“Rusya sınıra her türden askeri malzeme ve araç sevkiyatı gerçekleştiriyor. Mobil hastanelerden savaş teçhizatlarına çok ciddi bir hareketlilik görüyoruz. Bunun kaygı verici olduğu çok açık. Bu kadar fazla sayıda askeri bir yere topladığınızda bir kıvılcım çıkma olasılığı daha fazla olur.”
Bu sözler AB Yüksek Komiseri Borell’e ait. Kuşkusuz Borell, tatbikat bahanesiyle kuzeyde, batıda ve güneyde kaç NATO askerinin Rusya sınırına yığıldığını es geçiyor! Çok sayıda ABD savaş uçağının Polonya’ya yığıldığı, Baltık cumhuriyetlerinde artırdıkları yığınakları vs. konularında konuşmamayı yeğliyor.
Benzer açıklamaları artık gün aşırı bütün AB yetkililerinden, ABD-AB emperyalistlerinden ve NATO'dan duyuyoruz. Bunun ötesinde eski “soğuk savaş dönemi”ni gölgede bırakan “casus oyunları” aldı başını gidiyor. Her gün bir ülke “casusluk” gerekçesiyle Rus diplomatları “persona non grata” ilan ediyor. Rusya karşılık veriyor. Gerilim, gerilim, gerilim... (Bu arada, dikkate değer bir şekilde, Rusya’ya “posta koyan” hemen her ülkenin bir ticari işi, bir ihalesi vb. bir anda ABD tekellerine veriliyor, o da ayrı mesele!)
Rusya, sınıra bu denli yığınak yaparken salt blöf mü yapıyor? Bu korkunç yığınak sadece caydırmak için mi? Gelin biraz yakından bakalım.
“Eğer vazgeçersek parçalara ayrılırız. Müttefikimiz yok. Dayanmak zorundayız.” Bu sözler, bundan birkaç yıl önce yine “Ukrayna gerilimi” dolayısıyla Putin tarafından sarfedilmişti. Net, kesin ve keskin bir ifade! Neyle karşı karşıya bulunduklarının bilincinde olduklarını açığa vuran bir ifade...
Rusya, “Ukrayna sorununu” doğrudan kendi varoluşsal sorunu olarak görüyor, burası çok açık. Blöf yapmıyor. Dün çok genel hatlarıyla aktardığımız tarihsel arka plan, aslında bu durumu apaçık ortaya koyuyordu. Ek olarak bizzat Ukrayna’daki belli başlı tarihsel uğraklara bir göz atalım. O zaman Ukrayna’nın bu kapışmada nasıl kritik öneme sahip olduğu daha net görülecektir.
Ukrayna ile NATO çerçeve anlaşmasının, Leonid Kuçma döneminde, 2002’de imzalandığını söylemiştik dün. Görece “orta yol” politikası güden Kuçma dönemi, henüz emperyalistlerle Rusya arasındaki gerilimin su yüzüne vurmadığı dönemdir. Kuçma’nın başkanlığının son iki yılında başbakanlık görevini “Rusya yanlısı” Yanukoviç yaptı.
Rusya kendini toparladıkça Ukrayna'daki ağırlığını artırdı kuşkusuz. AB (ve ABD) ile Ukrayna üzerindeki gerilim yoğunlaşmaya başladı. 2004 başkanlık seçimlerini Yanukoviç kazandı. Emperyalistler derhal harekete geçti. Soros’un “Açık Toplum”undan Washington’ın NED’ine, AB fonlarından Kiev’in “oligarklarına” hepsi elbirliği ile seçimi kaybeden Yuşçenko taraftarlarını “seçim hilesi” protestolarına yönlendirdiler. “Turuncu devrim” böyle kotarıldı. 2006 parlamento seçimlerini Yanukoviç’in partisi kazandı. Başbakanlık görevi sırasında başkan Yuşçenko ile sorunlar yaşandı haliyle. “Ukrayna Krizi” patlak verdi. Erken seçimden yine birinci parti olarak çıktı, fakat başbakanlık görevi Avrupa’lı emperyalistlerin gözdesi Timoşenko’ya verildi.
Yanukoviç, 2010’daki başkanlık seçimini de kazandı. Ama bu sefer karşı cephe, yolsuzlukların ayyuka çıkması, Timoşenko’nun bizzat Yuşçenko tarafından hapse atılması vb. ile dağılmış durumdaydı. Başkanlığa engel olamadı “Batı” cephesi. Ne ki bu, hedeflerinden vazgeçtikleri anlamına gelmiyordu.
Otuz yıl önce, sosyalizmi yıkarak güle oynaya kapitalist üretim ilişkilerini geliştirebileceklerini sanan karşı devrimcilerin elinde, şimdi, ekonomik olarak büyük bir kriz içindeyki Ukrayna vardı. Sosyalizmi yıkmışlardı ama burjuva düzeni de oturtamamışlardı. Elde, araftaki bir ülke kalmıştı. Bir taraftan IMF, 17 milyar dolarlık kredi için AB ile anlaşmanın imzalanmasını için bastırıyor; Rusya diğer taraftan gaz fiyatlarında indirim ve ekonomik yardım için 1 Ocak 2010’da yürürlüğe giren “Gümrük Birliği”ne dahil olmasını istiyordu. Ülke nüfusunun bölünmüşlüğü, “dışarıdaki” bu iki zıt kutbun çekim alanının yansıması gibiydi. Adım adım yıkıma giden ülke, iki karşıt kutup tarafından çekiştiriliyordu.
Örneğin 2013 sonlarında, İngiliz emperyalizminin resmi sesi BBC, Ukrayna liderinin tartışmalı Moskova gezisi başlığıyla geçiyordu haberi. “Ama Ukrayna'da AB yanlısı protestocular, (siz bunu AB emperyalistleri olarak okuyabilirsiniz b.n.) Yanukoviç'in Kiev'i Rusya liderliğindeki Gümrük Birliği'ne sokacak bir anlaşmayı imzalamasından korkuyorlar. ... Rusya önderliğindeki bu birlik halen Belarus ve Kazakistan'ı da içeriyor. Ancak AB yanlısı protestocular, birliği Sovyetler Birliği'nin çağdaş uzantısı olarak görüyor.” (abç) diyordu.
Tüm emperyalist camia, elbirliği içinde bir an evvel Yanukoviç’in devrilmesi için çalışıyordu. Kiev, bu “Gümrük Birliği Anlaşması”na dahil olmamalı, AB ile anlaşma imzalamalıydı. Aksi halde Ukrayna’yı yutma umutları suya düşerdi. Ve daha kötüsü, Rusya’nın parçalanması ve düşürülmesi umutlarının bir başka bahara kalması anlamını taşıyordu. Bütün güçleriyle yüklendiler. Ünlü “Maydan Devrimi” işte böyle, dünya emperyalizminin muazzam acımasızlıkla kotardığı bir operasyonundan başka bir şey değildi.
Faşist darbe sonrası Kiev’de iktidar, neo-Nazi çeteler eliyle, “Batı”nın eline geçmişti . Ama onca emperyalist destek, ekonomik krizin üstesinden gelmeyi sağlamadı. Tam tersine. Ukrayna, kelimenin gerçek anlamında iflasa sürüklendi. Geniş yığınlar, “Batı özgürlüklerini” ve “demokrasiyi” Banderistlerin (Nazi'lerin işbirlikçileri) vahşi terör eylemleriyle tattılar. Yahudi düşmanlığı, yabancı düşmanlığı aldı yürüdü. Ülke, birkaç soyguncu yeni yetme zengin (“oligarklar”) tarafından iliklerine kadar sömürüldü, paramparça edildi. Bugünkü komedyen eskisi başkan Zelensky de bir “oligark”ın kuklasından başka bir şey değil. Ya da bir önceki başkan Poroşenko’nun kendisi bir “oligark” idi! “Oligark” eski Sovyet topraklarında kol gezen hırsızların ortak adıdır.
İşin aslı, emperyalistlerin derdi ne demokrasidir, ne de şu anki mevcut haliyle darmadağın olmuş Ukrayna ekonomisinin düzelmesi. O, ikinci plandaki bir hikayedir. Şu an için önemli olan, Ukrayna'yı tümden mideye indirerek Rusya’nın kuşatılması amacının gerçekleştirilmesi. Çünkü, emperyalist sistem için tehdidin büyüğü orada idi. Pastanın büyüğü de oradaydı...
Soruna bu pencereden bakınca, Moskova’nın sorunu bir “varoluş sorunu” olarak görmesi, yerli yerine oturuyor. Putin’in yukarıda aktardığımız sözleri de anlam kazanıyor.
Evet, mevcut haliyle “Ukrayna sorunu”, Rusya açısından bir “varoluş” sorunudur. Bu nedenle muazzam bir askeri yığınak yapmakta, Karadeniz’e Hazar’dan donanma güçlerini getirmekte, dört başı mamur bir savaş hazırlığı yapmakta.
Rusya'nın bu yığınağı, her şeyden önce Ukrayna’yı sahaya süren ABD-AB emperyalistleri ve NATO‘nun bir çılgınlık yapmasının önünü almak. Tek kelimeyle caydırmak. Ama ola ki bir savaş patlarsa büyük bir kuvvetle Ukrayna birliklerini ezip kısa sürede çatışmaları bitirmek. Patruşev’in (ve Lavrov’un) “savaş çıkarsa Ukrayna’nın sonu olur” sözü, üstünkörü söylenmiş bir tehdit değil. Böyle bir savaşın kuzeyde Harkov’u, güneyde Odessa’yı içine alan bir yay şeklinde tüm doğu Ukrayna’yı kopartacağı, “batı Ukrayna’nın” Karadeniz ile hiçbir bağının kalmayacağı, Moldova sınırındaki Transnistria ile doğrudan kara bağlantısının kurulacağı, bir çocuğun bile rahatlıkla görüp kavrayabileceği bir durumdur. Ortada Ukrayna kalmaz, tamamen ikiye ayrılmış bir ülke kalır.
Tabii bu, NATO’nun resmi olarak savaşa dahil olmadığı bir senaryo için geçerli bir durumdur. Eğer NATO resmen savaşa dahil olursa, ortada üzerinde konuşulacak bir konu kalacağını sanmıyoruz. Nükleer silahların ateşlenme riskinin çok yüksek olduğu böyle bir yıkım savaşı, zaten mevcut dünyanın sonu olur.
Yarın, bütün bu gerilim ve çatışma tablosunda Türkiye’nin yerini, ABD-AB ve NATO'nun savaş hazırlıklarını ele alarak konuyu bitirelim.