Biliniyordu, bekleniyordu. Dinci faşist iktidar çok uzun süre önce dile getirmişti. Her tür suçu, her tür katliamı, vahşeti uygulayacağını peşinen ilan etmişti. Bugün HDP İzmir il binasındaki aşağılık cinayet, dinci faşist iktidarın terör, katliam, her türlü vahşet pahasına ayakta kalmaya çalışacağını gösterdi.
Bu plan, bu koyu terör dönemi tehdidi, bizzat dinci faşizmin başındaki zat tarafından defalarca dile getirildi. 7 Haziran sonrası bunun “denemesi” yapıldı. 15 Temmuz sonrası son hazırlıklar tamamlandı. “Mehdi’nin gelişine ortam hazırla”ma amacıyla “gayri nizami harp eğitimi” veren SADAT’ından, medyada arzı endam eden her cinsiyetten gözü dönmüş dinci faşist paramilitere kadar, hepsi bugünlere hazırlandı.
Her gün yayımlanan anketlere, sandık/seçim tantanalarına inat, “bu bir, daha neler göreceksiniz. Bunlar iyi günleriniz” diye alenen tehdit eden, RTE’den başkası değildi. Birkaç gün önce “7 Haziran seçimlerini unutmayın” derken, 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönemi unutmayın demek istiyordu. Apaçık, alenen katliamla tehdit edip durdu. İzmir’deki bu aşağılık cinayet işte böyle işlendi.
Bu aşağılık saldırı sonrası burjuva “muhalefet” ve onların kuyruğundaki tüm liberal tayfa, hatta “itirafçı” mafyacı dahil, hep bir ağızdan “provokasyon” söylemini tutturdu. “Sokağa çıkmayın, oyuna gelmeyin, biz bu oyunu daha önce de gördük...” Hepsinin söylediği bundan ibaret!
Anketlere dikkat çekiyorlar, “AKP-MHP eriyor” diyorlar, “ilk seçimde gidecek” diyorlar... Bunun için dinci faşist iktidarın provokasyon yaptığını söylüyorlar. Doğrudur. Dinci faşist iktidar muazzam bir erime sürecinde. Emekçi yığınların muazzam öfkesi patlamaya yer arıyor. Ve dinci faşist iktidar bu yüzden katliamlara başvuruyor. Ama mesele “sandık meselesi” değil, düzeni ayakta tutma meselesidir. Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin ömrünü uzatma meselesidir.
Dinci faşist iktidar, acımasız bir terör ve vahşet dalgası ile geniş kesimlere boyun eğdirmeyi, onları teslim almayı amaçlıyor. Eğer bu saldırı dalgası başarılı olur ve emekçi yığınlar, halklar sinerse, arzuladığı topyekun bir faşist diktatörlüğü hayata geçirebilecek. Hani RTE’nin “400 milletvekili verin bu iş kansız bitsin” sözüyle de dile getirdiği mutlak bir çoğunluk üzerinden her tür yasal düzenlemeyi de tamamlayabileceği koşullar!..
Yok eğer terör ve vahşet dalgası emekçilere boyun eğdiremezse, o zaman kanlı bir çatışma ortamında, ya seçimler dahil her şey ertelenir, ya da bu “olağanüstü şartlarda” tamamen göstermelik bir seçime gidilir. Her hal ve şartta Hitlervari faşist diktatörlüğün kapısı aralanır.
Dinci faşizmin hesabı bu. Açıkça görüleceği gibi, bu plana “parlamenter yoldan” verilebilecek bir karşılık bulunmuyor! Liberallerin, uzlaşmacı reformistlerin bir türlü anlamak istemedikleri nokta budur. “Parlamenter yol” çıkışsız bir labirent, bir çıkmaz sokak!
Tekelci sermaye ve emperyalistler, dinci faşist iktidara, tam da böylesi bir diktatörlüğe dayanarak birleşik devrimi ezmesi için ihtiyaç duyuyorlar. Her defasında ABD ve Avrupa’nın bu dinci faşist iktidarın ardında durmasının sebebi bu. Bu olguyu anlamadan bu vahşi diktatörlük yönelimini bertaraf etmenin yolu yok.
Dinci faşizmin bu yönelimini ve üstlendiği görevi uzun süredir vurguluyoruz. Günlük Mücadele Birliği’nde, dinci faşist iktidar İçişleri Bakanı’nın ağzından “Yasallık Bizi Boğuyor” diye haykırmasını gündeme getirdik. Koşullar göstermekteydi ki, tekelci sermaye sınıfı kanlı katliamlara, dizginsiz bir teröre, topyekun bir faşist diktatörlüğe su gibi, hava gibi ihtiyaç duymaktadır! Bunun için her tür katliamı, her tür terörü, baskıyı, provokasyonu, saldırıyı yapmaya hazırdır. Kendi tabanından paramiliter yapılar örgütlemiştir ve bu güruh, cinayetler ve katliamlar için “Reis”lerinin emrini beklemektedir! “Düşman Ciddidir” diyerek girişimlerin ciddiye alınması gerektiğini söyledik.
“Karşı-devrim güçleri, gericilik, sömürü düzenini korumak için, devletin gözetimi altında ve desteğini alarak, büyük, kanlı çarpışmalara hazırlık yapıyorlar.” sözleriyle “Son Hazırlıklar”a işaret etmiştik.
Bütün işaretler kanlı bir nihai kapışmaya gidildiğini göstermekteyken, burjuva “muhalefet”in kuyruğunda gelişmeleri inatla salt seçimler üzerinden ele alanlar, emekçileri olmadık hayallerle oyalamaya devam ediyor.
Emekçiler karakter sahibidir. Emekçi halkların politik bilinci gelişkin, politik uyanıklığı yüksektir. İzmir’de katledilen Deniz Poyraz’ın annesi, “Yıkılamam ayaktayım. Halkım için, çocuklarım için, mücadele için ayaktayım. Bırakmıyorlar gideyim cenazemi göreyim. Deniz Gezmiş'in ismini Deniz'e koymuştum. Deniz gitti bin Deniz gelecek dünyaya” derken birleşik devrimimizin ne muazzam bir kaynağa sahip olduğunu dosta düşmana gösteriyor.
Kendi evlatlarını ne uğruna feda ettiğinin bilincinde olan bir halka hiçbir güç boyun eğdiremez!
Bu saldırı birleşik devrime yapılmış bir saldırı. Birleşik devrim güçleri, emekçiler, bu gerçeği çok net gördüler ve derhal sokaklara çıktılar. Bu çok önemli.
Burjuva “muhalefet”in, liberal uzlaşmacıların, provokasyon edebiyatı yapanların “sokağa çıkmayın/oyuna gelmeyin” diye ortalığı bulandırdığı şartlarda, işçi ve emekçiler, sınıf sezgileriyle sokağa çıkmanın, korku bariyerlerini paramparça etmenin hayati önemde olduğunu kavradılar. Dört bir yanda sokaklara çıktılar. Polisin saldırısı altında geri adım atmadılar.
Kürdistan gençliği savaşçı ruh halini “Artık bıçak kemiğe dayandı, sessiz kalacağımız bir zamanda değiliz bizleri öldürüyorlar, katlediyorlar; namusu, vicdanı ve ahlakı olan her birey sokağa inmeli vahşete dur demelidir. Sessizlik katliam ve soykırımdır, sessizlik her Kürt, her sosyalist, her demokratik ve yurtsever için ölümdür. Yarın geç olacaktır, yarın değil şu an kiminin elinden ne geliyorsa yapmalıdır” çağrısıyla dile getiriyor. Benzer çağrılar Türkiye kesiminden, gençlik örgütlerinden yükseliyor.
“Provokasyona gelmeyin” deyip duranlara hatırlatmalıyız ki, bu saldırı ve katliam politikasını boşa çıkarmanın yegane yolu, bunların kaynağını ortadan kaldırmak, sömürü düzenini ve bu düzenin dayandığı tüm kurumları yerle bir etmektir. Tek tek sineklerle uğraşmak akıl işi değildir. Bataklığı kurutmak için harekete geçilmelidir. Tam ve kesin kurtuluş için iki ülkenin emekçi sınıflarına, yoksul halklarına iktidarı ele geçirmenin yolu gösterilmelidir. İktidar dışında her şey hiç bir şeydir. Bu konuda en önemli görev, Birleşik Mücadele Güçleri’ne düşüyor.
Toplumsal ruh hali 6-8 Ekim dönemini andırıyor. Cüretle, örgütlü bir şekilde sokağa, kavgaya; faşizmle anladığı dilden konuşmaya!