Sınıflar savaşı keskin aşamaya tırmandığında, politik söylemler de aynı keskinliği taşımak zorundadır. Yuvarlak, muğlak, kendine güvensizliği dışa vuran her türden söylem ve politika, özellikle de yaşamın böylesine karşıt kutuplara çekildiği bir aşamada, devrim adına yapılabilecek en temel yanlıştır.
Hem orada hem burada, hem o yandan hem bu yandan bir “politik tutum”, her şey olabilir ama asla devrimci bir tutum olamaz. Gerçek, somuttur. Somut olan, bunalımın toplumsal saflaşmayı derinleştirdiği, kutuplaşmayı en üst düzeye çıkardığı, çelişki ve çatışmaların önü alınamaz bir şekilde derinleştiğidir. Bu şartlarda emekçi yığınlar, yalnızca ve yalnızca net ve tutarlı bir politik hattın etrafında birleştirilebilir.
Sınıflar mücadelesinin geldiği bu aşamada, tüm karmaşıklığı içinde toplumsal yaşam, şu yalın karşıtlığa gelip dayanıyor: Ya korkunç bir altüst oluşun, şiddetli bir ayaklanmanın dolu dizgin geldiğini görür, kabul edersiniz ve haliyle tüm politik konumlanmanızı buna göre ayarlarsınız; ya da bunu görmezden gelir ve olağan politik çizgide devam edersiniz. Birinci durumda yapacağınız şey, devrimci halk iktidarını somut ve yakın hedeflerin en başına koymaktır. İkinci durumda ise, adına “demokrasi ittifakı” ya da ister “en geniş birlik” denilsin; ister “üçüncü yol/ittifak” ya da başka bir şey, iş dönüp dolaşıp seçimlere, sandığa gelir.
Bu köşeden uzunca bir süredir mevcut ayaklanma haline dikkatleri çekiyoruz. Sosyal medyayı kaplayan sokak röportajlarına defalarca işaret ettik. Orada isyan ve öfkesini hiç çekinmeden yayımlayan insanların çokluğuna bakın. Kuşkusuz kitabi bir dille değil, doğru politik kavramlarla değil, ama günlük dille ifade edilen tüm bu “isyan videolarının” politik içeriği aynıdır. Bütün sorunların gelip dayandığı yer, iktidar sorunudur ve çözümü de bir ayaklanmaya bağlıdır! Eğer bu röportajlarda politik partilerin programlarının net sözcüklerle ifade edilmesi beklenmiyorsa (ki o zaman hiçbir politik partiye gerek kalmazdı), öfke ve beklentilerini dillendiren emekçilerin büyük çoğunluğu, tastamam kopup gelmekte olan ayaklanmanın propagandasını yapmaktadır. Yalnızca bu değil. Büyük bir kararlılığı da ifade ediyor emekçiler. Kavgada sonuna kadar gitme kararlılığını dile getiriyor. Ne seçimler, ne “sandıkta hesaplaşma”, ne “güçlendirilmiş parlamenter sistem”... günlük dille ifade edilen, ölümüne bir devrimci atılımı için sokaklara çıkmaktan başka bir şey değil!
Elle tutulacak bir somutlukta bir ayaklanma hali var toplumda. Dinci faşist iktidarı alaşağı etmek için ayaklanmak ve devrimci zor kullanmak gerektiği görüşü, somut bir bilinç haline yükselmiş durumda. Geniş emekçi yığınlar, bu bilince, elbette şu ya da bu partinin ajitasyonunu dinleyerek, bildiri ve broşürlerini okuyarak ulaşmadı. Uzun döneme dayalı sosyalist devrimci faaliyetin etkileri var kuşkusuz. Bu reddedilemez. Ama kitlesel bilinç sıçramaları, öz olarak, kitlelerin pratik birikimlerinden doğar. Her biri pek çok acı ve bedele mal olan deneyimlerden süzülüp gelen tarihsel birikimdir söz konusu olan. Kelimenin gerçek anlamında okyanusta bir damla olan devrimci öncü güçler ile kitleler, işte yaşamın bir toplumsal ayaklanmayı bir kaçınılmazlık olarak dayattığı bu noktada birbirine yakın şeyler söylemeye, aynı dili konuşmaya başlarlar.
Bu “yakınlaşmanın” somut bir birlikteliğe dönmesi, iki koşula bağlıdır. Birincisi, hiçbir sakınım ve tedirginlik göstermeden, büyük bir özgüven ile işçi ve emekçilerin karşısına çıkıp, “bu bunalımdan çıkış yolunu biliyorum; izlenmesi gereken yol, budur” diyebilmek, onlara somut, net, anlaşılır bir program sunabilmek. İkincisi ise (en az birincisi kadar önemli), sözlü olarak savunduklarını yerine getirmek için ısrarlı, gözü pek, direşken bir kararlılıkla ileri atılmak, cesur pratik çıkışlar yapabilmek.
Dönem, “karnından konuşma” dönemi değil. Bir şeyleri savunuyor(muş) gibi, yapıyor(muş) gibi görünme ile proleter kitleler etkilenemez. Devrimin çekim merkezi, devrimci bir odak, en başta kendine güvenen, net konuşan öncülük ister. Bu ister “birleşik devrimin birleşik devrimci odağı” olma iddiasına sahip oluşumlar olsun, ister tekil parti ve örgütler, fark etmez. Çizgi ve söylem, net olmalı.
Bu türden keskin dönemlerde öncülük, “ama”sız, “fakat”sız, kesin ve net bir kendine güven işidir. Politik sorumluluğu üstlenme işidir. Bu sorumluluk, tarihsel bir sorumluluktur. “Acaba”lara yer yoktur burada. Girişilir ve sonuna kadar yürünür. Aksi halde kendi tereddütlerine bahaneler uyduran bir oyalamacılıktır söz konusu olan.
Birleşik devrim, net ve gözü pek bir birleşik devrimci odağa ihtiyaç duyuyor. Buna kuşku yok. Fakat sözün burası, kendimize.
İçinde bulunduğumuz bu keskin savaşım döneminde emekçi kitlelerin günlük dille ifade ettiği devrimci bilincin asıl muhatabı, Leninistlerdir. Bugüne kadar büyük bir ısrarla dile getirdiğimiz politik çizgi, pratik yaşamın dilinden ifade edilen bir genel eğilim haline gelmiş bulunuyor. Bundan sonrası için politik söylemlerimiz ve pratik tutumumuz, işçi ve emekçilerin umut ve cesaretini ne kadar kuşanıp yansıtabilirse, o oranda gerçek ve doğrudan bir öncülük konumunu kazanmamız söz konusu olabilecektir. Devrimci çıkışlar yapmak, çok daha yakıcı bir hal almıştır.
Bir kez daha: “Söylemenin en iyi yolu, yapmaktır.”