Küresel kriz, pandemi ve savaşın da derinleştirici etkisiyle, tüm kapitalist toplumları derinden sarsıyor. İşçi ve emekçi kesimler, hemen her coğrafyada eyleme geçmiş durumda. Kimi ülkeler irili ufaklı isyan ve ayaklanmalara sahne oluyor.
Türkiye tekelci kapitalizmi bu "küresel anafora" yakalandığında zaten uzun süredir derinleşen bir bunalım içindeydi. Tüm bu küresel etkiler, bu bunalımın derinlik ve yoğunluğunu katlanılmaz bir düzeye taşıdı. Sistem büyük bir tıkanma sürecine girdi.
Açlık, uzunca bir süredir toplumsal yaşamın en yakıcı etkeni haline gelmiş bulunuyor. Mecazi anlamda açlıktan bahsetmiyoruz. Kelimenin gerçek anlamında, doğrudan doğruya açlığın kendisidir burada söz konusu olan. Hızla yayılıyor, durdurulamıyor, en geniş emekçi kesimleri derinden sarsıyor, avuçları içine alıyor, davranışları üzerinden belirgin bir etkide bulunuyor.
İşçilerin, geniş emekçi kesimlerin, açlık cehenneminin içinde ya da tehdidinin gölgesi altında kıvrananların artık beklemeye tahammülleri kalmadı. Birbiri ardı sıra patlayan işçi eylemleri, grevler, işyeri işgalleri, sokak gösterileri, her biri bir isyan çığlığına dönen sokak röportajları... aklınıza gelebilecek her yolla ayaklanmacı ruh halini sergiliyor en militan emekçi kesimleri.
Günümüzün öne çıkan ve gittikçe daha geniş kesimleri kendi etrafına toplayan eğilim, bu ayaklanmacı eğilimdir. Umut ve ona baskın gelen endişeyle beklenen açlık ayaklanması, içinden geçmekte olduğumuz dönemin belirgin yönü olarak gündemdeki sıcaklığını koruyor.
Ama buradan hareketle, “açlık varsa, ayaklanma kesindir” kolaycılığına kapılmamak gerek. Toplumsal yaşamda hiçbir şey otomatiğe bağlanmış değil. Gelişmeler fizikteki gibi bir “etki-tepki” doğrusallığı şeklinde olmaz. Her etkinin yaratacağı tepki vardır elbette. Ama dolayımlarla!..
Her olgu, kendini sınıflar savaşımı prizmasından geçerek ortaya koyar. Ve tabii sınıflar savaşının kendisi de koca bir tarihsel birikimle birlikte biçimlenir. En yakıcı toplumsal sorunlar (etkiler), bütün bir tarihsel birikimden süzülüp gelen güncel sınıf savaşımının prizmasından geçerek sonuçlar (tepkiler) yaratacaktır.
Dahası, toplum türdeş olmadığı gibi, işçi sınıfı ve emekçi kesimler de bilinç düzeyi, ruh hali, eğilimler ve hareket kapasitesi olarak türdeş değildir. Doğrudan harekete geçmeye hazır, geleceğini dinci faşizmin alt edilmesine bağlayan ayaklanmacı bir kesim olduğu gibi; “bekle gör” eğilimi ağır basan kesimler de var. Yahut birinci kesime yakın olmakla birlikte kararsızlığı ağır basan kesimler de...
Elbette günlük faaliyet tüm bu farklılıkları hesaba katmak zorunda. Ajitasyon ve propaganda çalışmaları, hitap ettiği kesimin bilinç ve ruh haline göre çeşitlilik göstermeli. Bunu bir kez daha not etmiş olalım.
Mevcut şartlarda dinci faşizmin alt edilmesi için harekete geçmeye hazır militan kesime özel olarak yönelmek, onlar arasında güçlü bağlar oluşturmak, çalışmaların asıl ağırlık noktasını oluşturmalıdır.
Bu kesim henüz yıkıcı hareket aşamasına ulaşmamış olsa da, bu noktaya en yakın durumdadır ve harekete geçtiğinde kararsız unsurları da ardı sıra sürükleme potansiyeline sahiptir. Ücretleri bir çırpıda açlık sınırının altına inen işçi sınıfının yetişmekte zorlandığımız eylemler dalgası, kararlı ve acil bir hareket eğilimini pratiğe taşıyor; toplandıkları her miting meydanını “hükümet istifa!” sloganlarıyla inleten proletarya, bu eğilimin sınıf karakterini güçlendiriyor.
Henüz ve hala harekete geçmiyorlarsa, hem zafer konusunda tereddütleri olduğu için, hem de görev ve hedefler konusunda berrak bir bilince sahip olmadıkları içindir. Bu belirsizlik, tüm taşkın öfkelerine rağmen onları büyük bir patlamanın eşiğinde durduruyor.
Diğer taraftan yaşam onları ve diğer kesimleri sürekli harekete geçmeye zorluyor. Açlığın gün geçtikçe daha da yaygınlaşması, kararsız unsurları giderek bu daha ilerideki kesime yakınlaşıyor. Ayaklanmanın eşiğindeki güçler artıyor, yoğunlaşıyor.
Tam da bu noktada görev ve hedef netliğinin sağlanması, zafere inancın pekiştirilmesi için yoğun faaliyet öne çıkıyor. Hiç kuşku yok, zafere olan inanç söz konusu olduğunda, her şeyden önce, bir ayaklanmanın zaferine dair kuşku ve belirsizlikleri ortadan kaldıracak çağrı, genel silahlanma çağrısıdır. Geniş emekçi kesimler arasında, zaten silahlanmış olan hasmı karşısında belirgin bir güven duygusunu geliştirecek ilk temel nokta, bu çağrıdır. Önemlidir, ama yeterli değildir.
Bu ileri kesimlere devrimci iktidarın mevcut yakıcı sorunları nasıl hızla çözebileceği, devrimci yığınların pratik çözümlerle durumu nasıl tersine çevirebileceği kavratılmak zorundadır. Ayaklanmacı güçlerin kararlılığı ve eylemin önünün açılması açısından hayati önemdedir tüm bu faaliyetler. Böyle bir propaganda, ayaklanmanın eşiğinde bulunun bu geniş militan kitlenin ana gövdesi ile aramızda sağlam köprüler kurarak en ateşli, en uyanık ve en dürüst emekçi çevreyi kazandıracak güçtedir.
Ajitasyon ve propaganda faaliyeti, bu temel gerçekliği hesaba katarak yürütülmelidir.