Bu duraksız acılar cehenneminde, kıyasıya bir mücadelenin sürüp gittiği bu korkunç sömürü düzeninde "toplumsal barış" ve "toplumsal uzlaşma" çağrısı ne anlama gelir?

Açlıkla terbiye edilmeye çalışılan, işsizlik kıskacıyla hizaya getirilmek istenen, aylığını bir türlü alamayan işçiler, düzenin dayattığı bu yazgıya isyan ederken "barış ve uzlaşma" istemek ne demektir?

Kendi geleceğini belirleme hakkı elinden alınmak istenen, daha düne kadar varlığı bile inkar edilen, ana dili yasaklanan, her tür ulusal hakkına tahdit konulan Kürt halkı, ağır bedellerle örülü bir mücadeleye atılmışken "barış ve kardeşlik" çağrısının amacı nedir?

Daha pek çok şey sıralanabilir. Ezilenlerin, sömürülenlerin, baskı altında tutulanların ayağa kalkıp mücadeleye atıldığı bir toplumda "barış ve uzlaşma" kimin çıkarına?

Bu toplumsal yapı, toplumsal düzen uzlaşmaz sınıf karşıtlığına dayanıyor. Bu ülke, hadi güncel olduğu için söyleyelim, bu cumhuriyet, Kürt ulusunun ve çeşitli ulusal toplulukların "ulusal haklarının" reddi üzerinde yükseliyor. Neyin uzlaşması, neyin barışı!

Uzlaşmacılar toplumsal yaşamın akışına karşı, toplumsal yapının temellerine karşı boş hayaller kuruyor. Kurmakla kalmıyor, bu hayalleri işçi ve emekçi yığınlar arasında, yoksul Kürt halkı arasında yaymaya çalışıyor. Ama hayaller gibi bu çaba da boş!

Hiçbir güç, sınıf karşıtlığı temelinde yükselen bu toplumda "iç barışı" sağlayamaz. Sınıflı toplumda bir tarafın çıkarına olan diğer tarafın zararınadır. Uzlaşmaz karşıtlık o toplumun temel yapısında var.

"İç barış" veya aynı anlama gelmek üzere "toplumsal barış", ezilen sınıfın ve ezilen yığınların bu köleliğe, bu sömürüye boyun eğmeyi kabul etmesi demektir. Oysa işçi ve emekçiler, ezilen Kürt ulusu, baskı altındaki kadınlar, geleceği çalınan gençler... ezcümle bütün yoksul sömürülen kesimler bu "kadere" isyan ediyor. Uzlaşmacı siyasetin geleceği yok!

Dinci-faşist iktidar ve tekelci sermaye sınıfı, işçi ve emekçi yığınların direngen eylemlerinin yükselişi ile Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yoğunlaşmasının aynı döneme denk düştüğü mevcut şartlarda ayakta kalmakta zorlanıyor. Dahası dünyada ve bölgede yayılan ve Türkiye'yi çevreleyen savaş yangınına "iç cephede" büyük devrimci çalkantılarla yakalanmış durumda. Tamamen köşeye sıkıştı. "İç cepheyi" bir düzene koyabilmek için "oyalama manevraları" yapıyor. Bahçeli'nin iki haftadır yaptığı konuşmalar tam olarak budur.

Uzlaşmacılar yapılan açıklamalar karşısında "toplumsal barış", "yeni çözüm süreci" çığlıkları attı. Devlet 43 ay sonra "İmralı kosteri"ni onarmış olmalı ki Kürt halk önderi Öcalan'ın aile görüşüne onay verdi. Tüm bunlar Bahçeli'nin tehditlerle dolu çelişik açıklamaları ile birlikte oldu.

Tam bu sırada gerçekleşen fedai TUSAŞ eylemi, dinci faşizmin bu kötü müsameresini bozmaya yetti. Faşist devlet Rojava'da kent merkezlerine hava akınları düzenledi, sivilleri katletti. Bahçeli ağzından salyalar akıtarak esti gürledi: "eski usul mücadele stratejilerinden çok daha sert, seri ve şiddetli yöntemlerin devreye alınması mukadder hale gelmeli, hiç kimsenin de gözünün yaşına bakılmamalıdır.”

Uzlaşmacıların "provokasyon" çığlıkları eşliğinde "kınama" yarışına girmesi, bulundukları eğik düzlemin onları nasıl bir çukura sürüklediklerini gösteriyor. Sınıf karşıtlığı temelinde yükselen bu toplumsal düzende yaşam, uzlaşmaya değil, mücadelenin sertleşmesi yönünde akıyor. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlar, ezilen Kürt ulusu, kadınlar ve gençler, bütün sömürülen ve baskı altında tutulan kesimler kendi geleceklerini kazanmak için ileri atılıyor. Yaşam devrime akıyor!