23 Nisan’da Beyaz Saray’dan “beklenen telefon” geldi nihayet. Ama beklenen içerikte değil elbet! Aslında arada bu kadar saat farkı olmasaydı, Biden belki gün içinde arardı. Hazır 23 Nisan vesilesiyle koltuğuna küçük bir çocuğu da oturtmuştu... RTE belki bu müşkül durumdan kurtulurdu!
Olmadı ne yazık. Biden açık açık “yarın 24 Nisan’ı ‘soykırım’ olarak nitelendireceğim” dedi. Başka neler konuştular, ayrı hikaye. Ama bu görüşme sonrası yeni bir “Kandil operasyonu” başladı.
RTE bu arada İlham Aliyev’i aradı. Malum, söz konusu olan “Ermeni soykırımı” olunca, bu iki “Türk devleti” dert ve suç ortakları. Aliyev kamuoyuna konuştu. Ama RTE’nin ağzını yine bıçak açmadı. Adet olduğu üzere, netameli anlarda susmak, hatta mümkünse sınır ötesinde bir yerlere kapağı atmak, RTE’nin şaşılası erdemlerindendir!
24’ünde Biden “soykırım” nitelemesini yaptı. Saray’ın “siyasi memur”u Altun Fahrettin, “bağlamacı” (SETA üzerinden iyi bilir bu işleri!) Kalın İbrahim, “Batı hiçbir zaman Türkiye'nin dostu olmamıştır. ABD de hiçbir zaman müttefikimiz olmamıştır” diyen Saray danışmanı Oğan, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, hatta Pakistan Dışişleri Bakanı bile, konuştu... ama RTE sustu.
Meydan boş kalınca AKP’lilerden ne inciler saçıldı ortalığa ne inciler. “ABD’nin soykırım suçları” tabloları hazırlayıp dolaşıma sokan vekiller oldu. Tuhaf olan, hazırladıkları o eksik tablolarda bile, Türkiye’nin suç ortaklığı yaptığı olaylar sıralanıyordu!
Ha bir de şu ünlü “yok hükmünde” meselesi var, ama ona hiç girmeyelim!
Sadece dinci faşist iktidar cephesi değil elbet. Cümle burjuva muhalefet partileri... onlar da sıraya girdiler. Akşener’inden İmamoğlu’na, oğul Erbakan’ından Babacan’ına, aklınıza gelebilecek bütün burjuva muhalefet partileri, esip gürlediler. Laf aramızda “demokrasi ittifakı” adına HDP’nin mesai yaptığı kimi partiler, HDP’nin “Ermeni soykırımı” hakkında yaptığı açıklama karşısında “umarız sizin de soyunuz tez zamanda tükenir” diyerek hem “demokratlıklarını”, hem de ittifak meselesine yaklaşımlarını sergilemiş oldular.
Burjuva camia, dincisiyle laikiyle, sağcısıyla solcusuyla, kemalistiyle yeni-Osmanlıcısıyla “Ermeni soykırımı” konusunda “aşırı hassas”tır. Hiçbir farkları yoktur. Tek kalıptan çıkmıştır hepsi. O çok sevdikleri “Abdülhamit Han” da, İttihatçılar da suç ortaklarıdır çünkü. Aynı kökten, aynı dokudan gelir cümlesi.
Biden, 40 sene önce Reagan’ın dediğini tekrarladı oldu olancası. Üstelik bizzat telefon açıp haber vererek, 24 Nisan’ı soykırım olarak nitelendirdi. Olguyu adıyla çağırdı. Üstelik “soykırım” sözcüğünün başına “sözde” ekini de yapmadan!
Ama hayır... O büyük tarihsel suç, o fısıldanması bile ürperten “günah” dile getirilmemeli. Sonuçta hiçbir yaptırım etkisi olmasa da, tüm varlıklarını üzerine bina ettikleri o korkunç suçu örten yalan perdesi kaldırılmamalı. Korku büyük. Dehşetli büyük.
Siz bu vahşeti, bu soykırımı, bu tarifsiz acıları dert etmiyorsunuz da, onun adının konulmasını mı dert ediyorsunuz! Her biri bir can olan bir milyonu aşkın insanı, bu toprakların kadim bir halkını kırıp geçirdiğinize yanmıyorsunuz, bunun dile getirilmesine bozuluyorsunuz, öyle mi?
Evet, suçunuzun farkındasınız. Hepiniz “Salkım hanımın taneleri”siniz. Mal varlıklarınızın temelinde kırıp geçirdiğiniz o insanların (ve Rumların) birikmişleri var ne de olsa. Adına “Kurtuluş Savaşı” dediğiniz mücadeleye, o namlı eşraflar olarak katılmanızın temelinde bile, bu tuhaf “vatan sevgisi” var. Öyle ya, Yunan ordusunun işgali ve Fransız birlikleriyle gelen Ermeni kuvvetleri, “üstüne çöktüğünüz” malları geri alacaklar korkusu sarmıştı her birinizi. “Sevr karşıtlığınızın” en önemli sebebi buydu. Vatanınız o mallar, mülklerdi; paracıklarınız, altınlarınızdı. Ve vatan aşkıyla (cepheye koşmadınız tabii ama) sürdünüz savaş yorgunu Mehmetleri ön saflara!
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” ne de olsa! O “vatan” için bu toprakların kadim halklarından birini kıyımdan, kırımdan geçirdiniz.
Burjuva sınıf ve onun devleti, bu korkunç suçlar (kuşkusuz sadece bunlar değil) ve yalanlar üzerine kuruldu. Üstelik sadece bir “tarihsel an” değil bu suç. Cumhuriyet boyunca da sürdü. Varlık vergileriyle, 6-7 Eylül’le, 1964 zorunlu göçüyle... Korkuları ne Biden’ın “soykırım” demiş olmasından, ne bir başkasının parlamentoda karar almış olmasından. Korkuları, Nazileri önceleyen soykırımlar ve yalanlar üzerine kurdukları sahte dünyalarının “sırlarının” ifşa olmasından.
Diğer taraftan, son dönemde peş peşe gedi S-400 ve CAATSA yaptırımları, F-35 programından çıkartılma, Halkbank davası, AB’nin yaptırım tehdidi, 24 Nisan’ı “soykırım” olarak niteleme...
Çıkmayan candan umut kesilmez hesabı, tüm bunlardan hala “iktidara demokratikleşme baskısı” çıkartanlar bulunur mu bilinmez ama, kendi adımıza, söylenmesi gerekeni söyleyelim. Emperyalistlerden gelecek tek baskı, kendi planlarına sürtünme oluşturan yönelimlere izin vermeme doğrultusunda olur. Demokratikleşme, özgürlük vs. bekleyenler bir ömür boşa beklerler. Asla akıldan çıkarılmasın: “Emperyalizm özgürlük değil, egemenlik ister.”
Yukarıda sıraladığımız “baskı unsurları” ve yarın bir gün gündeme gelebilecek daha beterlerine bakıp dinci faşist iktidarın (ve hele Türkiye’nin) gözden çıkarılmakta olduğunu, bir kenara atılmakta olduğunu düşünen, fena yanılır. Türkiye ve hatta mevcut koşullar itibariyle dinci faşist iktidar, küresel kapışmalarda emperyalist planlar açısından önemli bir yer tutuyor. Nasıl ki iktisadi, siyasi, mali ve askeri açıdan Türkiye, çözülmez bağlarla emperyalizme bağlıysa ve bu bağımlılık hiçbir iktidarın kıramayacağı bir yapıdaysa; emperyalistler de hayati çıkarlarla bağlıdır Türkiye’ye. Kaybetmeyi göze alamayacakları bir “cephe ülkesi”dir.
Yanlış anlaşılmasın. Buradaki “kaybetme” ile kastettiğimiz, “Türkiye’nin eksen değiştirmesi” değil. Emperyalistlerin böyle bir kaygısı asla olmadı. Onlar gayet iyi bilirler ki, mevcut ilişkiler ağı bağımlı bir ülkeyi emperyalistlere, “Hephaistos’un çivilerinin Prometheus’u kayalara mıhladığından daha sıkı bir şekilde bağlar”.
Onlar için kaybetmek, Türkiye’nin toplumsal devrim ile sistem dışına çıkmasıdır. O yüzden devrimin baskısı böylesine yoğunken, Türkiye’yi “istikrarsızlaştıracak” en ufak bir adım bile atmayacak, tam tersine, en olmaz anlarda bile el altından destekleyeceklerdir. Sahnede ne kadar bağırıp çağırırlarsa çağırsınlar, kuliste dinci faşizmin sırtını sıvazladıklarından kuşku duyulmasın.
Eğer onu “köşeye sıkıştıracaklarsa” bunun sebebi, es kaza kendi planlarına uyma konusunda bir sürtünme oluşudur. “Yola getirmek” için yaparlar. Ama asla “demokratikleşme” için, ya da kaldırıp bir kenara atmak için yapmazlar. Geçmişte yapmadılar, yakın gelecekte de böyle bir şey yapmayacaklar.
Bundan kuşkusu olanlar, AB zirvesinde yaptırımlar gündeme geldiğinde bizzat Biden’ın “yaptırımları engelleyin” çağrısını anımsasınlar yeter.