11 Eylül 2001'de bizzat ABD'nin provokasyonuyla, dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarına karşı ilan edilen küresel iç savaşın kaçınılmaz devamı olarak, ABD, İngiltere ve Avrupalı emperyalistlerin hazırladıkları büyük yıkım savaşı aşaması gelip kapıya dayandı.
İşin şaka kaldırır tarafı yok. Gözlerimizin önünde ağır çekim büyük bir yıkım savaşına sürükleniyor dünya.
ABD-NATO ikilisinin Ukrayna üzerinden Rusya’yı savaşa sürüklemeye çalışması karşısında Kremlin, hiç olmadığı ölçüde sert tonda konuşmaya başladı. Washington Post’a “sızdırılan” haberlere göre bizzat Putin’e karşı yaptırım kararı alma hazırlıkları var ve bizzat Beyaz Saray böyle bir adımı destekliyor! Kremlin, “bütün ilişkiler kesilir” diye uyarıyor. Diğer taraftan NATO’nun genişlemesine karşı art arda yapılan açıklamalar, ABD-NATO’dan yazılı garantiler istemeler, durumun yakıcılığını gözler önüne seriyor.
Gerek Cenevre’deki heyetler görüşmesinde, gerek Peskov aracılığıyla yapılan açıklamada, gerekse Lavrov’un yıllık basın toplantısında, bu “yazılı garantiler” sözü özenle vurgulandı. Bunun bir mantığı var. 89-91 karşı-devrimleri döneminde Berlin Duvarı yıkılırken, emperyalistler, o dönemin NATO Genel Sekreteri ağzından “doğuya doğru genişlememe” sözü vermişlerdi. Ama daha sonra tek tek eski Varşova Paktı ülkeleri NATO ve AB tarafından yutulmaya başladığında bu sözler inkar edildi. Bir kısmı “bu sözü SSCB’ye vermiştik, artık ortada SSCB yok” (aynen böyle!) diyerek Moskova’yı açıkça alaya alırken, geçtiğimiz haftalarda şimdiki Genel Sekreter Stoltenberg, “NATO hiçbir zaman genişlemeyeceğine söz vermedi” diyecekti.
Oysa bizzat Gorbaçov ile ABD Dışişleri Bakanı James Baker ve Federal Alman Şansölyesi’nin yaptığı görüşmede, iki Almanya’nın birleşmesi konusu konuşulurken, “NATO doğuya doğru tek bir inç bile genişlemeyecek” diyorlardı. Aralık 2017’de gizliliği kaldırılan belgelerde bu sözler apaçık ortaya çıkmış durumda. Ama şimdi, bütün dünyanın gözü önünde “biz hiçbir zaman böyle bir söz vermedik” diyorlar! Rusya’nın “yazılı garanti” vurgusu biraz da doğrudan bu inkarlarla ilgili.
ABD-NATO kuşatması karşısında Rusya’nın “sert çıkışı” yeni değil. “Ayyaş ayı” Yeltsin döneminde büyük bir çöküşe sürüklenen (ki bugün bile Sovyet dönemindeki düzeyi yakalayamamış durumda) Rusya, yeniden ayakları üzerine dikilmeye başladığı dönemde, 2007 yılındaki Münih Güvenlik Konferansı’nda ilk ciddi meydan okumasını yapmıştı.
Putin meşhur Münih konuşmasında, emperyalist ekonomilerin, satın alma paritesine göre BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ülkelerinin gerisinde kaldığına işaret ederek, “tek kutupluluğun sonu”nu ilan etmişti. Aynı konuşmada 17 Mayıs 1990’da NATO Genel Sekreteri’nin “Almanya dışında herhangi bir ülkeye NATO ordusu yerleştirmeme konusunda SSCB'ye kesin bir güvenlik garantisi verir” sözlerine binaen, “bu garantiler şimdi nerede” diye soruyordu.
O soruyu yıllar sonra yeniden ve yeniden sordu Moskova. Rakiplerinin alenen yalanlaması karşısında, bu defa “yazılı garantiler” talebiyle dikildi karşılarına.
2007-2008 yılı, kapitalist dünya için kötü ünlü “mortgage krizi”nin patladığı dönemdi. Aradan yıllar geçti. Bir türlü atlatamadığı bu krize ek olarak küresel salgınla birlikte emperyalistler için durum daha kötü bir hal aldı. Uluslararası arenada üst üste yaşadığı bozgun, çöküş hali ve tüm dünyada bu yüzyılın başında başlayıp giderek ivmelenen emekçi yığınların kapitalizme ve emperyalizme karşı isyan ve ayaklanma hali, dönemin ana dinamikleridir.
Emperyalist devletler, özellikle de ABD ve İngiltere, emperyalist-kapitalist sistemin çöküşünü engellemek için gittikçe saldırgan hale geliyorlar. Saldırganlıkları tüm dünya işçi sınıfı ve emekçi, yoksul halklarına karşı. Ama bilhassa sosyalizm korkusundan dolayı, eski Sovyet topraklarına, Çin ve demokratik Kore Halk Cumhuriyeti'ne, yüzyılın komünü Küba’ya karşı özel bir saldırganlık politikası izlemekteler.
Rusya, kendi varlık koşulları gereği, bu saldırganlığa karşı koymak zorunda. Ve Rusya ile Çin'in o dev savaş kapasitesi devreye girdiğinde emperyalistler, hendek önüne gelmiş topal eşek örneği duraksamak, atacakları adımı bir değil, yüz defa düşünmek zorunda kalıyorlar.
Rusya, silah sanayisinde yarattığı muazzam gelişmeleri Suriye başta olmak üzere bir dizi “sıcak sahada” sergileme fırsatı buldu. Bir dizi alanda yakaladığı muazzam teknolojik üstünlükle oturuyordu müzakere masalarına. Münih Konferansı bir dönüm noktasıysa, hipersonik silahları ordu envanterine kazandırmış Rusya’nın “yazılı garanti” talebiyle gittiği Cenevre müzakereleri, ikinci bir dönüm noktasıdır.
Rusya artık asla “alttan almayacağının” ilanını yapıyor. Cenevre’de masaya koyduğu talepler belgesinde “NATO'nun gelecekteki herhangi bir genişlemesini, Rusya yakınlarında taarruz silahlarının konuşlandırılmasını ve Doğu Avrupa'daki Batı işbirliğini ve askeri manevraları büyük ölçüde azaltmayı taahhüt eden bir metnin imzalanması” yazıyor. Lavrov’un deyimiyle “bu üç talep kilit önemde” ve “Batı bu taleplere önümüzdeki hafta yazılı yanıt verecek”.
Yıllık basın toplantısında Ukrayna meselesinin kırmızı çizgi olduğunu birkaç defa vurguladı Lavrov: “Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün hemen sınırlarımızın diğer tarafında belirmesini, özellikle de Ukrayna yönetiminin izlediği politika düşünülecek olursa, asla kabul etmeyeceğiz. Dahası bu, bizim için bir kırmızı çizgi, gerçek bir kırmızı çizgi. ... Ukrayna NATO dışında kalsa dahi, Amerikalılar, İngilizler ve diğer Batı ülkeleri ile ikili anlaşmalar üstünden bu ülkeler Ukrayna’da askeri tesisler ve Azov Denizi’nde üsler kurabilir. Bu da bizim için kabul edilemez bir şey, zira komşu ülkelerimizin topraklarına Rusya için tehdit oluşturacak saldırı silahları konuşlandırılması da bizim için bir diğer kırmızı çizgi”.
ABD-NATO cephesinden “talepleri kabul etmeyeceğiz” yollu açıklamalar geldikçe, Rusya cephesinden yapılan her açıklamanın tonu daha da sertleşiyor. Ribakov “müzakereler çıkmazda, bu durum önümüzdeki günlerde yeniden masaya oturmayı gereksiz kılıyor” derken, Peskov “NATO'nun genişlemeye devam edeceğine dair İttifak'tan gelen açıklamaları duyuyoruz. NATO'ya yeni ülkeler çağıran ABD'li yetkililerin açıklamalarını duyuyoruz. Finlandiya ve İsveç'ten bahsediyorum. Topraklarındaki asker sayısının artırılmasını talep eden bazı NATO ülkelerinin açıklamalarını duyuyoruz. Hal böyleyken gerilimi düşürmemiz mi gerekiyor?” çıkışıyla “yazılı yanıt” isteklerini tekrar tekrar vurguluyordu.
Rusya sadece açıklamalar yapmakla kalmadı. Batı bölgelerinde geniş çaplı askeri tatbikata başladı. Ukrayna sınırına 10 bin asker daha kaydırdı. En doğu kesiminde ordunun savaşa hazırlık durumunu görmek için “baskın denetim” yaptı. Tüm bu adımları salt “güç gösterisi” olarak görmek büyük bir hata olur.
ABD-NATO’nun Rusya’yı Ukrayna üzerinden sıkıştırmaya ve bir savaşa çekmeye çalıştığı aşikar. Washington-Brüksel ikilisi, Kiev’de iktidara getirdikleri neo-Nazi faşistler üzerinden “kullanışlı aptallar” elde etmiş durumdalar. CIA eliyle paramiliter güçlere askeri eğitimler verildiği, bunların Rusya’nın başına bela edileceği haberleri emperyalist basında sık sık dile getiriliyor. Ukrayna’yı tümden yıkıma götürme pahasına Rusya’nın sinir uçlarıyla oynuyor, onu köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
Ancak tüm emperyalistlerin tam ve sağlam bir bütünlük içinde olduğunu da düşünmemek gerek. Emperyalistler arası çelişkiler; özellikle Fransız-Alman emperyalistlerinin ABD-İngiliz emperyalistleriyle olan çelişkileri dış politikalarına da yansıyor.
Örneğin, AB savunma bakanlarının toplantılarında kabul edilen “askeri strateji belgesi”ne, Fransız bakan tarafından yüklenen anlam bu rahatsızlığı dışa vuruyor. Fransız bakan, “Yeni askeri stratejik belgesiyle, birlikte inşa ettiğimiz savunma, Avrupa için, sorumluluk alan, vatandaşlarını koruma kapasite ve özgürlüğüne sahip, hareket edebilen ve bulunduğu yerde çıkarlarını koruyabilen bir Avrupa yaratmak istiyoruz” şeklindeki sözleri bunun açık örneğidir.
Tüm bu yoğun çelişki ve çatışmalar, emperyalist-kapitalist sistemin çöküş döneminin, emekçi halkların küresel başkaldırılarının en yoğun olduğu şartlarda gerçekleşiyor. Masa başı planların hemen hiçbir şansının olmayışının temel sebeplerinden biridir bu. “Planlanmış sınırlı savaşların” hızla büyük yıkım savaşlarına evrilebileceği, tüm bu yıkım ve acının içerisinden emekçi halkların devrimlerinin gerçekleşeceği bir altüst oluş dönemindeyiz.
Unutulmasın. Savaş, insanlık için bir yazgı değil elbette, ama kapitalist sistem için bir yazgı niteliğinde. Kapımıza dayanan büyük yıkım savaşlarından kurtulmak için kapitalist sistemden kurtulmak gerekiyor. Günümüz dünyası bu kurtuluşun bütün koşullarını barındırıyor.