İnsan, uzun, yorucu bir yolculuğa karar verirken sakat bir beygire binmemeye dikkat etmeli. Sakat beygirin kişiyi nerede, ne zaman ve nasıl yolda bırakacağı belli olmaz.
Düne kadar emperyalist-kapitalist sistemin amiral gemisi, motor gücü olan Amerikan emperyalizmi bugün artık topallayan, güçten düşen, gerileyen, hegemonyası çökmekte olan bir sakat beygirden ibarettir.
Diğer emperyalistler, örneğin Fransız, örneğin İngiliz emperyalistleri de bunun farkında ve bu itici motor gücün çöküşünün yaratacağı muazzam boşluğu doldurmak için büyük ve kıyasıya bir yarış içine girmiş bulunuyorlar. İki emperyalist gücün adını anmamız diğerlerinin ortaya çıkacak boşluğa ilgisiz kaldıkları anlamına gelmiyor; hepsini saymaya gerek yok, o kadar.
1956 Süveş Kanalı krizinin İngiliz emperyalizminin çöküşüne resmiyet kazandırdığına daha önce işaret etmiştik. Kapitalizmin ana yurdu diyebileceğimiz İngiliz emperyalizmi, o üzerinde güneş batmayan imparatorluk, emperyalist-kapitalist sistemin motor gücü olma özelliğini 2. Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında, Alman emperyalizminin güçlenmesi karşısında yitirmişti. Şüphesiz, bu gibi durumlar için kesin bir tarih vermek mümkün değil. Ama bir zaman aralığı olarak bu dönemi göstermek mümkün. Alman emperyalizmi, Hitler faşizminin saldırganlığı ile İngiliz emperyalizminin dünya hakimiyetine fiili olarak son vermişti. Bunun resmi ilanı, Süveyş Kanalı krizinden ABD ve Sovyetler Birliği'nin meydan okuması karşısında Fransız ve İngiliz emperyalistlerinin tası tarağı toplayıp Mısır'dan çekip gitmeleri biçiminde oldu.
Marshall Planı ve Truman Doktrini ile Avrupa kapitalizmini ayağa kaldırma görevini üstlenen ABD emperyalizmi, o gün bu gündür emperyalist-kapitalist sistemin hem motor gücü, hem de sözünden dışarı çıkılmayan hakimi oldu.
Ne var ki, emperyalist-kapitalist sistemin krizi iki binli yıllara doğru ABD emperyalizmini de tahtını sallamaya, güçten düşürmeye, hegemonyasını çöküşe sürüklemeye başlamıştı. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla zafer kazandıklarını sanan emperyalistler bir kaç yıl geçmeden kapitalizmin kriz gerçekliği ile bir kez daha karşı karşıya geldiler.
ABD emperyalizmi, hegemonyasının gerilemesini ve çöküşünü engellemek için bir yandan dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarına karşı küresel bir iç savaş başlatmak; diğer yandan yavaş yavaş kendi hegemonyasından kurtulmaya çalışan diğer emperyalist devletleri askeri tehditle arkasında hizaya dizmek için 2001 11 Eylül provakasyonunu tezgahladı.
İkiz Kulelerin uçakları çarptırarak yıkılması ve binlerce insanın öldürülmesinin yarattığı dehşet havasıyla dönemin ABD Başkanı, zeka düzeyi her zaman tartışmalı olan oğul Bush o zaman şöyle diyordu: “Ya bizimle birliktesiniz, ya da teröristlerle birliktesiniz” (You Are Either With Us, Or With the Terrorists). Emperyalist devletlerin tümü ABD'nin tehdidine boyun eğerek arkasında hizaya geçtiler. Afganistan işgali, ABD hegemonyasının çöküşünü durdurma umuduyla böyle başladı. Emperyalistler arası rekabet, çelişki ve çatışmalar, kısa bir süre için halının altına süpürüldü.
Ancak, tarihin akışını durdurmak mümkün değildi. Tarih, emperyalist-kapitalist sistemin çöküşüne doğru, üstelik hızlanarak akıyordu. ABD emperyalizminin hegemonyasının çöküşü engellenemiyor. Afganistan'dan, askeri olarak, arkasına bakmadan kaçtı gitti. Irak'tan çekiliyor. Yakın zamanda Ortadoğu'dan askeri olarak çekilişine tanık olacağımızdan kimse kuşku duymasın.
Fransa ve İngiltere, her bir emperyalist kendi hesabına ABD'nin çekilmesinden doğacak boşluğu doldurmaya çalışıyor. Fransız Cumhurbaşkanı Macron'u bir orada bir burada; bir Irak'ta, bir Lübnan'da, bir Erbil'de, bir herhangi bir Afrika ülkesinde görmemizin nedeni budur. ABD'den doğacak boşluğu doldurmak için dünyayı turluyor.
Soğukkanlı ve sinsi İngiliz diplomasisi, gürültü patırtı çıkarmadan, ama kesinlikle çok daha geniş alanda Fransa ve diğer emperyalistlerle rekabet ve yarış halinde. İngiliz emperyalizmi, hegemonyası çöküş sürecinde olmakla birlikte hala hatırı sayılır bir güç olan ABD emperyalizmi ile ittifak kurarak bu rekabetten zaferle çıkmaya çalışıyor. İlk büyük adımı, AB'den ayrıldığı “Brexit” ile attı. Bu adımla birlikte İngiliz emperyalizminin ayak izlerini Libya'dan Azerbaycan'a; Afganistan'dan Ortadoğu'ya kadar her yerde görmek mümkün. Özellikle Türkiye üzerinden, dinci faşist iktidarı öne sürerek Kıbrıs'tan Azerbaycan-Karabağ'a; Libya'dan Suriye'ye kadar çıkar ve politikalarını hayata geçirmeye çalışıyor.
Bu yarış, çekişme ve rekabetin sertleşmemesi, bir çatışmaya yol açmaması beklenebilir mi? Bir yağlı kemik bu rekabet ve çekişmede işleri bir çatışma noktasına getirmeye yetti. Yağlı kemik, yaklaşık altmış milyar dolarlık bir anlaşmaydı. Kimine göre bu anlaşma çok daha fazla rakamlara karşılık geliyordu.
Haber ilk önce şöyle düştü ajanslara: “ABD, İngiltere ve Avustralya liderleri, AUKUS adı altında yeni bir güvenlik iş birliği kurulduğunu ve bu kapsamda ABD ile İngiltere'nin Avustralya ile nükleer enerjili denizaltı teknolojisini paylaşacağını duyurdu.”
Aslında buraya kadarı normal. Üç devlet oturmuş, üstelik ortak bir düşmana, Çin'e karşı nükleer enerjili denizaltı yapımı için anlaşmışlar. Denizaltıları alıp parayı ödeyecek olan Avustralya. Fakat Fransız emperyalistler haberi duyar duymaz küplere bindiler. Avustralya ile kendileri tam da bu konuda 60 milyar dolarlık anlaşmayı çok önce yapmışlardı ve şimdi Avustralya o anlaşmayı yırtıp İngiliz ve ABD emperyalistleriyle anlaşıyordu. Kemik başkalarının önüne atılmıştı.
Fransızlar, Avustralya ve ABD'deki büyükelçilerini geri çağırdılar. Protesto ettiler, tepinip durdular. İngiltere'ye ise tek laf etme gereği duymadılar. Çünkü arkadan hançerlemek İngiliz emperyalizminin meşrebine uygun dediler. Avustralya ve ABD'den ise beklemiyorlarmış. Oysa daha yeni, İsviçre, Fransız savaş uçağı alım anlaşmasını iptal etmiş ve Amerikan F-35’lerinden almaya karar vermişti. Kazık üstüne kazık anlayacağınız! Şu Fransızlar gerçekten bu kadar saflar mı? Sanmıyoruz. Ama bir kez güçten düştükten sonra “kader”lerine razı olmaktan başka ne yapabilirler ki? Şimdilik Yunanistan'ı mideye indirmekle meşguller, ama Almanlar daha kozlarını ortaya koymuş değiller.
Sonuçta ABD, sözlerden ibaret, pek de yağlı olmayan bir kemik attı Fransız hükümetinin önüne. Önüne düşene razı olmaktan başka yapacak bir şey yoktu. Büyükelçisini tekrar Washington'a geri gönderdi. İngiltere'den intikamını, AB olarak İngiltere'ye mal akışını kesmekle almaya çalışıyorlar. İngiliz emperyalizmini RTE'nin diline dahi düşürecek kuyrukların hikayesi bu.
Emperyalist-kapitalist sistem açısından mesele şu: geçmişte hegemonyası çöken bir emperyalistin yerini alacak güçte bir başka emperyalist devlet çıkıyordu. Şimdi emperyalist-kapitalist sistemin tümü çöküş halinde olduğu için ABD'nin yerini alacak güçte bir emperyalist devlet yok.
Hepsi de himmete muhtaç dede, nerede kaldı başkalarını himmet ede!