Hükümet bu işi iyi biliyor. Gerçekten iyi biliyor. Başka hiçbir konuda değil ama, bu konuda şeytana pabucunu ters giydirir; Göbels’i çırak çıkartır. “Algı yönetimi”nden bahsediyoruz.
Yarın akşamdan itibaren “tam kapanma” başlıyor. RTE, Pazartesi akşam ekranlar karşısında kararı açıkladı. İçişleri Bakanlığı genelge yayımladı. Ardından “istisnalar listesi” de duyuruldu. Söylem, propaganda, oluşturulan görüntü “tam kapanma” idi. Kuşkusuz bunun bilimsel anlamda “tam kapanma” ile hiçbir ilgisi yoktu. Zaten bilim kurulu üyeleri de “tam kapanma demeyelim de, sıkı kapanma diyelim” sözleriyle bu “çarpıklığı” gidermeye çalıştı.
Oysa dinci faşist iktidar ve onun başı, kavramları bilerek kullanmışlardı. Yaratmak istedikleri görüntü buydu çünkü. Kamuoyu algısına yön vermeye çalışıyorlardı.
Derken DİSK-AR, İçişleri Bakanlığı’nın “istisna listesi” üzerinden bir hesaplama yaptı ve bunu bugün duyurdu: “TÜİK Hanehalkı İşgücü Araştırması 2020 yıllık verilerini kullanarak yaptığımız hesaplamaya göre istihdam edilen toplam 26 milyon 813 kişinin 16 milyon 393 bini ‘tam’ kapanmadan muaf sektörlerde çalışırken, 4 milyon 447 bini tam kapanmadan muaf olmayan sektörlerde çalışıyor. 5 milyon 973 bin kişi ise kapanmadan kısmen muaf sektörlerde çalışıyor. Böylece istihdamın yüzde 61’i kapanma döneminde çalışırken, yüzde 17’si kapanmadan yararlanabiliyor. Kapanmadan kısmen muaf olanlar ise yüzde 22 civarında. Böylece kısmen muaf olan sektörlerde çalışanların bir bölümü de eklendiğinde kapanmadan muaf olan sektörlerde çalışanlar istihdamın yaklaşık yüzde 70’i civarına yükselebiliyor.”
İşte onca tantana kopartılan, “bu önlemleri almaya mecbur kaldık” havalarında ilan edilen “tam kapanma”nın gerçek kapsamı bu! Görüyoruz ki, genel olarak kafalarda şekillenen “mevcut koşulların da dayatmasıyla bu defa gerçekten bir şekilde ‘kapanma’ gerçekleşiyor galiba” düşüncesi bariz bir yanılsama. Dedik ya, hükümet “algı yönetimi” konusunda pek mahir!
Sonuçta salgına karşı “zorunlu önlem” alınıyor edasıyla ilan ettikleri “tam kapanma”, aslında “ekonomi çarkları dönmek zorunda” anlayışını sürdürmenin bir başka yolu. Tek fark, işe koşulan o milyonlarca işçinin, ailelerinin, emeklilerin, işsizlerin, ezcümle milyonlarca insanın “sıkıyönetim” usulü eve kapatılması oldu. Bu kesimler için bir nevi sokağa çıkma yasağı kararı eklendi halihazırda uygulanan “sürü bağışıklığı”na.
Yine de eve kapatılanlar için bu sokağa çıkma yasağının da “istisnaları” var. Takkeli’den öğrenmiş bulunuyoruz ki, camilerde toplu namaz kılınabilecek! Takkeli demişken... İçişleri Bakanlığı’nın, ancak bir yasa ile mümkün olabilecek “alkol satış yasağı”nı bir genelge ile duyurmasının yarattığı tartışmalar sürerken, Takkeli’nin başında olduğu Diyanet’in bir sözcüsü “sigarayı da yasaklayalım” buyurdu!
Bu ikiyüzlü yasaklar eşliğinde gelip çattı 1 Mayıs. Daha bu “tam kapanma” sahtekarlığı gündemde yokken, 1 Mayıs hafta sonuna denk geldiğinden “sokağa çıkma kısıtlaması” kapsamında kalıyor diye, işçi sendikaları yan çizmeye başlamıştı. DİSK, KESK, TTB ve TMMOB ise, 1 Mayıs etkinliğini 30 Nisan’a çekerek göstermelik bir muhtevaya büründürürken, geçen yılki gibi “online etkinlik” eğilimi göstermiş durumdaydı.
Yaptıkları basın açıklamasında hükümeti, dinci faşist iktidarın partilerinin kongrelerini, devletin türlü çeşit ikiyüzlü yaklaşımını teşhir ettiler, ama... orada kaldılar. Bir küçük adım bile atmadılar. 1 Mayıs'ta Taksim çağrısı yapmalarını beklemiyorduk zaten. Ama, ne 1 Mayıs’ın resmi tatil oluşu üzerinden o gün işe koşulan işçileri greve ve eylemlere çağırdılar, ne sokağa dönük bir çağrı gerçekleştirdiler. Adeta bu “sokağa çıkma kısıtlaması”na sığındılar. Salgın ve duyarlılık üzerinden geçiştirme yoluna gittiler.
Genel merkezlerinin yaptığı açıklamanın aksine, aynı sendikaların Ankara örgütleri ise, “yasakları tanımıyoruz, 1 Mayıs’ta sokaktayız” açıklaması yapıyordu. Diğer taraftan bağımsız sendikalar ve konfederasyonların kimi şubeleri de 1 Mayıs yasaklarına karşı daha militan bir tavır açıkladılar. İşçiler, emekçiler kendilerini temsil edenlerden çok daha ileride, çok daha devrimci bir ruha sahip olduklarını gösterdiler.
Birleşik Mücadele Güçleri, yasağı kesinlikle tanımayacaklarını ilan ederek, yüzlerini 1 Mayıs Alanı'a çevirdiler. Birleşik Gençlik Meclisleri, militan ve devrimci bir tutumla, “Taksim’e, Sokağa, Barikatı Aşmaya” diyerek, gençliği Taksim 1 Mayıs Alanı'na çağırdı.
“Tam kapanma” henüz ilan edilmemişken genel görünüm böyleydi. RTE’nin kameralar karşısına geçip “17 Mayıs’a kadar tam kapanma” ilan etmesinden sonra, yukarıdaki durumda pek bir değişiklik olmadı. Ankara’daki şubeler yine sokak diyor, Birleşik Mücadele Güçleri ve Birleşik Gençlik Meclisleri ise semt semt, mahalle mahalle 1 Mayıs çalışmalarına devam edip; işçi ve emekçileri Taksim 1 Mayıs Alanı'na çağırıyorlar. Sık sık gözaltına alınıyor gençler. Cezalar kesiliyor. İşçi eylemleri keza saldırıya uğruyor. 1 Mayıs çalışması bir kampanya halinde devam ediyor. 1 Mayıs, şimdiden, dinci faşizme karşı pratik mücadele gününe dönüşmüştür.
Açıkçası bu çalışmayı yürütenlerin gözünde “hafta sonu kısıtlaması” ile “tam kapanma” arasında hiçbir fark yok. Bu açıdan dinci faşist iktidarın “algı yönetimi” olarak yaptığı açıklamaların bir hükmü de yok. Taraflar çoktan almış oldukları pozisyonu koruyorlar.
Final bizzat 1 Mayıs günü yapılacak. Devlet 1 Mayıs Alanı’nı bariyerlerle kapatıyor alışılageldiği üzere. Çünkü, biliyor ki, sahte gerekçelerle içeriği çarpıtılmış “tam kapanma”sına ne işçiler, emekçiler, Kürt halkı uyacak ne de gençlik. Birleşik devrimi temsil edenler Taksim yasağı dinlemeyecekler.
1 Mayıs Alanı etrafında sürecek mücadele, şimdiden, birleşik devrim ile karşı devrimin çarpışmasının odak noktasına dönüşmüş durumda.