Uzun süredir tartışılan ve sonucu merak edilen konuların başında Türkiye’nin Rusya’dan satın almayı taahhüt ettiği S-400 hava savunma sistemlerini, anlaşmaya uyup, gerçekten alıp almayacağıdır.

ABD emperyalizmi, Türkiye’yi S-400’leri satın almaktan vazgeçirmek için baskısını artırdıkça, dinci faşist iktidarın sözcüleri ve başı, kararlılık gösterisi yapıyor, anlaşmanın olmuş, bitmiş bir şey olduğunu ilan ediyor, ABD’nin baskısına boyun eğmeyeceği mesajını veriyor.

Kendilerine “ulusalcı” diyen sosyal şoven çevrelerin kışkırması ve propagandasının etkisiyle, en ufak bir esintide rüzgara kapılmış yaprak misali, bir sağa bir sola savrulan çevrelerin bu havanın etkisiyle dinci faşist iktidarla onun başının ABD emperyalizmine karşı gerçekten de “direndiği” havasına kapıldıkları bir olgudur. Burada, “Türkiye ile ABD’nin arasını açabiliriz” umuduyla dinci faşist iktidarı sürekli pohpohlayan, amiyane tabirle, gazlayan Rus “uzmanlar”ın etkisi olduğunu da vurgulayalım.

Belki de en sonda söylenmesi gerekeni biz baştan söyleyelim: Dinci-faşistlerin sadece Türkiye’de değil, ama bütün dünyada varlık nedenleri emperyalizme uşaklıktır. Hiçbir dinci-gerici emperyalizme karşı ne direnebilir, ne de karşı gelebilir. Aksine, her anti-emperyalist güç ve harekete karşı emperyalizmi, sermayeyi, burjuva sınıfı savunmak ve korumak onların varlık nedenidir.

Bunun teorik izahı, emperyalizmin, tekelci sermayenin her planda gericilik olduğu, her türlü gericiliği besleyip geliştirdiği; dinci gericiliğin politik içeriğinin sonu sonuna koyu bir anti-komünizm olduğu; bu anti-komünizmin onun yaşamsal teorik gıdası olduğu gerçeğidir. Faşizmin tüm biçimlerinin ortak zemini, teorik gıdası bu anti-komünizmdir.

Ama biz teorik mülahazaları bir kenara koyup, zengin devrimci tarihimizde olgulara dayanarak da bunların emperyalizm uşağı oldukları gerçeğini gösterebiliriz. Öncesi bir yana, ABD’nin 6.Filosuna karşı devrimci gençliğin düzenlediği mitinge saldıran dinci faşistlerin “Kanlı Pazar”ı başlı başına bir kanıttır. Bu “Kanlı Pazar” ki, planlayıcıları arasında, RTE’nin “abi” diye hitap ettiği Meclis eski Başkanı İsmail Kahraman vardı. Burada, RTE’nin, emperyalistler için bir katiller sürüsü toplayıp bu sürünün başına geçmiş olan Hikmetyar’ın önünde diz çökmüş resminden söz etmiyoruz bile...

Nedir peki şimdi olup biten? Emperyalistlerle Türkiye arasındaki atışmalar, bir kriz, bir sorunlar dizisi değil mi? Bu sorunlar, atışmalar, restleşmeler; sahne önünde, gözümüzün önünde olup bitenler nedir?

Bu konuda, estirilen havaya aldırmadan ve çekinmeden şunu söyleyeceğiz: Özel olarak ABD ile, genel olarak emperyalist devletlerle Türkiye arasında gerçek anlamda ne bir kriz, ne de ciddi diyebileceğimiz bir sorun var. Aksine, Türkiye ve onun başında olan dinci faşist iktidar, emperyalistlerin yaşamsal çıkarları söz konusu olduğunda, her zaman safını emperyalistlerden yana belirlemiştir. İşte bir kaç örnek vermenin sırası..

Yıl 2016 yani pek de “tarih” sayılmayacak bir geçmiş. Erdoğan, zamanın NATO Genel Sekreteri’ni Karadeniz’deki “Rusya tehlikesi”ne karşı şöyle uyarıyor:

Ziyareti sırasında kendisine söyledim; Bakın dedim, Karadeniz'de görünmüyorsunuz. Karadeniz'de görünmeyişiniz Karadeniz'i adeta Rusya'nın bir gölü haline dönüştürüyor (....) Burada kıyıdaş ülkeler olarak hepimiz üzerimize düşen görevi yapmak durumundayız (...) Olayın gerek hava gerek deniz gerek kara bütün alanlarda atılması gereken adımları NATO üyeleri olarak hep birlikte atmak zorundayız”

Erdoğan hızını alamıyor, Karadeniz’le yetinmiyor ve hem Balkanların bir NATO havzasına dönüşmesi için elinden geleni yapacağını, hem de emperyalistlere bağlılığını şöyle taahhüt ediyor:

Balkan ülkelerinin NATO, Avrupa Birliği ve AGİT başta olmak üzere Avrupa Atlantik kurumlarıyla entegrasyon süreçlerine yönelik desteğimizi bir kez daha burada teyit ediyorum. Kapasite geliştirme çabalarınıza katkılarımızı NATO kapsamında da sürdüreceğimizi yine vurgulamak isterim.” 2016 için oldukça eskimiş bir tarih diyerek itiraz edecek olanlara daha yakın bir tarihten örnek verelim. Çok değil, yaklaşık bir yıl önce, Erdoğan NATO’yu “Eyyy NATO” tiradıyla Suriye’ye -yani Rusya’ya karşı- çağırıyordu:

Ey NATO” diyordu Erdoğan, “Ey NATO neredesin? Türkiye NATO'nun ülkesi değil mi? Bu kadar mücadele veriyoruz! Neredesin? Afganistan'da çağırdın geldik, Somali'ye Balkanlara geldik. Şimdi de ben çağırıyorum. Türkiye tehdit altında niye gelmiyorsun? Adil davranın. Sadece kuru kelamlar bizi doyurmuyor.” ABD’ye “dik duran!” dinci faşist iktidar ve önceki tüm burjuva iktidarların emperyalizme bağımlılıkları ve bağlılıkları ancak bu açıklıkla ifade edilebilir; daha ötesi yok.

Ama bitmedi. ABD’ye karşı Rusya ile ittifak yaptığı/yapacağı görüntüsü veren dinci faşist iktidarın, Rusya için en yaşamsal konulardan biri olan Ukrayna-Kırım konularında Avrupa ve ABD emperyalizminin yanında safını açıkça belirlediğini geçerken hatırlattıktan sonra bir başka hayati konuya gelelim. Konu, Rusya’nın emperyalistler tarafından yine Karadeniz’den kuşatılması.

NATO Birleşik Deniz Kuvvetleri bu yılın Nisan ayının başlarında, yani yaklaşık bir buçuk ay önce, Karadeniz'in güneybatısında yani yaklaşık olarak Kırım açıklarında, ‘Sea Shield-2019' adını verdiği bir tatbikata başlıyor. Bu tatbikatta hedefin Rusya olduğunu sadece ahmaklar düşünemeyebilir.

Peki tatbikata kimler katılıyor dersiniz? NATO ve ABD’ye bağlılıkta sınır tanımayan, adeta onların küçük finosu gibi davranan, Gürcistan ve Ukrayna’nın yanı sıra, ABD, Bulgaristan, Yunanistan, Kanada, Hollanda, Romanya ve Türkiye'nin gemi ve uçakları katılıyor. Rusya’nın yanıtı, aralarında Türkiye’nin gemi ve uçaklarının da olduğu bu saldırganların yanı başında, “olası sıra dışı durumlarda hızlı bir şekilde tepki vermek” amacıyla -Türkçesi, savaşmak üzere- enselerinde nöbet tutmak oluyor.

Ama ABD’ye, NATO’ya ve emperyalistlere bağlılıkta sınır tanımayan Türkiye’yi Somali’ye, Afrika’ya, Afganistan’a, Balkanlar’a asker göndermek kesmiyor, Karadeniz’den kuşatmaya katılmak da yetmiyor ve bu sefer Baltık denizinde boy gösteriyor. İşte bununla ilgili haber:

Rusya Ulusal Savunma İdaresi Merkezi’nden yapılan açıklamaya göre, 18 Nisan’da -yani şunun şurasında bir ay önce- ABD’nin Gravely destroyeriyle Polonya’nın C.Pulaski, Türkiye’nin Gökova ve İspanya’nın Juan de Borbon fırkateynlerinden oluşan bir NATO grubu Baltık Denizi’ne giriş yaptı.

Olağandışı bir durumun gerçekleşmesi ihtimaline karşı hızlıca yanıt verilebilmesi için, Baltık Filosu güçleri grubun eylemlerini gözlemlemesi için harekete geçirildi.” (18 Nisan 2019 tarihli haber)

Peki ya S-400’ler”mi dediniz? ABD ve NATO’ya bu kadar hizmetin yanında devede kulak kadar bile önemi var mı? S-400 konusu, dinci faşist iktidarın “emperyalizme kafa tutabildiği”ni göstermek için bilinçli biçimde abartılmış bir meseledir.

Emperyalist-kapitalist sistem içindeki bağımlı bir ülkeye emperyalizm/uluslararası mali sermaye, boyun eğdirir. Boyun eğdirmek için şimdiye kadar hiç bir girişimde bulunmadılarsa bu dinci faşist iktidarın emperyalizme ve ABD’ye sadakatinden emin oldukları içindir.