NATO emperyalizmin savaş aygıtıdır. Vurucu gücüdür. Ayaklanmaları bastırma aracıdır. ABD ve AB emperyalistlerinin “tekdir ile uslanmayan”lara sallayıp durdukları “kötektir”. ABD hegemonyasına dayalı emperyalist sistemin temel askeri-politik aracıdır.
Tıpkı IMF ve Dünya Bankası gibi, emperyalist sistemin ABD hegemonyasına göre biçimlenmesinin ürünü olan bu araç, bu hegemonyanın çöküş sürecine bağlı olarak savrulma-dağılma sarmalında debelenip duruyor.
Sözüm ona “komünist saldırganlığa” karşı “hür dünyayı savunma” adına kurulan bu askeri örgüt, sosyalist bloktaki 89-91 karşı-devrimlerinden ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra dağıtılmadı. Öyle ya, madem kuruluş amacı “kızıl tehdit” karşısında savunmaydı, “kızıl tehdit” ortadan kalktığına göre, neden ortadan kalkmadı?
Bir dizi yanıt verilebilir bu soruya. Kuşkusuz ilk başta, ilan edilen “kuruluş amacı”nın koca bir sahtekarlık olduğunu belirtmek gerekiyor. Varşova Paktı’nın kuruluşu 1955’tir. NATO’nunki ise 1949. Yani sosyalist ülkelerin askeri ortaklık örgütü olarak Varşova Paktı’nın kuruluşu, NATO’dan sonradır. Asıl Varşova Paktı, emperyalist saldırganlığa karşı bir savunma örgütü olarak kurulmuştur. Emperyalistler, her zamanki gibi daha ilk adımda tüm dünyaya yalan söylüyorlar!
İkinci nokta, NATO’nun “değişen görev tanımı”dır. Sosyalist blokun dağılmasından sonra örgüt kendini “karşı-ayaklanma stratejisi” temelinde yeniden yapılandırmaya yöneldi. 21. yüzyılın “ayaklanmalar yüzyılı” olacağı tespitinden hareketle, “iç savaş örgütü” yönü öne çıkarıldı. İşin aslı, NATO için emekçi yığınların mücadelesine, halkların komünizme yönelmesine karşı gizli örgütlenmeler oluşturması ve gizli terör eylemleri düzenlemesi, alabildiğine eskiydi. Ki bu konuda da Nazi istihbaratının, Gestapo’nun (Gehlen hatırlansın) çok büyük “katkıları” oldu. Sosyalizm mücadelesinin yükseldiği her üye ülkede, değişik adlarla (Gladyo/Özel Harp Dairesi/Kontr-gerilla) her tür terör saldırısı düzenledi, kitle katliamları yaptı. 90’lı yıllarda sözde tasfiye edildi bu yapılanmalar. Ama özünde, bir bütün olarak örgütün kendisi “karşı-ayaklanma örgütü” haline geldi.
Üçüncü nokta, uluslararası politikayı genel olarak jeopolitik pencereden ele alan burjuva dünya, Sovyetler’in çözülmesinden sonra “bir daha asla hiçbir gücün ABD’ye meydan okuyacak düzeye gelmesine izin verilmemeli” (Brzezinski) şiarıyla, tüm dünyayı, “tek süper güç” olan ABD hegemonyasında dizayn etmeye koyuldu. NATO, bu sürecin temel zor aracı olarak görevler üstlendi.
Dördüncü nokta, AB üyelik süreci ile eş zamanlı ve eş güdümlü ilerleyen NATO üyelik süreci sonucu Doğu Avrupa’daki tüm eski sosyalist blok ülkeleri, teker teker yutuldu. Sosyalist altyapı paramparça edildi. NATO, bu ülkelerde iktidarı ele geçiren karşı-devrimcilerin baskı gücü, koruyucu temel askeri dayanağı oldu. İktisadi alanda IMF’nin “şok doktrini”nin askeri alandaki yansısı, NATO’nun “şok doktrini” oldu!
Beşinci nokta, NATO’nun, bu “Kuzey Atlantik” örgütünün, örneğin Pasifik’te, doğu Asya’da, Afrika’da, hatta Latin Amerika’da, bir taraftan “toplumsal olaylara” (bildiğimiz Türkçesi ile halk ayaklanmalarına) müdahale etmesi, diğer taraftan bir dizi ülkede “rejim değişikliği” için doğrudan askeri müdahalelere girişmesi, “değişen görev tanımı” sözünün gerçek içeriğini gözler önüne sermektedir.
NATO üyelerinin “savunma bütçeleri” son yedi yılda 260 milyar dolar arttı. Hasmı ortadan kalkmış bir “savunma örgütü” için çok “şaşırtıcı” bir durum!
Bunlar ve sıralanabilecek başka yönler, NATO’nun, emperyalizmin en temel organlarından biri olarak varlığını sürdürmesinin sebepleridir. Fakat, emperyalizm, ancak bir emperyalist gücün hegemonyası altında yol alabilecek bir sistemdir. Bu hegemonya ilişkisi değiştiği noktada, iç gerilim ve çatışmaların klasik anlamdaki emperyalist savaşlara yol açması, kaçınılmazdır. Belirli bir hegemonya ilişkisine göre biçimlenen emperyalist örgütsel yapılar, bu hegemonya ilişkisi değiştiği oranda varlık zeminini yitirirler. En azından ayaklarını bastıkları toprak sarsılır. ABD’nin mutlak egemenliğine, tartışmasız hegemonyasına göre biçimlenen her türden emperyalist örgütsel yapı (IMF’sinden NATO’suna), ABD’nin bu konumunu kaybetmesine koşut olarak, dönüşmeye, hatta çözülmeye zorlanır. Trump’ın malum çıkışları, Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözü, senkronize hareket yeteneğini günden güne yitirişi, bunlara örnektir.
Söz konusu olan yalnızca ABD’nin çöküşü olsaydı, yani bir başka emperyalist güç onun yerini almaya aday yeni bir hegemon güç olarak öne çıkıyor olsaydı, mevcut emperyalist örgütlerde sürtünmeli-çatışmalı da olsa bir dönüşüm gerçekleşme eğilimi öne çıkardı. Fakat günümüzde yaşanan, hegemon güç olarak ABD’nin çöküşü değil, bir bütün olarak emperyalist sistemin çöküş sürecine girmiş olmadır. Güncel durumun ayırt edici özelliği budur. Ve bu durum, söz konusu emperyalist örgütlerde bir dönüşümden ziyade bir çözülmeyi, bir çöküşü zorluyor.
Trump’ın züccaciye dükkanındaki fil misali ortalığı yıkıp geçiren çıkışlarından sonra, Biden’ın gelişi, Avrupalı emperyalistler açısından büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Zira “yaraları saracak, eski yönetimin yarattığı zararı onaracak bir yönetim” olarak görülüyordu. Bu sevincin ardında, yukarda bahsettiğimiz topyekun çöküşün yarattığı kaygı ve korku yatmaktadır. Bu çöküş sürecine, aynı anlama gelmek üzere, “ölmeyen dokuz canlı sosyalizmin” tüm dünyada yükseliş sürecine karşı emperyalist ülkelerin güçlü bir birliğe ihtiyacı var. NATO başta olmak üzere, emperyalist örgütler, bu temel meselede, hayati öneme sahip.
14 Haziran’da, Brüksel’deki NATO zirvesi bu beklentilere nasıl yanıt verecek, göreceğiz. Biden yönetimini de, diğerlerini de... Temel gündemleri “Çin'in yükselişi, Rusya, "terörle mücadele", yükselen ve yıkıcı teknolojiler, siber tehditler ve saldırılar, iklim değişikliğinin güvenlik etkileri” şeklinde sıralanıyor. Emperyalist ülkelerin Çin-Rusya (daha genelde Şanghay Beşlisi) karşısındaki tutumları, ve tersten, bu ülkelerin emperyalistlerle olan çelişki ve karşılıklı konumlanmaları, dünya halklarının sosyalizme yönelişine dolaylı katkı sunan son derece önemli bir karşıtlıktır.
Toparlarsak, dünya halklarına karşı savaş örgütü olarak kurulan, tüm varlığı, emekçi halkların sosyalizme yönelişini engellemek için her tür askeri-teknik araçların kullanılması, savaş ve işgallerden Nazi yöntemi vahşi terör eylemlerine kadar her tür yönteme başvurulması temelinde biçimlenen bu savaş örgütü, 14 Haziran’da “NATO-2030 konsepti”ni oluşturmak üzere toplanıyor. Toplantının kendisi ayrı bir yazı konusu olmayı hakediyor. Çıkan sonuçları hep birlikte göreceğiz.
Bir NATO üyesi olan Türkiye’ye gelince... O hala “23 Sentlik Asker” olarak, Afganistan cehenneminden apar topar kaçan ABD ve diğer emperyalistlerin arkasını kollamak üzere Kabil Havaalanına bekçilik etme göreviyle ödüllendiriliyor!
Aşağılanma denince aklına yalnızca Trump’ın RTE’ye “aptal olma” dediği mektubu gelenlere, belki Johnson’un ünlü mektubunu da hatırlatmak gerek. Tüm tarihi boyunca emperyalizmin “23 Sentlik askeri” olan Türkiye kapitalizminin tarihinde “ulusal onur arkeolojisine” girişmek beyhude bir çabadır.