Sosyal reformist partiler ve uzlaşmacı küçük burjuva parti hakikaten acınacak haldeler. Aşağı tükürseler dinci faşist AKP-MHP ittifakı. Yukarı tükürseler, “Kandil'i yerle yeksan etmezsem Kılıçdaroğlu demesinler” diyen Kılıçdaroğlu ile “HDP'yi PKK'nin yanına konumlandırıyorum” diyen, geleceğin başbakanlığına aday faşist Meral Akşener'in başını çektikleri, Davutoğlu'ndan, Babacan'a oradan Temel Karamollaoğlu'na kadar ne kadar gerici-faşist varsa hepsinin iğrenç bir bulamaç gibi oluşturdukları ittifak.
İçinden nasıl çıkacaklarını düşündükleri açmazları şurada: Önümündeki seçimlere -ki yapılıp yapılmaması dinci faşist iktidarın kazanmayı garantilemesine bağlı- ayrı, bağımsız bir güç olarak katılsalar “oyları bölecekleri” için, geriletmeyi arzu ettikleri “AKP-MHP faşizmi”nin ekmeğine yağ süreceklerini düşünüyorlar. Yok, bağımsız güç olarak katılmaz da “millet ittifakı” denen iğrenç bulamacın kuyruğuna takılırlarsa hem bu ittifakın kendilerini muhatap alıp “adam yerine” koymamasını, hem de gerici faşist partilerin kuyruğuna takılmış olmayı emekçi sınıflara anlatamayacaklarını görüyorlar.
Parlamento seçimlerinde durum kabaca böyle. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise durumları daha vahim. Haliyle daha acınacak haldeler. Bu seçime kendi adaylarıyla çıkarlarsa, üç adaylı bir seçimde RTE'nin yani “tek adam rejimi”nin başının seçilmesini kesinleştirmiş olacaklar. Zaten bu yüzden AKP'lilerin onları alttan alta “kendi adaylarını” çıkarmaları için teşvik ettikleri söylentisi var. Kendi ortak adaylarını çıkarmayıp gerici faşist “Millet İttifakı”nı desteklerlerse ne politik kimlikleri kalacak, ne de Kürt halkına, emekçi sınıflara bu durumu izah edebilecekler. Nereden tutsalar ellerinde kalıyor.
Burjuvalar, kabul etmek gerekirse “kurt adamlar.” Bu, yürüyen merdivene ters yönden binecek kadar cahil olan Kılıçdaroğlu da olsa... Sosyal reformist partilerin çaresiz olduklarını ve kuzu kuzu peşlerine takılacaklarını biliyorlar. Onun için “Millet İttifakı”nı oluşturan partiler adına CHP tarafından muhatap alınmak için çağrı üstüne çağrı yapıp durdukları halde bir yanıt bile alamıyorlar. Daha önceki makalelerimizden birinde bu duruma işaret etmiştik.
Böylece, komik duruma düşmekten ve politik kişiliksizliklerini sergilemekten başka bir işe yaramıyor bu çağrılar. Çünkü çağrı yaptıkları kişi ve parti onlara yanıt verme tenezzülünde bile bulunmuyor. El altından ne tür ilişkilerin, pazarlıkların döndüğünü bilemeyiz elbette. Ama kamuya açık bir muhatap alınmanın olmadığını biliyoruz.
Bir istisna oldu; onu da not etmeliyiz. Kürt halkının omuzlarına basarak, girmeyi çok arzuladıkları o burjuva parlamentonun “mebusu” olduktan sonra omuzlarına bastığı Kürt halkına “hadi bana eyvallah” diyen kişi, TİP Genel Başkanı olarak, yani politik iddiasını bir an için doğru kabul edersek, “işçi sınıfının öncü müfrezesinin lideri”, burjuva politik lider kabul edilebilecek Kılıçdaroğlu'ndan bir randevu koparıp görüşmüş. Ne görüşmüş, elbette ne biz ne de emekçi sınıflar biliyor. Bilinen tek şey, TİP Genel Başkanı'nın Kılıçdaroğlu ile mutluluktan dört köşe olduğu her halinden belli bir resim çektirebildiği ve kendilerine “sosyalist”, kim bilir belki de “komünist” sıfatını yakıştıran bu adamların “misafirperverliklerinden ötürü “Sn. Kılıçdaroğlu ve CHP Genel Merkezi'ne teşekkür” ettikleridir.
Öyledir; burjuvalar her zaman kaba, küstah, kibirli, nobran davranmazlar. Örneğin, Demirtaş'ın “Ben dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve 'kahvaltıya geldik' derdim” sözlerine nasıl yanıt vermişti o faşist “Meral Hanım” bile? Hatırlayalım. Kısaca şöyle:
“Güneydoğu’da şöyle bir gelenek var, kan davalınız bile olsa kapınızı çaldığı zaman içeri alırsınız. Evin en yaşlısı tarafından karşılanır. Sonra kapıdan çıkıp gittikten sonra davanız devam eder.”
Yani dememiz o ki, meraklanmayın, burjuvalar kaz gelecek yerden -gerçi uzlaşmacı küçük burjuva parti olmasa, bütün sosyal reformist partiler toplanıp bir araya gelseler bir kaz etmezler ya- misafirperverliklerini esirgemezler. Ama “dava devam eder.” Kabul etmek gerekir ki, burjuvalar ve burjuvazinin politik önderleri, uzlaşmacı küçük burjuvalardan ve sosyal reformistlerden, kendi sınıf çıkarları bağlamında çok daha tutarlılar. Onlarda duygusallığa, gevşekliğe yer olmaz.
Sosyal reformist partilerin ve uzlaşmacı küçük burjuva partinin düştükleri durum gerçekten hazin. Bir sınıfın ya da ezilen bir halkın temel çıkarlarını program edinip de pratikte düşman sınıfın işine yarayacak şeyler yapmak zorunda kalan bir parti, iflah olmaz biçimde eğik bir düzleme basmış demektir. Anlık durumları ne olursa olsun dibi boylamaları kaçınılmaz. Bu sözünü ettiğimiz nitelikteki partilerin tümü, şimdi işçi sınıfını, emekçileri, Kürt halkını nasıl iktidara taşırızın değil de, burjuvazinin hangi kanadını iktidara taşırızın derdine düşmüş haldeler.
Bunda bile, iki saman yığını arasında kararsız kalarak açlıktan ölen Buridan'ın eşeği misali, neye karar vereceklerini bilemiyorlar. Burjuva zeminde bile olsa, kendi program ve iddialarına sahip çıkıp kendi ortak adaylarını çıkarsalar bir türlü; aday çıkarmayıp Kılıçdaroğlu'nu cumhurbaşkanlığına, Meral Akşener'i başbakanlığa; kim bilir belki de IŞİDsever Davutoğlu'nu Dışişleri Bakanlığı'na, Babacan'ı Maliye Bakanlığı'na taşıyacak bir politika izleseler bir türlü. Kendi iddialarına göre, “seçimler de yaklaşıyor.” Ne yapsalar acaba?
Sosyalist-komünist kimlik gösterip burjuvaziyle aynı zeminde at koşturmanın başka ne sonucu olabilirdi ki?
Burada temel sorun sınıf bilinçli devrimci öncü işçilerin bu partilerin burjuva sınıfla uzlaşmacı gerçek yüzlerini görüp tecrit etmeleridir. Onlar işçi sınıfını, emekçileri, Kürt halkını iktidara taşımak için değil, burjuvazinin bir kanadını iktidarda tutmak için birbirleriyle yarışıyorlar.