Hafıza-i beşer nisyanla maluldür, derler. İnsan belleği unutkanlıkla sakatlanmıştır anlamına gelir. Politik arenada bu sözü sık sık hatırlamak zorunda kalıyor insan. Özellikle de konumlanışını RTE/Saray karşıtlığı üzerinden kuranların söylediklerine, yapıp ettiklerine baktığında!..
Şu son “mafya-siyaset-bürokrasi” meselesini alın mesela. Korkunç cüruf, “pislik” saçıldı ortaya. En sıradan, en “tarafsız” insanları bile isyan ettiriyor çürüme ve yozlaşmanın düzeyi. “Bu kadarı da olmaz” fikri dimağlarda yer ediyor.
Öte yandan, sanki tüm bunlar “yeni olgularmış” gibi yazılıp çiziliyor kalem erbaplarınca. “Unutkanlık” başa bela! Mesela “Tonton” unutulmuş. “Çankaya’nın Şişmanı”, “Papatyalar”, “takunyalılar”, kısacası, bugün karşımıza çıkan bütün “skandalların” 80’lerdeki versiyonları anımsanmaz olmuş. “Turgut Nereden Koşuyor”lar, “Turgut Nereye Koşuyor”lar, “hortumlamalar”, şekere üşüşen tarikatlar... hepsi, ama hepsi silinip gitmiş, hatırlanmaz olmuş. Varsa yoksa RTE ve ekibi!
“Mala çökme” mi dediniz? Sadece günümüzdeki çeteler niye geliyor aklınıza? Geriye doğru şöyle bir yolculuk yapıverin bir zahmet. Milli Şef ve ünlü “Varlık Vergisi”ne mesela... Yahut “Tehcir” ve sonrası, “Kurtuluş Savaşı” vs...
Kaçakçılık, uyuşturucu vs? Ülkenin nice “saygın” ailesinin adlarının karıştığı olaylar ne çabuk unutuldu?
Bugün 5’li Çete’den dem vuruluyor da, yakın dönemin Uzanlar’ı, Horzum’ları, Çağlar ve benzerleri gelmiyor hatıra. İçi boşaltılan (“hortumlanan”) bankalar, Banker Castelli’ler, Engin Civan’lar, Murat Demirel’ler ve diğerleri? Hele başbakanlık yapmış Çiller ve ekibi?
Sahi, ülkenin “İmparator”una “yürü ya kulum” diyen “Gazi Paşa”, İsmet Paşa ve diğerleri neden anılmaz bu hususta?
Konumlanma antikapitalist temelde değil, siyasal iktidar karşıtlığı ekseninde olunca, sistemin “doğasından” kaynaklanan sorunlar, siyasal düzenden çıkıyor diye düşünülür. Tarihsel gelişme, olaylar zincirinin geçmişi, akışı vs. unutulur. Kelimenin gerçek anlamında günübirlik bir bellektir artık siyasal arenada geçerli olan. Dedik ya, insan belleği unutkanlıkla sakatlanmış!
Geçmişle bugünkü olaylar arasında fark yok mu? Elbette var. Her şeyden önce sermaye birikiminin geldiği düzey farklı. Sermayenin “üretimden kaçma eğilimi”nin ulaştığı düzey farklı. “Kupon kırpma” yoluyla edinilen zenginliğin miktarı farklı. Yerkürenin kapitalist entegrasyonunun geldiği aşama farklı. Haliyle çürüme çok daha derin, çok daha boyutlu. Eskinin “sansasyonel” yolsuzluklarının mali boyutu, günümüz açısından 3. sayfa haberi bile olamayacak kapsamdadır!
Eskiden de devlet erkine dayanarak “sermayelerin el değiştirmesi” (popüler deyimle “çökme”) vardı. Ama artık bu yolla devasa birikimler iç ediliyor. Dün adı sanı anılmayan kişi ve gruplar, birden “ülkenin en zenginleri” listesinin üst basamaklarına tırmanıyor. Demirören’in şu 750 milyon dolarlık kredi ile havuzun lağım kanallarını satın aldıktan sonra sarf ettiği “her şeyimi Beyefendi’ye borçluyum, aleyhinde en ufak bir şey görmek istemiyorum” meşhur sözü, ne türden meblağların havada uçuştuğunu ve nasıl bir ilişki ağının içinde olunduğunu gösterme açısından yeterli olsa gerek.
Yahut meşhur SBK olayı, yolsuzluk çukurundaki her “ünlü” ismin kaldığı Paramount Otel, emre amade ünlü “siyah jet”... Yalıkavak Marina, el konun şirketler, “FETÖ borsası” denen yağmada el değiştiren sermaye... Her şeyiyle “Varlık Vergisi” döneminin devamcısı olan bir “kültürün” ulaştığı düzeyi gösteriyor. Tüm ülke çekirge sürüsü tarafından talan ediliyor, tüm “birikmişler” muazzam bir hızla el değiştiriyor. Öyle hummalı çalışmalara, didinip durmalara da gerek yok. Siyasal iktidar, devlet imkanları ve paramiliter çetelerle kurulan sıkı ilişkiler; işte zenginleşmenin en güncel aparatları!
Dayanılmaz kesif bir cüruf kokusu kaplamış her yanı. Fakat çürüme, yozlaşma, “pislik”... toplumsal sisteme içkin olan bu özellikler, salt siyasal düzen için geçerli sanılıyor. Hayır. Çürüyen, yozlaşan, tel tel dökülen, toplumsal sistemin kendisidir. Kapitalist sistem, daha rüşeym halindeyken, çürümeyle birlikte doğar ve gelişir. Bir toplumsal ilişki olarak sermaye “bütün gözeneklerinden kan ve balçık sızarak dünyaya geldi.”
Bugün karşılaştığımız güncel çürüme ve yozlaşma olguları, ne yalnızca Türk tekelci kapitalizmine özgüdür, ne de bu dönemle sınırlıdır. Çürüme ve yozlaşma, kapitalist sistemin genlerinde vardır, sisteme içkindir. Salt siyasal değil, toplumsaldır. Haliyle de çözümü sadece siyasal değişimi değil, toplumsal dönüşümü gerektirmektedir.
Bu noktada “Pisliği Devrim Temizler” şiarı, ancak bu perspektif açısından doğru bir temele oturtulabilir. “Pisliğin” kendisi siyasal alanla sınırlı olmayan, toplumsal sistemden kaynaklanan bir olgudur. Devrimin kendisi de “toplumsal devrim” olmak zorundadır. Yoksa toplumsal sistem (kapitalizm) değişmeden basitçe dinci faşist iktidarın alaşağı edilmesiyle sorun çözülemez. Karşımıza çıkan çürüme ve yozlaşma olguları raslansal veya geçici değil. Kapitalist üretim biçimi, gelişmesiyle birlikte, bu olguları sürekli üretiyor. Sorunu üreten kaynak ortadan kaldırılmadan, sorunu ortadan kaldırmak mümkün değildir.
Bu “pislik” bizzat sistemin kaçınılmaz olarak yeniden ve daha boyutlanarak ürettiği bir “pisliktir”, çözümü de bu sistemi yerle bir edecek olan toplumsal devrimdir. Bu anlamda “pisliği devrim temizle”yecektir!