Vakanın içeriği biliniyor. Emperyalist-kapitalist devletlerden on tanesini Türkiye'de temsil eden Büyükelçiler, Osman Kavala’nın serbest bırakılması için ortak bir açıklama yaptılar. Bu on büyükelçi arasında ABD, Almanya, Fransa, Hollanda devletlerinin büyükelçilerinin olduğunu bilmek yeterli. Diğerleri ayrıntıdan ibarettir.
Kıyamet bundan sonra koptu. RTE, Osman Kavala'yı “Soros artığı” ilan etti. Selahattin Demirtaş'ı da terörist. Arkasından Büyükelçilere sordu: “Siz ülkenizde teröristleri serbest bırakıyor musunuz?” Gerçi, her iki tutuklu da henüz yargılanıyordu ama olsun; RTE onların ne olduğunu biliyordu ya!.. RTE'nin bildiğini “bağımsız” Türk Mahkemeleri” mi bilmeyecekti? Onlar, öyle kanıt manıt gibi ayrıntılara takılmadan, adamı gözünden tanırlardı. Aslında buraya kadarı iki tutuklu insan için oyunun trajedi kısmı idi.
Açıklamayı, üzerinde hiç düşünmeden değerlendirmeye kalkanlar gerçekten de bu on emperyalist devletin hükümetlerinin iki insanın serbest bırakılmasını istediklerini sanırdı. Ne de olsa emperyalist devletlerin büyükelçileriydi bunlar. Liberal ve uzlaşmacı küçük burjuvalar, bu işin arkasında Biden'ın parmağını gördüler. Biden ki, Başkan seçildikten sonra aylarca RTE'ye bir telefonu çok görmüştü. Dahası, yakınlarda yapılan bir zirve toplantısında RTE ile görüşmedi bile. Daha ne olsun!
Bir rehine olarak tutulan Osman Kavala'yı, içinde bulunduğu koşullardan dolayı bir tarafa bırakırsak... Sosyal reformistler, “uzmanlar”, uzlaşmacı küçük burjuvalar önce bu işe tamam gözüyle baktılar. Emperyalist devletlerin hükümetleri, üstelik bir iki de değil, on tanesi birden, dinci faşist iktidarı AİHM kararlarına uymaya çağırdıklarına göre bu iş bitti gözüyle baktılar. Esen rüzgarın yönüne eğildiler. Ama hiç zaman sektirmeden RTE, gürültülü çıkışını yapıp on Büyükelçinin “istenmeyen adam” ilan edilmesini isteyince bu sefer ters yöne yattılar. Bir o yana bir bu yana anlayacağınız.
Umdular ki RTE düşüncesinden vazgeçer. Ertesi gün daha kararlı bir açıklama ile Büyükelçilerin bir an önce sınır dışı edilmelerini istedi. Bu bahsettiğimiz tayfa, yani liberaller, uzlaşmacılar, “uzmanlar” vb. on büyükelçinin “persona non grata” yani istenmeyen adam ilan edilmesini “dünya tarihinde görülmemiş olay”, “ancak savaş zamanlarında olabilecek bir olay” vb. olarak değerlendirdiler. RTE'den umudu kestiler; bari Dışişleri Bakanlığı “sağduyulu” davransa da RTE'yi kararından vazgeçirse diye umut ettiler. Oradan da bir şey çıkmadı bahtlarına.
Bu arada RTE ve iktidarı on emperyalist devletin hükümetlerine kafa tutan bir anti-emperyalist kaftanını sırtına geçirmişti bile. Sokaktaki adamı ayartmak için iyi bir kılıktı. Partisi, hükümeti, bakanları bu kılıfı parlatan açıklamalar yaptılar. Bağımsızlık düşkünü, devletin egemenliğine toz kondurmayan “reis” algısı sokaktaki insanın kafasında pekiştirilmeye çalışıldı. Uzlaşmacılar, sosyal reformistler, liberaller “bu kadar devleti nasıl karşısına alır, bu savaş ilanı gibi” dedikçe RTE daha kararlı açıklamalar yaptı. Zavallılar nasıl bir oyuna alet olduklarının farkına bile varmadılar.
Oysa, biraz düşünseler, sorunun üzerine biraz düşünmeyi bilseler şu gerçeği görürlerdi: Emperyalist devletlerin hükümetleri, hepsine de gerek yok, bir iki tanesi, Osman Kavala'nın -hadi buna Selahattin Demirtaş'ı da ekleyelim- serbest bırakılmasını gerçekten istiyor olsalardı bunu çok daha sessiz, çok daha kolay, çok daha etkili biçimde yapabilirlerdi. Örneğin, Biden'ın RTE'ye selefi Trump gibi bir mektup göndermesi ya da Merkel'in RTE'in kulağına “bu kişileri derhal serbest bırakmazsan değil tekstil ürünleri benzeri ihracat malları bir domates, bir salatalık bile almayız; sana da değil tank top tüfek bir tornavida bile satmayız” demesi yeter de artardı bile.
Yok ya böyle olmaz diyecek olanlara, Trump'ın Rahip Brunson'u; Merkel'in gazeteci Deniz Yücel'i nasıl serbest bıraktırdıklarını hatırlamalarını öneririz. Putin bunu nasıl yapıyor? Yani, gerekli gördüklerinde RTE'ye nasıl boyun eğdiriyor? Türkiye'den ithal ettikleri domates, biber, patlıcanda kimyasal ilaç artıkları bularak ya da, Ruslara “bu yıl Türkiye'ye tatile gitmek yok” diyerek. Bu durumlarda RTE ve iktidarının eteklerinin nasıl tutuştuğunu defalarca gördük.
Görüldüğü gibi, emperyalist devletlerin hükümetlerinin Osman Kavala'ı RTE'nin elinden çekip alma gibi gerçek bir amaçları yok. On Büyükelçinin açıklamasından ve RTE'nin bu açıklamaya tepkisinden büyük umutlara kapılan sosyal reformistler, liberaller, uzlaşmacılar yine derin bir hayal kırıklığı yaşadılar. RTE ve iktidarı, ortalıkta “anti-emperyalist, emperyalistlere kafa tutan adam” havasıyla dolanırken bu havayı rüzgara çeviren açıklama yine emperyalist hükümetlerden geldi.
Önce ABD, Viyana Sözleşmesi'ne bağlılığını açıkladı. Yani bir başka devletin içişlerine karışmayız dedi. ABD'nin açtığı yola diğer emperyalist hükümetler hızla dalıp aynı açıklamayı yaptılar. “Savaş havası” hızla ortadan kalktı. Emperyalist hükümetler alttan alınca RTE'ye Büyükelçileri sınırdışı etme kararından dönme yolu açıldı.
Böylece, RTE, eline silah alıp tek kurşun atmadan, emperyalizme karşı büyük bir savaş kazanmış komutan oluverdi. Sosyal reformistlerimizi, liberallerimizi, uzlaşmacılarımızı, hatta oportünist hareketlerin bazılarını derin bir heyecana gark eden büyükelçiler, RTE ve iktidarına bu fırsatı altın tepside sundular.
RTE ve dinci faşist iktidarın, bu zor zamanlarda, ayaklanma havasının estiği bu ortamda, buna şiddetle ihtiyacı vardı. İhtiyaç, yeterli olup olmayacağından bağımsız şekilde, şimdilik giderildi.