Bugünlerde en çok sorulan ve yanıtı merak edilen soru bu. Dinci faşist iktidar ve faşist devlet, RTE'nin ağzından, Rojava'ya saldırı hazırlığı içinde olduğunu açıkça ilan etti. Gizli saklı bir şey yok.
RTE, blöf mü yapıyor? Elbette değil. Fırsatını bulursa, yalnız Rojava'ya değil tüm Suriye'ye saldırıp mideye indirmeye çalışacak. Saklamıyor da! Emevi Camisinde Cuma namazını kılma hayalini dünyaya açıklamadı mı? Kısacası, faşist devletin ve başındaki adamın Rojava'ya saldırı isteği çok açık. Sorun, bunu göze alıp almayacağında.
Aslında soru bu biçimde sorulmalı. Saldırmayı göze alacak mı?
Bu soruya yanıt babında önce herkesin üzerinde hemfikir olduğu noktaya biz de işaret edelim: Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, ABD ve Rusya'dan yeşil ışık almadan, normal koşullarda, bir işgal harekatına girişmez. Bu durumda bir başka soru ortaya çıkıyor. Peki, ABD ve Rusya faşist devlete ve dinci faşist iktidara, Rojava'ya saldırması için, yeşil ışık yakarlar mı? Birinci nokta herkesin üzerinde anlaştığı bir nokta ise, ikinci soru da herkesin ayrıştığı sorudur.
Önce ABD'ye bakalım. Gerçekte ABD, Rojava güçleriyle ilişkisi hatırına Türkiye'yi gözden çıkarma pahasına Rojava'da kırmızı ışık yakar mı? Bu soruya “evet” yanıtı vermek için çok az; “hayır yakmaz” yanıtı vermek için pek çok neden var.
Tek tek saymaya ne gerek var, ne de kısa bir makalenin hacmi uygun. Şu kısa özet, anlamak isteyen için fazlasıyla yeter. ABD'nin stratejik önceliği, topyekun bir dünya savaşını da tetikleme pahasına Rusya ve Çin'i kuşatmak. Bu sadece ABD'nin değil, İngiltere'sinden Almanya'sına; Fransa'sından Japonya'sına; İtalya'sından İsveç-Norveç'ine kadar akla gelebilecek tüm emperyalist kapitalist ülkelerin üzerinde birleştikleri ortak stratejik hedeftir.
Bu hedef çerçevesinde Türkiye, güçlü bir orduya sahip bir NATO üyesi devlet olarak ABD ve diğer emperyalistler için vazgeçilmezdir. ABD'nin Rojava güçleriyle ilişkisi, taktiksel ve sınırlı amaçlara yöneliktir. Bunu kendileri de, en yetkili ağızlardan çeşitli biçim ve ifadelerle ortaya koyuyorlar. Son bir örnek, ABD Savunma Bakanlığı sözcüsü John Kirby'den geldi. Bir kaç gün önce bir basın toplantısında, Demokratik Suriye Güçleri'yle ilişkilerinin sınırlarını ne olduğu sorusuna “Suriye'de spesifik olarak ve sadece IŞİD ile mücadele kapsamında ortaklık etmeye devam ettikleri yanıtını verdi.”
Okur, bu sözlerdeki “IŞİD ile mücadele” bölümünü yok sayabilir çünkü bu ifadenin tümüyle bir yalandan ibaret olduğu ve Suriye'de işgalci güç olarak bulunmanın bahanesi olarak kullanıldığı artık tüm dünya tarafından biliniyor. Geriye kalıyor “spesifik ortaklık.” Bu doğru zira, şimdilik Suriye'de asker bulundurmaya ihtiyacı var ve bu nedenle SDG ile ilişkilerini bu ihtiyaç sürdüğü müddetçe sürdürmek zorunda. Türkiye'ye gelince... ABD'nin Türkiye ile ilişkisi “spesifik” değil, stratejik! Kirby, bu ilişkiyi de şöyle tarif ediyor:
“Türkiye halen birçok ortak menfaatimizin olduğu değerli bir NATO müttefikidir. Biz, ittifak perspektifinden ortak güvenlik menfaatleri üzerine Türkiye ile çalışmaya devam etmek istiyoruz.”
Edecekler de!.. Rusya'nın Karadeniz, Kafkaslar üzerinden kuşatılması, Kırım’da, Balkanlar’da, Suriye'de, Libya'da ve daha pek çok yerde meşgul edilmesi için Türkiye gibi “emre amade” bir devlete ihtiyaçları var. Yeri gelmişken... ABD'nin Yunanistan'la yaptığı anlaşmaların, Dedeağaç'ta kurduğu üssün ve taşıdığı silahların, Akdeniz’de bulundurduğu savaş gemilerinin Türkiye'ye karşı olduğunu düşünmek için ya zırcahil ya da bilinçli bir şoven olmak lazım. ABD'nin, Ortadoğu'da saydığımız ve saymadığımız daha pek çok varlığı Türkiye'ye değil, Rusya'ya karşı konumlanma sonucudur. Bir NATO ordusu olarak Türk ordusunun Suriye'deki varlığı ABD ve NATO'yu rahatsız etmez, aksine bu onların arzuladıkları bir şeydir.
Rusya'ya gelince... Sondan başlarsak, bir NATO ordusunun Suriye'de bulunması, Suriye'de yaşamsal çıkarları olan Rusya'nın çıkarlarıyla hiçbir biçimde uyuşmaz. Rusya'nın “bütün yabancı askerler Suriye'den çıkmalı” demesinin böyle bir nedeni ve mantığı var. ABD, İngiliz ve diğer emperyalistlerin Rusya etrafında yaratmaya çalıştıkları kuşatmayı kırabilmesi için Suriye, Rusya açısından yaşamsal bir önem taşıyor.
Hayvan pazarındaki cambazlar gibi, politik çözümlemeleri “al-ver”den öteye geçmeyenler Rusya'nın Türkiye ile bir kaç milyar dolar ya da başka ekonomik çıkarlar için Rojava ve Suriye'nin kimi şehirleri için pazarlık yaptığını yayıp duruyorlar. Bu darkafalıların anlamadıkları şey, stratejik çıkarların davar satışı yapar gibi, “üç benden beş senden, hadi gel el sıkışalım” mantığıyla çözümlenemeyeceğidir.
Rusya, etrafındaki kuşatmayı kırmak, Akdeniz'de savaş gemileri bulundurmak, hava kuvvetleri için güvenilir üsler kurmak için Suriye'ye stratejik bir gözle bakıyor. Eğer Suriye kaybedilirse Akdeniz'e gemi indirmenin onun için hayal haline geleceğini en iyi kendisi biliyor. Bu, Rusya için, yaygın tabirle söyleyelim bir “beka” sorunudur. Suriye'nin Türkiye üzerinden ABD ve diğer emperyalistlere kaptırılması Rusya'nın sadece Akdeniz'i unutması değil, fakat aynı zamanda Karadeniz'i de unutması anlamına gelecek.
Bu yüzden Rusya, Suriye'de, dinci faşist çetelerle gerçek bir savaş halinde. Bunu şöyle de söylemek mümkün: Rusya aslında dinci faşist çeteler üzerinden Türkiye ile gerçek bir savaş içinde. ABD'nin IŞİD'le savaşı kusursuz bir yalandan ibaret. Rusya'nın dinci faşist çetelerle savaşı ise, günlük, saatlik verilen; havadan uçaklarla, helikopterlerle; karadan Suriye ordusuyla birlikte, tank, top, roket, elde ne kadar ağır silah varsa onlarla yürütülen gerçek bir savaş.
Demagoji yapmaya hazır darkafalılara hemen şunu söyleyelim: Rusya, tüm bunları kendi gerçek çıkarları için yapıyor; başkalarının çıkarı ya da hatırı için değil. Ama politik analiz yapma işine soyunanların hayvan pazarında pazarlık işini yürüten cambazların ufkunu kat kat aşmaları şart. Politik alanda at koşturmak, basit matematik işlemlerine benzemez. Güç ilişkileri üzerinde söz söylerken sınıfların ve devletlerin gerçek, yaşamsal çıkarlarının nerede olduğunu iyi kavramak lazım.
Türkiye'nin Rojava ve Suriye'de girişeceği işgal savaşlarında Rusya'nın herhangi bir çıkarı yok. Aksine, Rusya'nın çıkarı, Türkiye'nin işgal topraklarından çıkarılmasında, Suriye'nin şu ya da bu şekilde “istikrar”a kavuşturulmasında yatıyor. Türkiye'nin rüşvet babında Rusya'ya sunacağı ekonomik çıkarların bu stratejik çıkarlar yanında lafı bile olmaz. Bu yüzden, Rusya, Türkiye'ye Rojava'ya saldırı konusunda bugüne kadar “onay” vermedi. Tersini yapıyor. Tatbikatlarla gözdağı vermeye çalışıyor; Rojava devrimci güçleriyle Suriye yönetimi arasında diyalog kurmaya çalışıyor vb.
ABD'ye gelince... Türkiye'nin Rojava'ya saldırı izni isteğini şimdiye kadar onaylamamış olsa da net bir politika da ortaya koymuş değil. Ama biz, ABD'nin “Türkiye saldırmayacak” güvencesini verip Rojava güçlerine mevzilerini yıktırdıktan sonra Serakaniye-Tel Abyad işgali için Türkiye'ye yeşil ışık yaktığını dün gibi hatırlıyoruz.
Rusya'nın Türkiye'ye onay vermediği doğru. Ama, bu ne kadar doğruysa geçici, taktik hesaplar açısından Rusya'nın yarın ne yapacağının bilinemeyeceği de bir o kadar doğru. Dolayısıyla, Kürt halkının yeni işgal saldırılarını önlemesinin ve işgal altındaki toprakları kurtarmasının biricik güvenli yolu, Suriye halklarıyla mücadele birliği içinde işgalcilere karşı savaşmasıdır. Suriye'deki Baas iktidarının burjuva gerici, ilhakçı yapısını akıldan çıkarmadan, işgale karşı ortak bir savaşım içine girmek işgalin sona erdirilip toprakların kurtarılmasında etkili olacaktır.
Rojava devrimci güçlerinin Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bu yoldan ileri taşınacağını düşündüklerini görüyoruz.
Başlıktaki sorumuzun yanıtı burada yatıyor. Türkiye, Rusya ve ABD'den yeşil ışık almadan saldıramayacak. Suriye hükümeti ile Rojava devrimci güçleri arasında kurulacak bir ittifak ve bu ittifakın Rusya ile ilişkileri Türkiye üzerinde büyük bir caydırıcı etki yapacak.
Tüm bunlara rağmen bir çılgınlık yapıp yine saldırması halinde yıkıcı sonuçlarla karşılaşması kaçınılmaz olacak.