Son süreçlerde çevremize bir baktığımızda birçoğumuz ‘Bu ülkede artık yaşanmaz’, ‘En iyisi yurtdışına yerleşmek’, ‘Okulu bitirip, hemen yurtdışına yerleşeceğim’ gibi söylem, istek veya ifadeleri duyuyoruzdur. Bu ifadelerin toplumda edindiği yer ve temsil ettiği sınıf katmanları ise oldukça da geniş.
Böyle geniş bir kitlenin yaşadığı topraklardan ayrılmak, arkasına bile bakmadan bu coğrafyadan çıkmak istemesinin nedenleri neler peki? Bu ifadelerin hayat bulabilme ve gerçek bir çözüm olma ihtimali üzerine ne düşünürsünüz? Bunlara cevap vermeyi biz de diliyoruz. Fakat cevabı vermeden önce gelin biraz yaşadığımız toprakların ne durumda olduğuna ve toplumdaki bazı kesimlerin neden bu ifade ve istekleri sıraladığına bir bakalım.
Yaşadığımız topraklarda, Ortadoğu’da ve genişletecek olursak dünya genelinde emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı gericilik, çürüme, yozlaşma had safhada. İnsan emeğinin sömürüsü, işçi ve emekçilerin üretim ve tüketim sistemi sonucunda yabancılaşması, insan ilişkilerinin çürümesi dünyanın her yerinde yoğun olarak yaşanan bir durum. Sömürü sistemi, gelir adaletsizliği, kapitalist sistemin toplumsal, ideolojik olarak geri bir sistem olması kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu her yerde hissedilen bir olgu. Özelde gericiliğin biçim ve uygulanışları, bireyi toplumdan izole etme, yalnızlaştırma yöntemleri sermaye sınıfının farklı kesimleri ve dünyanın farklı bölgelerinde değişim göstermekte. Özele inecek olursak Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’da emperyalizm işbirlikçisi dinci faşist iktidarların, örgütlerin bölge halklarına yönelik yıkıcı saldırıları, uygulamaları, insanlığı hiçe sayan davranışları bugün bu topraklarda yaşayan her genci, kadını, emekçiyi etkilemektedir. Türkiye’deki dinci-faşist iktidar hem içerde hem de dışarda savaş politikası, dindar ve kindar bir nesil yetiştirme çalışmaları özellikle genç kuşaklar üzerinde tehdit edici boyutlara ulaşmış durumda. Yoğun emek sömürüsünün, korkunç çalışma koşullarının, açlık seviyesinden de düşük maaşların, yaşam ve gelecek derdinin bu kadar çok olduğu topraklarda, dinci-faşist iktidar hiç durur mu? Toplumda bir güç olabilmek, devrimci güçlere karşı mücadele edebilmek için yoğun bir saldırı, baskı, yasaklama dalgası ile binlerce ilerici işçi, emekçi işsiz, binlerce devrimci, demokrat, yurtsever tutuklu. Eğitim sisteminde piyasalaşan, gittikçe gericileşen bir eğitim sistemi, şeriatın, şehadet gibi gerici akım ve ideolojilerin gençliğe empoze edilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Tablo ne kadar da ürkütücü görünüyor değil mi? Saymaya devam edelim, her yerde yasaklamalar, ses çıkarmanın, kişinin kendisini ifade etmesinin engellenmesi, yükselen bir ırkçılık, dincilik, doğanın talanı, pedofili, kadın tecavüzleri, çocuk istismarları… Listemizi uzatabiliriz, fakat şu anki durumu şöyle bir inceleyen herkes için yeterli olacaktır. Bölge gericiliğinin, karşı-devriminin, emperyalizmin jandarmalığının üssü durumundaki topraklarda yaşayan bu karamsar tabloyu gören, faşizmin bir şekliyle temas ettiği, hayatını etkilediği ve tehdit ettiği her insan elbette başlangıçta umutsuzluğa, yılgınlığa ve belki de korkuya düşecektir. Faşizm bunu bildiği için özellikle de toplum içinde korku ve güvensizlik yaymaya çalışır. Burada sermaye sınıfının, onun temsilcilerinin ve toplumdaki sözcülerinin, paralı hizmetkarlarının örgütlenmeye açık, devrimcilere sempati duyan kesimler üzerinde uyguladığı psikolojik savaş ve sinir harbi devreye giriyor.
Türkiye ve Kürdistan’da dinci-faşizmin IŞİD gibi dinci faşist örgütleri, sivil faşist güçleri örgütleyip her seferinde sokağa salması, devrimciler ve örgütlü güçler üzerinde uygulanan ağır baskılar, yoğun tutuklama, katliam ve yıldırma politikalarıyla devrimcilerin saflarında bir dağınıklık yaratmış durumda. Ancak düşmanın saldırılarının bu kadar sert olmasının, devrimci kitlenin saflarındaki dağınıklığı açıklamaya yetmesini bekleyemeyiz. Bu ülkede siyasal arenada devrimi güncel ve hazırlık gerektiren bir olgu olarak görenlerin örgütlü güçler içerisindeki sayısı çözümü düzen içi değişim veya iyileştirmelerle veya AKP’nin geriletilmesiyle mümkün olacak diye düşünenlerden çok daha az. Evet, ülkede ense karartmak isteyenler için veri çok. Dünya genelindeki duruma baktığımızda ise, yaşadığımız topraklardan farklı bir şey göremeyiz. Dünya genelinde sistemin çöküş sürecini yaşamasıyla birlikte ciddi boyutlara ulaşan çürüme, yoksulluk, yükselen bir gericilik mevcut. Dünya halklarının önünde sadece kapitalizmin çürüme sorunu durmuyor, aynı zamanda doğanın yok olma tehlikesi ile de karşı karşıyayız. Küresel ısınmanın etkileri gittikçe her yerde ciddi boyutlarda hissedilebiliyor. Dünyanın hangi köşesine giderseniz gidin, Amerika’da, Avrupa’da, Asya’da savaş tehdidi hiç olmadığı kadar büyük, faşist dalga tekrardan yükselişte. İşte bugün çevremizde duyduğumuz ‘Artık buralarda yaşanmaz, başka yerlerde yaşayalım’, ‘Gidersek kurtuluruz’ söylem ve ifadeleri dünyanın her köşesinde yükselen sorunlar, çelişkiler, savaşlardan ötürü sadece anı kurtarabilir. Hem milyonlarca işçi, yoksul, göçmen dünyanın neresine gidecek? Bu ifadelere karşın bizler ancak toplumsal olarak devrimcileşirsek ve bu düzenin çarklarını bir devrimle yıkıp yeniden kurarsak değişecek.
Durum bu kadar ciddiyken dünyanın değişeceğine inananlar, onun için çarpışanlar, sokakları terk etmeyenler olarak tarihin bizi sınadığı bugünlerde bu sınavdan geçebilecek miyiz? İşte bugün, toplumsal patlamaların, devrimlerin eşiğinde olan dünyamızda, ya emekçi halkların devrimcileşmesine öncülük edeceğiz; ya da sürecin elimizden kaçmasını izleyeceğiz. Bu bağlamda her birimizin -sempatizan veya kadro-, devrime daha fazla ne verebilirim, örgütlü gücümüzü nasıl daha genişletebilirim üzerine düşünmesi gerekiyor. Gençlik içinde çalışma yürüten bizlerin örgütlenme şansı daha fazla ve daha hızlı olabiliyor. Tarihin bizi sınadığı bu günlerde gençlik inisiyatif alarak, öne atılarak, cüretli pratiklerle yolu açabilecektir.
Umut Güneş