İçeride ve dışarıda olayların akış hızı baş döndürücü. Yıllar önce işaret ettiğimiz “Kısa Tarih”, artık günlük hayatımızın bir parçası oldu. Olaylar öylesine hızlı ki, en sarsıcı gündemlerin bile bir göz açıp kapayıncaya değin arka plana düşmesi, sürekli yeni sarsıcı olayların patlak vermesi, günümüzün temel özelliği artık.
Yolsuzluklar, Peker videoları, SBK’nın açıklamaları, her yanından tel tel dökülen korkunç bir çürüme, akla hayale sığmayan ilişkiler ağı, HDP davası, Kobane davası, Deniz’in katledilmesi... derken, uluslararası arenada gittikçe artan gerilimler ve yükselen savaş riskleri gözden kaçıyor.
Dolu dizgin savaşa giden sürecin ifadelerinden biri olarak NATO zirvesi, emperyalist saldırganlığın “güncel yol haritasını” belirlemişti. Zirve sonrası emperyalist saldırganlık adımları hızlandı. Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda konuşan Şoygu’nun deyimiyle “İttifak, Rusya-Belarus Birlik Devleti'nin yakınındaki bölgelere hızlı şekilde asker intikal etmek için güzergahlar oluşturuyor. Doğu sınırlarımızda, Asya'ya orta menzilli ABD füzelerinin konuşlandırılması tehlike arz ediyor. NATO, Rusya ve Çin'i dizginlemeye yönelik küresel askeri ve siyasi birlik haline geldi”.
Hiç kuşku yok ki, bu ifade eksiktir. NATO sadece bu iki ülkeyi dizginleme aracı haline gelmedi. Ondan daha öncelikli hedefi, “ayaklanmalar yüzyılına hazırlık” olarak tanımlandı. Emekçi yığınların küresel başkaldırısı karşısında emperyalist-kapitalist sistemin “koruma duvarı” olarak çeyrek asırdır Atlantik’le sınırlı olmayan devasa bir alanda savaşıyor. NATO, küresel iç savaşta sermayenin en etkin vurucu gücüdür.
Aynı Konferans’ta Çin Savunma Bakanı “Bugün dünya düzensiz olarak nitelendiriliyor. Kaotik olaylar ve durumlar meydana geliyor. Bunun sebebi, her şeyi unutan ve kendine sadece soğuk savaş zihniyetini belirleyen bir ülkenin güç politikası uygulaması, hegemonyasına öncelik vermesi, bu ülke için her şeyden önce tek taraflılık ve müdahalecilik geliyor. Bu ülke kendi kurallarını dayatıyor, diğer ülkelere kendi iradesini dayatıyor, sebepli veya sebepsiz diğer ülkelerin iç işlerine karışıyor, çevreleme, bölme, engelleme politikası uyguluyor, yaptırımlar uyguluyor, kamuoyunu manipüle ediyor, birçok ülkede meşru iktidar ve hükümetleri değiştirmek için renkli devrimler gerçekleştiriyor. Buna birlikte karşı koymalıyız. BM liderliğindeki uluslararası sistemi, uluslararası hukuka dayanan dünya düzenini savunmak ve BM’nin uluslararası işlerdeki merkezi rolünü desteklemek gerekiyor” sözleriyle ABD-NATO ile olan derin uzlaşmazlığı dile getiriyor.
Putin ise durumu “jeopolitik türbülansların artması” olarak niteliyor. Moskova’daki Konferans, ABD-NATO eğilim ve yönelimlerine yüksek sesle itiraz ve meydan okuma arenası işlevi görüyor.
Aynı zaman diliminde, Karadeniz'de, Odessa’dan Gürcistan’a demir alan İngiliz destroyeri, Rusya karasularını ihlal etti. Rusya, İngiliz savaş gemisine uyarı ateşi açtı. İngilizler bunu yalanladı. Ama sonrasında bizzat BBC’nin gemiden geçtiği görüntüler ve Rusya'nın yayımladığı video, Rusya’yı doğruluyor.
İngilizler yalanlayadursun, Rusya, üst üste sert açıklamalar yapıyor. Bu olaydan kısa süre önce Genelkurmay başkanı Gerasimov, “nükleer silah kullanma hakkımızı saklı tutuyoruz” açıklaması yapmıştı! Olaydan sonra Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Ribakov, olayın tekrarı halinde “bu defa bombalar hedefi bulur” diyerek gözdağı verdi. Peskov “kasıtlı ve önceden planlanmış provokasyon” diyerek “tüm seçenekler masada” dedi. Zaharova da Londrayı “utanmazca yalan söylemekle” suçladı.
Gerilim tırmanıyor. Ve daha da tırmanacak. Zira 3 gün sonra, 28 Haziran’da NATO'nun öncülüğünde 32 ülkenin katılımıyla Ukrayna kıyılarında “Deniz Meltemi” adı verilen bir tatbikat yapılacak ve 10 Temmuz’a kadar sürecek. Rusya’nın burnunun dibinde devasa bir gözdağı tatbikatı! 5 bin asker, 32 gemi, 40 uçak, 18 özel operasyon ve dalış timi yer alacak. NATO dışında Mısır, Tunus, Pakistan, Güney Kore, Brezilya, Senegal, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Ukrayna gibi ülkeler de katılıyor.
Anlaşılacağı üzere gerilim olağanüstü bir tırmanış sürecinde. Rusya'nın “uyarı ateşi” basit bir sınır ihlali karşısında geliştirilen refleks değil. Zaten sınır ihlali de basit bir olay değil. Olayın kendisi bu tehlikeli bağlam içinde gerçekleşmekte.
Matematikte olasılık hesabında, örneğin yüzde bir, binde bir, milyonda bir... gerçekleşmesi küçük ihtimal dahilinde olaylar betimlenir. Tekil deneme/girişim/olay üzerinden gerçekleşme ihtimali söz konusudur. Oysa doğada ve evrende, milyonlarca ve milyonlarca kez yinelenen süreçler açısından bu türden “küçük olasılıklar”, gerçekleşmesi kaçınılmaz zorunluluklar halini alır. Bu haliyle rastlantı, zorunluluktur. Toplumsal olaylarda da benzer süreç söz konusudur. Kimi dönemler açısından son derece düşük ihtimal olarak beliren olgu ve olaylar, kimi şartlarda, tıpkı doğada olduğu gibi “deneme bombardımanına” tabi tutulur ve gerçekleşmesi neredeyse fizik yasası kesinliğine kavuşur.
Başka şartlar altında çeşitli karşıt eğilim ve etkenlerle dengelenebilecek kimi baskın eğilimler, belirli şartlarda engellenemez bir yönelime/harekete dönüşür. Büyük yıkım savaşları, paylaşım savaşları bu türden olgulardır. Kapitalist sistem altında önünde sonunda iş, savaşlara varır. Çünkü güçler dengesi sürekli değişir ve bu kapitalist dünyada bu güçleri “ölçmenin” savaştan başka yolu yoktur. (Kuşku yok ki, burada, savaşları ortadan kaldırmanın ancak kapitalizmi ortadan kaldırmakla mümkün olduğu kendiliğinden anlaşılır.)
Ama bu savaşlar her şart altında “kaçınılmaz” olarak çıkmaz ortaya. Karşıt eğilimler ve etkenler, bu baskın eğilimi görece uzun dönem dengeler. Şartlar değişir, olaylar üst üste biner. İhtimal, bir kaçınılmazlık haline gelir.
Belirli bir dönemdir bu “kaçınılmazlık” koşullarında yaşıyoruz. Son dönemlerdeki gerilimleri ele alırken, bu perspektiften bakmakta fayda var. Aksi halde patlak veren bir gelişme, duru gökte çakan bir şimşek gibi “beklenmedik” bir vakıa halini alır.
“Savaş rüzgarları”nın estiği bu ilişkiler ağında Türkiye’nin durduğu yere gelince... Açmazlarla dolu dış politikaya dair bolca malzeme yer alıyor basındaki değerlendirmelerde. Ama bu, bir “kararsızlık” olarak görülmemeli. Türkiye, tartışmasız bir şekilde NATO üyesidir ve NATO adına zaten uzun süredir Rusya’yı çeşitli alanlarda oyalamakta, Rus basınının deyimiyle “onu yormaktadır”. Libya, Suriye, Artsakh (D. Karabağ), Karadeniz... şimdi bunlara Ukrayna ve Polonya’ya satılan (S)İHA’lar eklenmiş durumda.
Rusya bunun farkında ve rahatsız. Lavrov “yakında Türkiye tarafıyla, Ankara’nın Kiev ile yaptığı askeri işbirliğini gündeme getirecekleri bir görüşme gerçekleştirecekleri” açıklamasını boşuna yapmadı.
Tüm bu cephelerde Ankara’nın üstlendiği misyon, bizzat NATO (özellikle de İngiliz-ABD emperyalizmi) tarafından verilen “görevler”dir. Dinci faşist iktidarın, her kritik dönemde AB ve ABD tarafından “bir şekilde” destek bulması, iki temel sebepten ötürü. Birincisi, içeride birleşik devrimi, mümkünse dizginsiz bir vahşi diktatörlük kurarak ezebilecek bir güç olarak görülmesi. İkincisi, uluslararası savaş planları ve bölgenin karşı-devrim üssü olarak Türkiye’ye duydukları ihtiyaç. Bu iki nedenden ötürü her kritik kavşakta Washington-Londra-Brüksel desteği ortaya çıkıyor.
Savaş bir eğilim olmaktan çıkıp bir kaçınılmazlık olarak belirginleştikçe, dinci faşizmin kopkoyu bir diktatörlüğe evrilme çabalarına verilen destek artacaktır. Demokrasiyi “Batı”dan bekleyenler, bu acı gerçeğe uyanmak zorunda kalacaklar.
Demokrasinin kazanılması sorunu, yalnızca içerideki sermaye düzenine ve onun iktidarına karşı savaşmayı değil, tüm dünyayı acımasız bir yıkım savaşına sürükleyen emperyalizme karşı mücadeleyi de kapsıyor. Bu yakıcı gerçeklik kendini her geçen gün daha açık ortaya koyuyor.