Son zamanlarda dinci faşist iktidarın gündeme getirdiği F-16 ve F-35 savaş uçakları üzerinden tartışma ABD-Türkiye ilişkilerini ön plana çıkardı. Hikayenin kısa özeti şu şekildeydi: Türkiye, Rusya'dan aldığı S-400'ler nedeniyle ABD ve ortaklarının dahil olduğu F-35 5. nesil savaş uçakları üretimi projesinden çıkarılınca, projeye yatırdığı 1 milyar 400 milyon doları geri istemişti.
ABD, bu paranın iadesini bugüne kadar reddetmişti. İşte geçen hafta RTE ve onun Dışişleri Bakanı, ABD'nin bu parayı F-16 savaş uçağı ve bu uçakların modernizasyonu için gerekli ekipmanları vererek karşılamayı kabul ettiğini açıklamıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, bu iddiayı doğrulamamıştı. Hepsi bu.
Bir bardakta koparılan fırtına bile denemeyecek bu önemsiz konu, dinci faşist iktidardan kurtuluş umutlarını bir devrime, bir ayaklanmaya değil de ABD ve diğer emperyalistlerin RTE'yi gözden çıkarmalarına bağlamış olanları heyecanlandırdı. ABD Dışişleri Bakanı sözcüsünün sözlerini manşete çıkardılar. Bu sözlerin önemli kısımlarını da değil üstelik. Önemsiz, muğlak, her tarafa çekiştirilebilecek kısımlarını öne çıkararak, gerçekte olanı değil, içlerinden geleni gerçek olgu gibi ortaya sürdüler.
Önemli olmamakla birlikte, bu ufak meseleden ABD'ye bağlanan umutların boş olduğunu göstermek için şu kadarını söyleyelim, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Türkiye'nin taleplerinin reddedildiğini değil, “F-35 ihtilafının çözümü konusunda Türkiye ile istişare” edildiğini, yani konunun halen görüşülmekte olduğunu söylemiş. Dediğimiz gibi, önemi de yok. Konuya değinmemizin nedeni, liberal, uzlaşmacı, sosyal reformist kesimlerin emekçi sınıflarda, Türkiye-ABD ilişkilerine dair olmadık kanı ve umutlar yaratmaya çalışmalarıdır.
Türkiye ile ABD arasında ya da Türkiye ile diğer emperyalistle arasında bu tür itiş kakışların her zaman olabileceğini; ama bu itiş kakışlardan Türkiye'nin emperyalizme bağımlılığına ve bağlılığına dair antiemperyalist sonuçlar çıkarmanın son derece yanlış ve yanıltıcı olduğunu vurgulamak gerekir. Türkiye'nin emperyalist ilişkilerden, emperyalizme bağımlılıktan kurtulması, tekelci egemenliği yıkacak bir halk devrimiyle mümkün. Türkiye'de antiemperyalizm meselesi bir devrim sorunudur. Bu tür itiş kakışlardan medet ummak denizin ortasında saman çöpünden medet ummakla aynı şeydir. Liberallerin, uzlaşmacıların, sosyal reformistlerin düştükleri durum budur.
Oysa, ABD'nin bugünkü Dışişleri Bakanı Blinken, henüz bu koltuğuna oturmadan Türkiye ile ilişkiler konusunda şu net ifadeleri kullanmıştı: “Partnerimiz Türkiye başka tercih olmaz.” Evet, ABD için “başka tercih olamaz.” Başka nasıl anlatsın?
ABD ile dinci faşist iktidar arasında ara sıra ortaya çıkan itiş kakıştan olmadık sonuç ve umutlara kapılan liberallere, uzlaşmacılara, sosyal reformistlere şunu anlamalarını öneririz: ABD'nin Türkiye ile ilişkileri bir devlet politikasıdır. Kişiden kişiye, hükümetten hükümete değişen ilişkiler değil.
ABD'nin ve diğer tüm emperyalistlerin temel meseleleri, öncelikleri, savaş halinde oldukları dünya proletaryasına, emekçi sınıflarına ve ezilen halklarına karşı zafer kazanmaktır. Bu gerçek kavranmadan son derece karmaşık ilişkilerdeki ana halkayı; kavranması gereken, kavrandığında zincirin tümüne sahip olmamızı sağlayacak ve bizi kesin, doğru sonuçlara götürecek halkayı yakalamak mümkün değil. Öncelikle bu gerçeğin kavranması gerekiyor. Kavramayanlar, son derece karmaşık günlük ilişkiler girdabında bir yaprak gibi bir o yana bir bu yana savrulup dururlar.
Türkiye, genel olarak emperyalist devletlere, özel olarak ABD'ye ekonomik, mali, ticari, askeri, diplomatik yönlerden bağımlı bir ülkedir. Çok bilmiş liberallerimizin her defasında hesaba katmayı unuttukları “ufak” nokta budur. Elbette sadece liberaller değil, uzlaşmacılar ve sosyal reformistler de her adımda, her günlük gelişmede aynı çukura düşmekten kurtulamıyorlar. “Eksen değiştirme” palavraları bu basit gerçeğin her defasında unutulmasının sonucudur.
Oysa Türkiye, kapitalist ilişkiler içinde kaldıkça emperyalistler eninde sonunda Türkiye'ye, hangi iktidar başta olursa olsun, boyun eğdirirler. Trump, o küstahlığı ile bu gerçeği çok somut biçimde gözler önüne serdi.
“Daha önce de açık bir şekilde söylediğim gibi, tekrar ediyorum, eğer Türkiye benim müstesna ve eşsiz bilgeliğimle belirlediğim sınırların dışına çıkarsa (daha önce yaptığım gibi) Türkiye ekonomisini mahvederim.” Düşünmesini bilen hiç kimse bu sözlerin gerçekleştirilmesi mümkün olmayan şeyler olduğunu söylemez. Bir kez daha, “eksen değiştirmek”, yani emperyalist zincirleri koparıp atmak bir devrim sorunudur. Liberalleri ve sosyal reformistleri geçtik, sosyal reformistler ve onların ayak izinden giden oportünistler artık şu “eksen değiştirme” palavralarına itibar etmezler diye umalım.
Peki ABD, emperyalist-kapitalist sistem içindeki Türkiye'nin ekonomisini “mahveder”mi? Etmez. Yukarda da işaret ettik, emperyalistlerin temel meselesi komünizme, dünya işçi sınıfına, emekçi sınıflara ve ezilen halklara karşı yürütülen savaşı kazanmaktır. Bu savaşta Türkiye, emperyalist-kapitalist zincirin önemli bir halkasıdır. ABD'lilerin sözleriyle söyleyecek olursak;
“Türkiye'ye gelince, NATO müttefikimiz Türkiye ile ortaklığımıza büyük değer veriyoruz. (Türkiye) Önemli bir NATO müttefikidir. Uzun süreli ve derin ikili bağlarımız var ve Türkiye'nin, NATO ile ortak çalışabilirliği öncelikli bir konu olmaya devam ediyor.”
Bu nedenle, emperyalistler, Türkiye ekonomisini yıkıma uğratmak şöyle dursun, ciddi biçimde tahrip edecek bir politika bile izlemezler. Yeri ve zamanı geldikçe ABD bürokratları bu gerçeği açıkça ifade ediyorlar zaten. İşte Biden'ın danışmanlarından biri, bundan iki yıl önce, “Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak ya da yaptırımlar yoluyla ekonomisini çökertmek arayışında olmadıklarını” söylüyor.
İlişkilerin en “gergin” göründüğü sıralarda Avrupalı emperyalistlere Türkiye'yi kollayıp korumaları gerektiğini tavsiye etmelerinin nedeni bu. Biden'ın danışmanı tam da bunu yapıyor. Yaşamsal meseleler söz konusu olduğunda emperyalistler iktidarda kimin olduğuna bakmadan Türkiye'nin arkasında duruyorlar. Merkel'in dinci faşist iktidarı koruyup kollayan “şefkatli kolları” unutulmasın.
ABD ve genel olarak emperyalistlerden kopuş mu? O bizim işimiz. Proletaryanın, emekçi sınıfların, halk devriminin işidir.