Dinci faşist partinin sandık/seçim yoluyla hükümet etmeyi bırakmayacağının sayısız sinyaline, somut kanıtına her gün bir yenisi ekleniyor.
Son örnek, isteyen buna tehdit de diyebilir, Özhaseki'den geldi. Yok, “Özhaseki” derken bir otobüs firmasından söz etmiyoruz. Dinci faşist partinin, AKP'nin Genel Başkan Yardımcısından, yani en yetkili ağızlarından birinden söz ediyoruz. Genel Başkan Yardımcısı, Genel Başkandan sonra gelen kişi demek. Yani, RTE'yi cımbızla çekip aldığınızda karşınıza çıkacak birkaç kişiden biri işte bu Özhaseki'dir. Ciddiye almak gerektiği kendiliğinden anlaşılıyor. Ciddiye alıyoruz.
Peki ne demiş Özhaseki? “İktidarı asla bırakmamak lazım” demiş. Bunu dinci faşist partinin tosuncuklarına, Ordu ilinde bir toplantı salonunda söylüyor. Özellikle sosyal reformist parti ve örgütlerle onların ayak izinden yürüyen oportünist hareketlerin ders alıp üzerinde uzun uzun düşünmeleri gereken sözlerden bir kısmı şöyle:
“FETÖ, DEAŞ, DHKP-C, PKK bize karşı. Demek ki karşıda böyle bir güruh var. O zaman bizim çok daha gayretli olmamız lazım. Çalışmamız lazım, nihayetinde de o kötülere karşı da iktidarı asla bırakmamak lazım. Oradan bir ittifak doğmaz, oradan bir medeniyet doğmaz. Ama bizim yapacağımız çok iş var. Allah'ın izniyle bizler bu konuda üzerimize düşeni yaparak, 2023'de de ipi göğüsleyeceğiz. İnşallah Türkiye'nin geleceği daha aydınlık olacak diye dua ediyoruz”
Bu dinci faşist adamı dualarıyla baş başa bırakıp nasıl bir mesaj vermeye çalıştığına bakalım. “İktidarı asla bırakmamak lazım” dediği bu. Nasıl bırakmayacak? Orasını söylemiyor ama tahmin etmek zor değil. Bu “nasıl” sorusuna yanıt bulmak için, dinci faşistlerin saldırılarına, katliamlarına bakılabilir ya da önceki seçimlerde oyların sayılmasına bile izin vermeden “zafer” ilan etmelerine bakılabilir. Geçmişte yaptıkları gelecekte yapacaklarının teminatıdır!
Bu noktada içlerinden çıkan bir mafyacının sözlerini hatırlayalım: “Korku ortamı yaratmak için silahlanma çağrısı kararını birlikte almadık mı?” Soruyu dinci faşist iktidarın paramiliter gruplarından birine, SADAT denen eski/emekli askerlerden; sağdan soldan devşirilen tosuncuk faşistlerden oluşan gruba yöneltiyor. Yanıtı içinde olan bir soru. SADAT denen sürünün başının devletin en tepe toplantılarına katıldığını ayrıca hatırlatalım.
Şimdi Özhaseki'nin sözlerini, önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun açıklamasıyla birlikte ele alalım. Ne demişti Çavuşoğlu burjuva muhalefete? Kısaca
“Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.”
Yeterince açık; daha önce üzerinde durmuştuk bir daha üzerinde durmaya gerek yok. Ama resmin bütününü görmeyi sağlayacak ve tabloyu netleştirecek olan RTE'nin sözlerini bir kez daha aktarmadan olmaz. Yine kısaca;
“Ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını da hatırlatmak istiyoruz.”
Hükümet etmeyi, her ne olursa ve her ne pahasına olursa olsun, seçim/sandık yoluyla elden bırakmayacaklarını daha nasıl anlatsınlar? Yine de sosyal reformistlerimiz ve gözü seçim/sandıktan başka bir şey görmeyen oportünistlerimiz, uzlaşmacı küçük burjuva parti, işçi ve emekçi sınıfları seçim/sandık yoluyla şu dinci faşistlerden kurtulabilecekleri hayalleriyle oyalamayı elden bırakmıyorlar.
Uzlaşmaz karşıt sınıflara arasındaki yaşamsal sorunlar, oylarla değil, güçle çözülür. Bu basit gerçeği sosyal reformistlere ve oportünist güçlere yıllardır anlatmaya çalışıyoruz. Özhaseki ve tüm dinci faşistlerin sınıf savaşının bu basit gerçeğinin gayet bilincinde olduğunu yine Özhaseki denen adamın sözlerinden anlıyoruz. Şöyle diyor aynı konuşmasında:
“Değişmez kural güçtür. Eğer gücünüz varsa dediğinizi yaparsınız. Gücünüz yoksa işiniz zorlaşır.”
O kadar işte!
Şimdi gelelim işin bir başka önemli yanına. Birleşik devrimden, emekçi sınıfların, ezilen halkların bir ayaklanma ile tüm bu cürufu silip süpürmesinden tümüyle umudunu kesmiş; tüm umudunu seçime/sandığa bağlamış olan sosyal reformist partiler ve onların takipçisi oportünist güçler, biz “bunlar bu şekilde gitmezler; dahası emekçi sınıfların kurtuluş yolu olamaz” dedikçe bizi emekçi sınıfların, ezilen halkların moralini bozmakla; birleşik devrimin bu güçlerini umutsuzluğa düşürmekle suçluyorlar. Bunlar, böyle yapmakla aslında nasıl da birer yavuz hırsız olduklarını göstermiş oluyorlar. Gerçekte emekçi sınıfların, birleşik devrimin toplumsal güçlerinin moralini kim bozuyor, umutsuzluğa kim düşürüyor?
Emekçi sınıfları ve ezilen halkları olmadık hayallerin peşinde koşturarak her seçim sonucu büyük hayal kırıklığı yaşatanlar mı; onlara kendi güçlerine güvenmelerini söyleyen, sokakta verilecek devrimci mücadele ve ayaklanma ile gerçek kurtuluşlarına ulaşacaklarını söyleyenler mi? Emekçi sınıfların morali ve umudu ne zaman yüksek olur? Burjuva liderlerin seçim sonrası balkonda “zafer” konuşmalarını dinlerken mi, yoksa 15-16 Haziran ayaklanması, Haziran/Gezi ayaklanması, 6-8 Ekim Serhıldanı sırasında mı?
Biliyoruz ki, emekçi sınıflara seçime/sandığa umut bağlamamaları gerektiğini; bu yolla ne dinci faşist iktidarı, ne de sömürücü sınıfları deviremeyeceklerini söylediğimiz için bizi kitlelerin moralini bozmakla, umutsuzluğa düşürmekle suçlayanlar bir ayaklanma sırasında coşan, bayram edenlerin başında geliyorlar. Haziran ayaklanması buna tanıktır.
Dinci faşist iktidarın seçimle/sandıkla gitmeyeceği artık iyice açığa çıkmış durumda. Ama bu, dinci faşistlerin keyfi öyle istiyor diye değil, tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist güçler onlarla yola devam etmeye karar verdikleri içindir. Burjuva düzen için iktidar/hükümet değişikliklerine partiler, kişiler değil; gerçek egemen olanlar, tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist güç odakları karar verirler.
Emekçi sınıfların iktidar değiştirmesi güçle olur, ayaklanmayla olur. Bunun içindir ki, devrimler emekçi sınıfların bayramlarıdır.