Çok bilinen bu söz, Osmanlı devlet geleneğinde hile ve entrikanın, aldatma ve ihanetin her çeşit versiyonunun olduğunu ve kullanıldığını; tüm bunların ayrıca mübah görüldüğünü anlatır. Bu sözü kullananlar, genellikle Osmanlı’ya güven duyulmayacağını ve çok dikkatli olmak gerektiğini anlatmak isterler.

Bir anlamda Osmanlı geleneğine karşı bir uyarıdır.

Osmanlı’nın yıkıntıları üzerine kurulan yeni Türkiye devleti, başka şeylerin yanında bu geleneği olduğu gibi almıştır. Zaten yeni devletin ilk kurucuları Osmanlı devlet geleneği içinde yetişmiş kadrolardı.

Bunların ilk icraatlarından biri, Sovyetler Birliği’ndeki Mustafa Suphi ve yoldaşlarını güvence verip Türkiye’ye çağırdıktan sonra, kurdukları kumpasla Karadeniz’de katletmeleridir.

Bu arada parantez içinde ve sırası gelmişken değinip geçelim: Mustafa Suphi’yi kurucuları sayıp da onu katledenleri, katledenlerin kurdukları devleti kutsayanlar nasıl bir halet-i ruhiye içindeler? Bunların gençleri sormazlar mı, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye? Belli ki sormuyorlar.

Her ne ise, böylelerini sorun ve çelişkileriyle baş başa bırakıp devam edelim.

Osmanlı’da yetişen kadrolar yeni devletin, Türkiye’nin kuruluşunu yaptılar ve Osmanlı’da edindikleri tüm karakter yapılarını yeni devlete taşıdılar.

Bu karakter yapısı, bu devlet yönetme tarzı, kuşaktan kuşağa, devrederek bu güne kadar geldi.

Şüphesiz, mirası biriktirerek, çoğaltarak, zenginleştirerek.

Günümüz faşist devletinin ve dinci faşist iktidarın arkasında işte böyle zengin bir devlet yönetme mirası var. Dinci faşist iktidar kadrolarının oturup bir plan, bir oyun tezgahlamak için ayrıca bir efor harcamalarına gerek yok.

Bu, eğer yetenek denilirse, genlerinde var zaten.

Özal döneminden bu yana, sonuncusu “çözüm süreci” adı altında gerçekleşen, Kürt özgürlük hareketine kurdukları tüm tuzaklar bu konuda oldukça aydınlatıcı.

Şimdilerde, dinci faşist iktidar yeni bir Osmanlı oyununu Libya’da sahneye koymaya hazırlanıyor.

Anlaşılması için önce küçük bir hatırlatma: Yaklaşık üç gün önce, beklenmedik şekilde Sarrac, Libya’nın Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı ve Türkiye-Katar ikilisinin desteği ile ayakta duran adamı, aniden bir “ateşkes kararı” açıkladı ve tüm güçlerine karara derhal uyma emri verdi.

Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi, bu “ateşkes kararı”nı olumlu karşıladı ve kendisi de “ateşkes kararı” ilan etti.

Bu karar en çok ve en başta Türkiye’yi ilgilendiriyordu. Çünkü kararın hayata geçmesi ve karardaki maddelerin uygulanması, Türkiye’nin Libya’daki varlığının son bulması, bunca çaba ve masrafın, kurulan hayaller ve beslenen beklentilerle Libya’nın petrol kuyularına gömülmesi demekti.

Bu durumda, olumlu ya da olumsuz ilk tepki vermesi gerekenlerin başında Türkiye gelirdi. Herkes de Türkiye’nin vereceği tepkiyi merak ediyordu. Ama beklenen hiç olmadı. Türkiye, aradan kaç gün geçmesine rağmen tatile çıkmış memur gibi, oralı olmadı. Dahası, AA yani dinci faşist iktidarın sesi diyebileceğimiz ajans, Fethi Başağa’nın Mısır’a olumlu sinyaller gönderdiği haberini geçmişti. O fethi Başağa ki, düne kadar Türkiye’nin Libya’daki beşinci kolu gibi çalışıyordu.

Bu sıra dışı durumun bir izahı, bir açıklaması olmalıydı. Durumun açıklaması sözle değil, başka yerden ve eylemle geldi. “Ateşkes kararı”nın açıklanmasından kısa bir süre sonra, yine AA, Trablus’ta, yani Sarrac’ın hüküm sürdüğü yerde, halkın sokaklara döküldüğü ve hayat pahalılığını protesto ettiği, protestocu kitlenin üzerine ateş açıldığı haberini geçti.

Yani AA’nın haberine bakılırsa Trablus halkı, hayat pahalılığını protesto etmek için “ateşkes kararını” bekliyormuş. Üstelik halkın sokağa çıktığı kent, Libya’nın en güvensiz, sayısız ülkeden getirilen paralı askerlerin, faşist dinci çetelerin cirit attığı, yasa ve düzenin olmadığı Trablus.

Anadolu Ajansı’nın verdiği haber ve haber verme tarzı, Türkiye’nin hakkında açıklama yapmadığı “ateşkes” sürecine nasıl ve nereden çomak sokacağını gösteriyor. Fethi Başağa’nın Mısır’a yönelik olumlu sinyalleri, Başbakan Sarrac’ın Fransa’ya davet edilmesi ve daveti kabul edeceğini açıklaması ve en önemlisi, Türkiye’nin tüm çıkarlarını riske atan “ateşkes kararı”nın Sarrac tarafından gündeme getirilmiş olması; tüm bunlar Türkiye’nin kankaları tarafından “ihanete” uğradığının işaretidir.

Türkiye’nin içine itildiği durumu kolay kolay kabullenmeyeceğine ve gücünü denemeden Libya’dan çekip gitmeyeceğine daha önce işaret etmiştik. Trablus’taki çetelerin harekete geçmesi bu güç denemesinin ilk adımıdır.

Türkiye, biz buna dinci faşist iktidar diyelim, “ateşkes kararı”na, kararın üzerinden üç gün geçmiş olmasına rağmen bir tepki vermedi. Bu, Türkiye’nin her şeyi kabullendiği anlamına gelmiyordu. Süreci bozmak için girişimde bulunmaması düşünülecek bir şey değildi.

Nitekim şapkadan ilk tavşanı Trablus’ta çıkardı. Bakalım daha neler çıkaracak şapkadan!

Ne de olsa “Osmanlı’da oyun bitmez”