Son günlerde “hayat pahalılığı” ile ilgili tartışmalar bir kez daha gündemin ana konusu olmaya başladı. Dinci faşist iktidarın başının “Tarım Kredi Kooperatifi Marketi”nde alışveriş yaparken verdiği resim ve yaptığı açıklama işaret fişeği gibi oldu. Burjuva muhalefet partileri birbiri ardı sıra açıklama yapma yarışına girdiler.
Burjuva muhalefet partileri, “Hayat pahalılığı”ndan dinci faşist iktidarı ve onun başının politikalarını sorumlu tutarken liberaller, uzlaşmacı küçük burjuva parti, sosyal reformistler de aynı koroya katılmakta gecikmediler.
Emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin yaşam koşullarında giderek hızlanan kötüleşme bu tartışmayı doğal olarak gündemin baş maddesi haline getirdi. Başka türlü olması da mümkün değildi. Çünkü, burjuva muhalefet olarak CHP'nin başındaki cahil adam bile Türkiye'de “açlık var, sefalet var, yoksulluk var” demek durumunda kaldı.
Evet, Türkiye ve Kürdistan'da yoksul emekçi sınıflar arasında, devrimci güçlerin çok ciddiye alması ve politikalarını belirlerken köşe taşı yapmaları gereken bir “açlık” var. Bu sorun son derece önemlidir. Çünkü açlık Lenin'in sözleriyle söyleyecek olursak, “öyle bir felaket ki, diğer tüm sorunları arka plana iterek kendini öne çıkartır.”
Peki sorumlusu kim bu durumun? Tüm liberal burjuva iktisatçıların, sosyal reformistlerin, uzlaşmacıların iddia ettikleri gibi, tek başına dinci faşist iktidar ve onun başı mı? Dinci faşist iktidarı ve onun başını toplum yaşamından söküp çıkardığımızda bu sorun hallolmuş mu olacak? Bu sorulara doru yanıtın “hayır” biçiminde olması gerektiği kendiliğinden anlaşılır. Çünkü, yoksulluk ve emekçi sınıfların giderek ve sürekli yoksullaşması bu düzende dinci faşist iktidarla ve onun başıyla birlikte ortaya çıkmış olan, ilk defa görülen bir olgu değil.
Önce, her türlü demagojik saldırı ya da eleştirinin baştan önünü kesmek için, şunun altını çizelim: Burjuva politik iktidarların izledikleri politikalar, yoksullaşmanın, açlık ve sefaletin yoğunlaşması, derinleşmesi, yaygınlaşması üzerinde belli bir etki gücüne sahiptir. Ancak temel ve başlıca neden değildir; olamazlar da. Emekçi sınıfların giderek ve hızlanan biçimde yoksullaşması, kapitalist üretim biçiminin temel yasalarının sonucudur.
Dolayısıyla, bizim, dinci faşist iktidar ve onun başının bu konudaki rolü ve etkisinin sınırlı olduğunu söylememiz, onları temize çıkarmaz; ama emekçi sınıflara sorunun ana kaynağını gösterir. Sosyal reformistlerin, liberallerin, dar kafalı küçük burjuva iktisatçıların ve benzerlerinin sorunun kaynağını dinci faşist iktidar ve onun başıyla sınırlamaları ise, politik güçleri eleştireyim derken kapitalist sömürü düzenini temize çıkarır. Aradaki fark büyüktür ve son derece önemlidir.
Farkın büyüklüğünü ve önemini göstermek için, kendiliğinden anlaşılabilecek şu gerçeği vurgulamak yeterli: Leninistlerin temsil ettiği bakış açısı, emekçi sınıflara, yoksul halk kitlelerine burjuva sınıfın politik iktidarıyla birlikte kapitalist sömürü düzeninin yıkılmasına yönelik bir çağrıyı içerir. Bu, devrimci komünist politikadır. Öteki bakış açısı, sadece burjuva politik iktidarın değişmesine yönelik bir çağrıyı; yani bir reformdan öteye gitmeyecek bir çağrıyı içerir. Bu, katıksız bir sosyal reformist politikadır; düzenin eksiğini gediğini gidermeyi; yırtığını söküğünü yamamayı amaçlayan bir politikadır.
Bu sosyal reformist politika, ne açlığı, yoksulluğu, sefaleti ortadan kaldırabilir, ne de hafifletebilir. Sorunun nedenleri, sorunu ortaya çıkaran kaynak, orta yerde durdukça, sorunlar ve sonuçları da orta yerde durur; üstelik katlanarak. Türkiye'nin tüm kapitalist gelişme tarihi bize bunu yeterince kanıtlıyor. Bundan bir süre önce yayınlanan bir yazımızda konuya ilişkin şunu söylemiştik:
“Ama, bundan önemlisi, fiyat artışları ya da emekçi sınıfların sürekli ve artan biçimde yoksulluğa, açlığa, sefalete itilmesi kapitalist üretim biçiminin kaçınılmaz sonucudur. Toplumun ürettiği zenginliği giderek daha az elde toplayarak kitleleri açlık ve yoksulluğa sürüklemek kapitalist üretimin temel yasasıdır. Dolayısıyla ne dinci faşist iktidar ne de başka herhangi bir burjuva iktidar, ‘hayat pahallılığı’nı önlemez, önleyemez.
Nitekim, tüm kapitalist gelişme tarihi boyunca Türkiye ve Kürdistan'da geçim araçları başta olmak üzere tüm ürünlerin fiyatlarındaki artış sürekli yükselen bir çizgide olmuştur. İnönü'sünden Menderes'ine, Süleyman Demirel'inden Ecevit'ine, 12 Eylül faşist generallerinden 90'lı yılların tüm hükümetlerine, oradan son 20 yılın dinci faşist iktidarına kadar geçmişe kısa ve kaba bir bakış bize bu gerçeği gösterecektir.”
Kapitalizmde emekçi sınıfların giderek ve hızla yoksullaşmaları tek bir nedene; örneğin dar kafalı kimi burjuva iktisatçıların öne sürdükleri gibi, üretim yokluğuna indirgenemez. Kapitalizmde, dar kafalı burjuva iktisatçıların öne sürdükleri gibi üretim kıtlığı değil, üretimin, ürünün bolluğundan söz edilir. Emekçi sınıflar, yoksul kitleler en temel gıda mallarından, temel tüketim mallarından yoksunken, örneğin sebze ve meyvenin tarlalarda, bahçelerde çürümeye terk edilmesi, fabrika depolarının mallarla ağzına kadar tıka basa dolu olması buna örnektir. Kapitalizmde kitlelerin yoksulluğu, sefaleti, açlığı ortaya çıkaran sayısız nedeni vardır.
Tam da bu nedenle, emekçi sınıfların açlık, yoksulluk ve sefaletini ortadan kaldırmak için, burjuva sınıf egemenliğini, kapitalizmi ve bunlarla birlikte burjuva politik iktidarı bir devrimle yıkmaktan başka çare yok.
Devrim, her yönden kendini dayatıyor.