Savaş, ama küresel ölçekte büyük bir yıkım savaşı, her geçen gün daha geniş çevrelerce dillendiriliyor. Öyle, çünkü böylesi bir savaş, adeta davul zurna eşliğinde, bando mızıka eşliğinde, göstere göstere geliyor.
Yayınlarımızı takip edenler, böyle bir yıkım savaşının çok uzun bir süredir yaklaşmakta olduğunu çeşitli açılardan irdelediğimizi bilirler. Dahası, böyle bir savaşın, kapitalizm koşullarında neredeyse kaçınılmaz bir yazgı olarak karşımızda olduğunu söylediğimizi de...
Her fırsatta vurguluyoruz. Bugünkü savaşın asıl itici gücü, bir bütün olarak emperyalist-kapitalist sistemin çöküş dinamiği; buna koşut olarak tüm yerkürede emekçi sınıfların büyüyen devrimci hareketidir. Tüm kapitalist dünyayı boydan boya kesen olgu, bir türlü sonu gelmeyen krizdir, bunalımdır. Son Silikon Vadisi Bankası olayında olduğu gibi, kelimenin gerçek anlamında ekonominin titanlarının bir çırpıda iflası, ve bu iflasın yarattığı muazzam anaforlardır.
Kuşkusuz bunalım, ekonomik kriz, en başta kapitalist dünyanın merkezlerinde (emperyalist ülkelerde), milyonlarca emekçinin art arda grevlere, protesto eylemlerine yönelmesiyle el ele gidiyor. Avrupa, grev dalgalarıyla sarsılıyor. Fransa, Almanya, İngiltere, Yunanistan, Belçika...
Sadece birkaç örnek: “Avrupa'da grev dalgası durmak bilmiyor. Fransa, Almanya, İngiltere, Yunanistan işçi sınıfının ve çalışan emekçilerin grevleriyle sarsılıyor. Temizlik işçilerinin günlerdir grevde olduğu Paris, çöp yığını haline döndü. Sadece Paris'te 7 bin ton çöp birikmiş durumda.
‘Avrupa demokrasisinin sembolü’ Fransa'da hükümet, belediye işçilerinin zorla çalıştırılmasını tartışıyor.
İngiltere, grevlerle sarsılan bir başka emperyalist ülke. Öğretmenler, doktorlar, memurlar ve metro çalışanları son yılların en büyük ve etkili grevine gittiler. Faşist Ukrayna yönetimine oluk oluk para akıtan İngiliz hükümeti, kendi emekçilerine verecek para bulamıyor. Sendikalara göre beş yüz bin işçi ve emekçi greve katıldı.”...
Eylemler birbiri ardı sıra geliyor. Grevler, gösteriler, çatışmalar, hükümetlere meydan okumalar her yerde!
Bütün bu büyük çalkantının arkasında, temelinde, kapitalizmin dünya çapındaki bunalımı yatıyor. İşçi sınıfının emperyalist ülkeler başta olmak üzere, hemen tüm kapitalist ülkelere yayılan grev, gösteri ve direnişleri kapitalizmin bunalımın nedeni değil, kapitalist bunalımın sonucudur. Ama, kapitalizmin bunalımının yol açtığı bu sonuç bir kez ortaya çıktıktan sonra, bu sefer kapitalizmin bunalımını derinleştiren bir nedene dönüşüyor.
Tüm bunlara küresel ölçekte belirginleşen küresel kutuplaşmanın yarattığı gerilimleri ve eylemleri eklemek gerek. Örneğin Bulgaristan, Moldova, Gürcistan!..
Dünya burjuvazisi, bütün ülkelerde ipleri elden kaçırıyor, eski yöntemlerle yönetemez hale geliyor. Bunun doğal sonuçlarından biri, sermaye sınıfının zor aparatlarının her geçen gün daha öne çıkarılması, faşist eğilim ve yönelimlerin daha da güçlenmesidir.
“Mali sermayenin en gerici, en şovenist, en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğü” olarak faşizm, emekçi yığınların devrimci yönelimlerinıin yükseldiği, devrimin güçlendiği, sermaye sınıfının bu gidişatı başka yöntem ve araçlarla engelleyemediği dönemlerde gündeme gelir. Günümüz emperyalist dünyasını özetleyen durum budur.
Kapitalist Avrupa’ya (buna bir bütün olarak kapitalist uygarlığa demek daha doğru) içkin ırkçılık, Ukrayna savaşı ile iyice açığa çıktı. “Bahçeci Borell”in Avrupa Birliği’nin o mavi bayrağı, tıpkı ABD emperyalizminin bayrağı gibi, en başta Avrupa işçi sınıfı olmak üzere, tüm dünya işçi ve emekçileri için korkunç bir yıkım, savaş ve faşizmle özdeşleşen saldırganlık demek. Lenin, yüz yılı aşkın süre önce böylesi bir “Avrupa Birleşik Devleti”nin tam bir gericilik içereceğini söylerken nasıl da doğru bir tespit yapmış!
Emperyalist sistem bir bütün olarak çöküyor ve bunun doğal, kaçınılmaz sonucu olarak, tüm bu ülkelerde faşist baskı mekanizmaları hızlanıyor. İçeride gerilim ve çatışmalar hızlandıkça, bu emperyalist ülkeler eliyle tüm dünya büyük bir yıkım savaşına sürükleniyor.
Bir ucu Ukrayna’da olan çatışma hattının diğer ucu, bugünlerde Pasifik’te iyiden iyiye belirginleşti. Ukrayna savaşı, emperyalistler için bir varlık yokluk savaşı halini aldı. İşin bu yönü belirginleştikçe, savaşın çeperi de giderek genişlemeye başladı. Karadeniz’de, Kırım açıklarında düş(ürül)en ABD İHA’sı, Orban’ın sözünü ettiği “NATO kıtalarının Ukrayna’ya girmesi”ne ne kadar yakın olduğumuzu hatırlattı. Şimdilerde “ikinci cephe” olmaya zorlanan Moldova ve Gürcistan buna başka bir örnek. Emperyalist-kapitalist dünya kesinlikle büyük bir yıkım savaşına doğru koşar adım gidiyor.
Dünya işçi sınıfı ve emekçi halkları, emperyalistlerin bu “beka” savaşına devrimci kitle eylemleriyle, grev dalgalarıyla, isyan ve ayaklanmalarla yanıt veriyor. Çağımızın karakterine uygun biçimde, kapitalizmden komünizme geçiş ve toplumsal devrimler çağına uygun olarak, işçi ve emekçiler kendi çözümlerini bizzat pratikte ortaya koymaya başladı bile.
İnsanlığı bu uçurumun kenarından alacak olan, dünya proletaryasının ve emekçi halklarının devrimci atılımından başka bir şey değildir.
İnsanlığın umudu işte burada.