Bilinen ve kabul edilen bir gerçektir: Günlük politik ajitasyonda sık sık popüler kavramlar kullanılır. Dildeki “titizlik” kaybolur. Politik ajitasyonda bu durum, bir yere kadar mazur görülebilir elbette. Lakin, bu durum doğrudan politik saptamalara ve politika üretimine sirayet ederse...
Bugüne kadar iktidarın tek elde toplanmasına, devrimi ezmek adına daha kanlı bir diktatörlük inşa edilme sürecine sıklıkla işaret ettik. Dinci faşizmin ve sermaye sınıfının bu eğilimi, kendini hemen her adımda açığa vuruyordu. Sınıflar savaşının nesnel ortamından doğan bu eğilim, RTE şahsındaki haris bir “lider kişilik” ve çevresine öbeklenen suç şebekesi ile birlikte somut bir yönelime dönüştü. Altını çizelim. Tekelci sermaye sınıfının (buna emperyalist güçleri de dahil etmeli) arzu, istek ve yönelimine uygun bir yönelim idi bu. Onun hilafına olan bir süreç değil.
Sonuçta bu eğilime uygun ortaya çıkan yönelim, her adımda daha saldırgan, baskıcı, kanlı bir diktatörlüğe doğru yol almak oldu. “Saray rejimi/tek adam rejimi” denilen şeyin doğduğu burjuva politik ortam, tastamam buydu. Birden bire çıkmadı su yüzüne. Bir oluşum süreci, bir kapışma evresi, savaşım içinde kuluçka ve biçimlenme dönemi oldu. Pek çok iradenin sahne aldığı çok yönlü süreç... Süreç hala da nihayete ermiş değil.
Böyle bir ortamda karşımıza çıkan çürüme, yozlaşma, dağılma öğeleri, günlük politik ajitasyona pek çok malzeme sağlıyor. Emekçi yığınlar, bizzat bu olgular yığını tarafından kendiliğinden bir şekilde bombardımana tutuluyor. Çoğu zaman ayrıntılara takılmaktan bütünü göremez oluyor insanlar.
Emekçi yığınların öfkesi, yaşanan sürecin kendiliğinden sonucu olarak iktidarın toplandığı o tek merkeze yöneliyor. Devrimin mızrak ucu oraya yöneliyor. Bu, eşyanın doğasına uygun olandır. Fakat günlük politik ajitasyon işin bu kısmıyla sınırlı kalınca, iş, basit bir RTE/Saray karşıtlığına dönüşüveriyor. Boydan boya liberal basını kaplayan bu hava, sıklıkla sosyalist basını da etkisine alıyor. Popüler jargon politik bilinci dönüştürmeye başlıyor.
Son dönemde “mafya düzenini yıkmak” şeklindeki söylemler bunun örneklerinden biri. Benzer bir ifade biçimini “Saray rejimini yıkmak” ya da “AKP-MHP faşizmini geriletmek” biçiminde de görüyoruz. Günlük politik ajitasyon için kullanım kolaylığı sunan, emekçilerde hızlı etki uyandırma üstünlüğüne sahip olan bu tarz tanımlamalar, işin temelindeki bağlantılar ortaya konmadığı oranda, yalnızca “hedefi daraltma”ya yaramıyor, bilinçleri de “daraltıyor”! İşin sonunda gelinen nokta, hemen her defasında, RTE’nin, AKP’nin olmadığı bir burjuva düzen oluyor. Sıklıkla dile getirilen “güçlendirilmiş parlamenter sistem” vb. söylemler, tastamam budur.
Doğru politik ajitasyon, ortalığa saçılan bu olgular yığınından etkili malzemeleri alıp, işlemekle başlar işe. Ama, yukarıda dikkat çektiğimiz temel bağlantı gözden kaçırılmadan, bu çürüyen ve dağılan yapının, sermaye sınıfının ihtiyaçlarından doğmuş bir aygıt olduğu gerçeğini her adımda öne çıkararak...
Bu çürüyen ve yozlaşan yapının dağılıp gitmekte olduğu doğrudur. Fakat, birincisi, devrimin nesnel baskısıyla gelişen bu çöküş, kendiliğinden olup bitmeyecek. İkincisi, bu çöküş, kendiliğinden emeğin iktidarına, emekten yana bir düzene yol açmayacak. Hedef, dar anlamda “Saray rejiminin” yıkılması değil. Hedef, “Saray rejimi” denen şeyi ortaya çıkartan mevcut tekelci kapitalist egemenlik biçiminin ta kendisidir. Bu hedef, tüm politik çalışmanın; propaganda ve ajitasyonun temeline oturmak zorunda. İki anlama gelmeyecek biçimde, emekçi yığınlara sürekli ve sürekli anlatılması gereken şey, işte budur. Çünkü kötülüğün kaynağı, tekelci kapitalist egemenliğin, sömürü düzeninin kendisidir ve bu kaynak bir devrimle ortadan kaldırılmadan emekçi sınıflara gerçek kurtuluş üzerine söylenecek her söz birer yalan olmaktan öteye gitmez.
Yineleyelim. Devrimin mızrak ucu, eşyanın tabiatı gereği tüm yetkilerin merkezileştiği iktidara, dinci faşist iktidara yöneliyor. Tüm bir düzenin odak noktası haline gelen bu iktidarı bir devrimle alaşağı etmek, düzeni alaşağı etmenin ilk temel adımıdır. Ama günlük ajitasyon dili, bilerek veya bilmeyerek, bu yönelimi sadece mevcut hükümetle, “tek adam” ile sınırlayarak, düzene/sisteme dokunmayan; en fazlasından düzeniçi değişimi getiriyor emekçilerin gündemine.
Özellikle yasalcı partiler başta olmak üzere sosyalist hareketin belirli bir kısmı, “AKP-Saray rejimi” karşıtlığı üzerinden sistem içi bir çıkış arayışında. Burjuva muhalefetle bir araya gelme doğrultusunda güçlü bir istek ve eğilim taşıyor. Tam da bu eğilim yüzünden kullanılan dil, jargon, bu çevrelerle uzlaşmaya uygun bir nitelik taşıyor. Bütün çabalar, emekçi sınıfları ve ezilen halkları burjuvaziyle uzlaştırmaya; burjuva muhalefet ile uzlaşmaya çıkıyor.
Kavramların ve tanımlamaların önemi tam da burada. Emekçilerin bilinçlerinin bulandırılmasını engellemenin yolu doğru kavramlaştırma ile mümkün. Kavramları sündürmek, ajitasyonu popüler olanla sınırlamak, niyet ne olursa olsun, bir süre sonra, politik hedeflerin sınırlanmasına giden yolu açıyor.
Boşa dövüşmüş olmamak için, günlük ajitasyon dahil, politik çalışmalarda, devrim ve iktidar hedefi iki anlama gelmeyecek biçimde gösterilmeli. Propaganda ve ajitasyon faaliyetinde devrimci kalmanın temel koşulu budur. Bu nokta unutulduğunda ya da ihmal edildiğinde kişinin kendini burjuvaziyle işbirliği halinde sosyal reformist sularda bulması kaçınılmaz.