Biliniyor, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “helalleşme yolculuğuna çıkma kararı aldım” sözleriyle yeni bir yolculuğa yelken açtığını duyurdu. İfadeden de anlaşılacağı gibi, kararı kendi kendine almış. En azından, emekçi sınıfları, Kürt halkını, durumun böyle olduğuna inandırmak istiyor.
Normalde, gülünç ve ciddiye alınmayacak bir şeydir. En güzel yaptığı iş, RTE'ye soru sormak olan bu adamın sayısız gülünç açıklamalarından bir diye gülüp geçmek gerekirdi. Ancak liberal kesimlerden ve uzlaşmacı küçük burjuva partiden bu açıklamayı ciddiye almakla yetinmeyen, fakat aynı zamanda destekleyen açıklamalar gelince durumun böyle olmadığı anlaşıldı.
Örneğin, uzlaşmacı küçük burjuva partilerden birinin eski Eş Genel Başkanlarından biri, Kılıçdaroğlu'nun bu gülünç “yolculuğu”na şu sözlerle “tarihi bir önem” atfediyor:
“Sayın Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz hafta, helalleşme kavramını kullanarak önemli bir açıklama yaptı. Her türlü siyasi taktik hesaptan, ittifak ve seçim tartışmalarından bağımsız bir şekilde, Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasını toplumsal uzlaşma ve ülkemizin iç barışı açısından çok önemsiyor ve yürekten destekliyorum. Çünkü geçmiş hatalarımızla samimi, dürüst ve cesur bir şekilde yüzleşip karşılıklı helalleşmeden hiçbir sorunumuzu kalıcı olarak çözemeyiz. Bu nedenle, Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP’nin Genel Başkanı sıfatıyla yapılmış bu açıklama tarihi önemdedir ve mutlaka sahiplenilmesi, desteklenmesi ve güç verilmesi gereken ciddi bir adımdır.”
Kişilerle işimiz olmaz bizim. Bu yüzden buradaki sözleri özel olarak eleştirmek değil amacımız. Fakat bu sözlerle ifade edilen bakış açısının kişiyle sınırlı olmadığını; emekçi sınıflar ve ezilen halklar adına hareket edip, burjuva sınıfla, sömürü düzeniyle, faşist devletle uzlaşmak için büyük çaba harcayan geniş bir kesimin paylaştığı bakış açısı olduğunu biliyoruz. “Helalleşme” kavramıyla dile getirilen bu uzlaşmacı siyaset anlayışının teşhir ve tecridi, birleşik devrimin gelişimi açısından zorunlu.
Öncelikle şuna işaret edelim: Kılıçdaroğlu şahsında gerçekte CHP'nin, ya da burjuva sınıfın bir kesiminin de diyebiliriz, bu açılımını, kullanılan kavramın “dini/dinci” içeriği nedeniyle desteklemeyenler de var. Ancak bu eleştiri öze ilişkin değildir ve ciddiye alınamaz. Çünkü, bu eleştiri sahiplerinin kendileri de bir sürü dini/dinci kavramı günlük yaşamda dillerinden düşürüyor değiller. “Şehit” kavramı bunların başında gelir; üzerinde durmuyoruz.
“Helalleşme” kavramıyla yapılmak istenen çok açık: “Toplumsal barış” ya da aynı anlama gelen “toplumsal uzlaşma”. Yani emekçi sınıfları, Kürt halkını, yoksul kitleleri, ezilen, sömürülen milyonları, kendilerine tüm bu acıları yaşatanlarla uzlaştırmak, barıştırmak. Her şeyden önce, Kürt halkını, kurulduğundan bugüne üzerinde katliamları eksik etmeyen, çocuklarını zırhlı araçlara ezdirerek katleden, her türlü özgürlüğünü elinden alan, topraklarını ilhak eden faşist devletle uzlaştırıp barıştırmak. Ne karşılığı? Kılıçdaroğlu ve partisinin “helalleşme yolculuğuna” karar vermiş olmaları yetiyor; bunun dışında bir “hiç” karşılığı.
Yani diyelim ki, Maraş'ta, Sivas'ta, Çorum'da, Diyarbakır'da, Suruç'ta... saymakla bitmez; katledilenlerin yakınları, bizler, hepimiz, milyonlar Kılıçdaroğlu ve partisi gelip şöyle bir sarılıp sırtımıza bir iki şaplatınca her şeyi unutup her şeyden, özgürlüğümüzden, insanca yaşam hakkımızdan, hepsinden vazgeçeceğiz! Aklı başında, düşünmesini bilen her insanın komik bulacağı bir “fantazi” değil mi?
Emine Şenyaşar, iki oğlunu ve eşini dinci faşist bir milletvekili ve aşiretinin vahşice saldırısı sonucu yitiren bu acılı kadına gidin bir sorun hele; bakalım ne diyecek? Sormaya gerek yok; daha dün, “zalimlere karşı birleşin” diyerek, mücadele çağrısı yaptı; düşmanıyla uzlaşma ya da barışma değil. Düşünmesini bilmeyen bu adamlar, gitsinler de Roboski'de katledilen yoksul Kürt köylülerine sorsunlar bakalım “Helalleşme”nin nasıl olacağını!
Elbette, bu sözlerimiz pratik, güncel yaşama ilişkindir. Ama daha genel düşünüldüğünde durum farklı mı olur? Uzlaşmaz çıkarlara sahip sınıflara bölünmüş sınıflı bir toplumda “toplumsal uzlaşma” ya da “toplumsal barış” mümkün mü? Tarihten bu güne hiç bir cin fikirli bunun tılsımlı formülünü bulamadı. Sadece kapitalizme özgü bir şey değil, köleci toplumlardan bu yana ne toplumsal barış, ne toplumsal uzlaşma mümkün oldu.
Olamaz da! Aksine, tarih, sınıflar savaşının tarihi olarak gelişti. Kapitalizmde ise bu çok daha böyledir. Sömürenle sömürüleni; ezenle ezeni, patronla işçiyi; katledenle katledileni kişisel olarak değil, toplumsal olarak, barıştırmayı başaran kimse ne çıktı, ne de çıkabilir. Bu iş, cin fikirlilerin, kendini çok zeki sananların ya da belki de tuzu kuruların sihirli sözcükleriyle olacak bir şey değil.
Toplumların barış içinde, büyük uzlaşı içinde, savaşsız, şiddetsiz yaşayacakları bir ortam olmayacak mı? Elbette olacak! Kapitalist özel mülkiyet ve bunun bir sonucu olan emeğin sömürüsü bir devrimle ortadan kaldırıldığında; burjuvazinin ekonomik ve politik egemenliğine tüm kurumlarıyla son verildiğinde toplumun ezici bir çoğunluğu özlenen o büyük barışa erişecek. İnsanlık, bu mutlu çağa ulaşana kadar, tarih sınıflar savaşı tarihi olarak ilerlemeye devam edecek. Başka yol yok.
Tarihin bu akış dinamiğini “helalleşme”yle değiştireceğini sanan Kılıçdaroğlu ne kadar da gülünç!