Bu soruyu liberal küçük burjuva aydınlara, uzlaşmacı küçük burjuva partiye sorsanız yanıt, ceplerinden bir çırpıda çıkarılacak kadar hazır: “Tabii ki halkın iradesi.” Tüm siyaset bilimi seçim sandığıyla sınırlı ve parlamenter ahmaklıkla malul olanların doğal yanıtının böyle olmasında şaşılacak bir şey yok.
Bunların ikizi diyebileceğimiz sosyal reformist partilerin yanıtı da bunlardan farklı olmaz. Faşist iktidarı/hükümeti değiştirme boş umuduyla her seferinde sandığı koşa koşa gitmelerinin nedeni bu. Müteveffa TİP'in kurulduğu 1960'lı yıllardan, kapatıldığı ve ömrünün sonuna geldiği ana kadar savunduğu politika böyleydi.
Gerçek durumun ise bununla alakası yoktu. Geçmiş dönemlerde hükümet değişikliğine görünürde parlamentonun karar verdiği doğru. Ancak bu sadece görünürdeki bir durumdu. Gerçek bambaşkaydı. Hükümetler için asıl ve nihai kararı parlamento değil işbirlikçi tekelci sermaye ve onun da üstünde emperyalist mali sermaye merkezleri, emperyalist güçler/hükümetler karar verirler.
Biz bunu bir adım öteye daha rahatlıkla taşıyabiliriz. Şöyle: emperyalist mali sermaye odakları ve emperyalist devletlerin karar vericileri bağımlı ülkelerin sadece hükümetleri hakkında değil, özellikle diyelim ki Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı gibi önemli bakanlıklara kimin getirileceği hakkında da son sözü söyleyen odaklardır.
Bu gerçek emperyalizme bağımlı bütün ülkeler için geçerlidir. Emperyalizme ekonomik, mali, askeri, diplomatik ve daha pek çok yönden bağımlı olan Türkiye bundan muaf değil. Aksine bu gerçeği en güçlü biçimde Türkiye'de görmek mümkün. Türkiye'de hükümetler, kurulmadan önce, hükümeti kuracak kişi ve burjuva parti öncelikle ABD'den icazet almak zorundadır.
Tam da bu nedenle, işbirlikçi tekelci sermaye sınıfının hükümeti kurmaya aday gördüğü kişiler, hem kendileri hem de partileri için izin/onay almak üzere önce ABD'yi tavaf ederler. Bunun tipik örneğini Demirel'de görüyoruz. Önce Adalet Partisi Genel Başkanı ardından başbakan olarak seçilebilmek için Demirel, ABD'ye koşmuş, oradan icazet aldığının belgesi olarak ABD Başkanı Johnson'la çektirdiği resmi propaganda faaliyetinin ana malzemesi olarak kullanmıştır.
Eğer ABD'nin perde arkasından “our boys”a (Türkçesiyle “bizim oğlanlar”) yaptırdığı askeri faşist darbeleri bir kenara koyacak olursak, sonradan başbakan olacak kişilerin icazet/onay almak için ABD'yi tavaf ettiklerini görürüz. Son örnek, Erdoğan'dır.
Yaklaşık yirmi yıldır iktidarda olan RTE, işe ABD'den icazet almakla başlamıştır. Tek başına da değil. Daha sonra Cumhurbaşkanı olacak A.Gül'le birlikte ABD'ye gitmiş, orada “Karanlıklar prensi” lakabıyla tanınan Richard Perle'ün sorgu-sual çeperinden geçtikten sonra kendisine başbakanlık yolunu açabilmiştir. Bu izin/onay sürecinden sonra RTE'ye sırasıyla, milletvekilliği, başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yolunu açanın yine karanlık ilişkilerin adamı Baykal ve Partisinin olduğunu biliyoruz.
Tüm düşünce ufku parlamenter ahmaklıkla malul liberallere, küçük burjuva uzlaşmacı partiye, sosyal reformist partilere bir ara hatırlatma: Bütün bu süreçlerde Parlamento sadece zevahiri kurtaran bir araçtır. Tekelci sermaye sınıfı ve ABD'nin -yeri geldikçe buna İngiliz ve Alman emperyalizmini eklemek gerekebilir, ama bu önemsiz bir ayrıntıdır- onayladığı, üzerinde karar kıldığı kişi ve partileri hükümete taşıma aracıdır.
Bütün bunlar neden gündeme geldi? Çünkü, iktidarı iyice yıpranmış, kitle desteği güneş altındaki kar gibi eriyen RTE, bu günlerde güven tazelemek, iktidarını sürdürebilme onayı almak için emperyalistlerin kapılarını teker teker dolaşıyor. Sadece devlet başkanlarını değil, büyük mali sermaye gruplarını da dolaşarak, sadakatini ve yönetme kapasitesini anlatmaya, onları buna ikna etmeye çalışıyor.
Dinci faşist iktidar yıkılmaz mı? Elbette yıkılır ve yıkılacak da. Ama seçimlerle, parlamento yoluyla değil, başarılı bir halk ayaklanmasıyla. Sadece başarılı bir halk ayaklanması emperyalist güçlerin karar ve tercihlerini çöpe atma güç ve iradesini gösterir. Ama halk ayaklanması bir kez zafere ulaştıktan sonra sadece hükümet/iktidar değişikliği ile yetinmeyecek; düzenin kendisini, devleti ve mülkiyet biçimini yıkarak sermaye sınıfının egemenliğine son vereceği noktaya kadar ilerleyecektir.
Düzen sınırları içinde kaldıkça, hükümetin/iktidarın değişimine tekelci sermaye sınıfının yönetim bürolarında, emperyalist güç odaklarının saray koridorlarında karar verilir.