, İtalyan faşizmi halklar arasında kin ve nefret duygularını ekmeyi, kendilerine toplumun en gerici, en lümpen kesimlerinden bir kitle toplamayı başarabilmiş ve bu kitleyi her zaman aktif olarak savaşın ön cephelerine sürmekten çekinmemiştir.
Şimdi dinci-faşist iktidarın buna benzer bir politika güttüğünden kimsenin kuşkusu olmasın. Ayrıca dinci-faşizm SADAT, HÖH gibi paramiliter unsurları destekleyip, önlerini açarak son çarpışmaya hazırlanıyor. Fakat siyasal olarak yönetememe krizinin bu kadar büyüdüğü ve ekonomik bakımdan da krizin derinleştiği bugünlerde, analistler bile T.C ekonomisinin bu kadar kapsamlı ve uzun süreli bir dış savaşı kaldıramayacağını ortaya koyuyor. Savaşın en büyük yıkımı elbette emekçilere, işçilere, yoksullara olacak. Fakat halklar artık katlanılmaz hale gelen bu hayat koşullarına, bu baskı dalgasına karşı harekete geçmenin yollarını arıyorlar. Karşı-devrim cephesi ise, sokağa çıkabileceklere karşı tehditleri savurmayı ihmal etmiyor.
Peki bu saldırı dalgasının tam da ortasında gençlik içinde nasıl bir kampanya yürüteceğiz? Sadece 'Savaşa Hayır, Barış Hemen Şimdi' gibi pasifist söylemlerle mi yetineceğiz? Yoksa Kürt halkı ile gerçek bir dayanışma örneği gösterebilmek için gençlik olarak üniversite, lise, sokaklarda militan bir mücadele mi örgütleyeceğiz? Daha önce yazılarımızda birçok defa belirtmiştik, devrimimizin birleşik karakterli oluşu, ezen ulusun özgürleşmesinin ancak ezilen ulus ile birlikte bir mücadele sergilemesiyle, yani bu somutta Türkiye halklarının, işçi sınıfının Kürt halkının talepleri ve özgürlüğü için mücadele etmesiyle sağlanabilir. Şovenizm, milliyetçilik gibi zehirlerin etkisi altında olan ezen ulus işçi ve emekçilerinin, gençliğinin bu zehirden kurtarılması ve gerçeklerin önündeki sis perdesinin aralanması gerekiyor.
Yoksul Kürt halkının haklı mücadelesini savunmak, şovenist histeriye karşı enternasyonalizmi her yere taşımak biz devrimci gençliğe düşüyor. Yani biz Denizler gibi militan bir mücadeleden yanayız. Birleşik mücadele taktiklerinin, pratiklerinin tartışıldığı bu günlerde devrimci gençlik örgütleri olarak ilk somut görevimiz ilerici gençlik kesimlerini bu işgale karşı harekete geçirmek olmalıdır. Yakın zamanda okulların ikinci dönemi açıldığında bu ağzı salyalı faşistleri okullarda barındırmamak, devrimci bir rüzgarın esmesini sağlamak, bizlerin cüretkar pratikleriyle olacaktır. Nesnel durum bizlere istediğimiz koşulları sunuyor. Harekete geçmek için beklemenin anlamı yok. Kürt halkıyla dayanışmayı yükseltme zamanı! Zafer saati yakındır!
UMUT GÜNEŞ