Emek cehennemi her geçen gün daha katlanılmaz hale gelirken, her yerde işçi eylemleri patlak veriyor. Her gün bir OSB’den, bir şantiyeden, bir mağaza/market zincirinden eylem haberi geliyor. Emek haberlerine hızla bir göz atmak bile durumu anlamak için kafi.
Baldur, Bimeks, Uzel Makine, Atlas Global, PTT, Anadolu Cam, Sinbo, Cargill, Kayı inşaat, Migros, Ekmekçioğulları, Schneider, NAK Kargo, Ermenek maden işçileri, Belediye işçileri, çeşitli şantiyelerde inşaat işçileri, saya işçileri, gıda işçileri, sağlık işçileri, metal işçileri... Liste uzayıp gidiyor.
Sosyal medya işçilerin dayanılmaz cehennemlerinin görüntüleriyle dolup taşıyor. Öfkeli homurtular, yüzeye vurmaya hazırlanan isyanlar...
Nasıl huzursuz olmasın işçiler. Kriz zaten vurmuş. Salgın durumu daha korkunç hale getirmiş. Tasavvur edilmesi güç koşullarda, en ağır şartlar altında çalışıyor işçiler. İtiraz eden, en hafifinden kendini “ücretsiz izin” yaptırımıyla yüz yüze buluyor. Şanslıysa, günlük 34 TL alarak geçinmeye çalışacak! Çoğu işçi bunu da bulamıyor.
Sözde işçi atmak yasak! “Kod 29” harıl harıl işliyor, önüne gelen işçi “ahlak ve iyi niyet kurallarına uyulmayan haller” suçlamasıyla kapı dışarı ediliyor. Üstelik “kod 29”u kontrol eden hiçbir kurum da yok. Patron atıyor, SGK ve İŞKUR sessizce onaylıyor. Bu işsizlik tufanında zaten iş bulamayacak olan işçi, bu suçlama nedeniyle ayrıca fişlenmiş oluyor ve iş bulma umutlarını tümden yitiriyor.
Yokluk, yoksulluk, açlık, baskı, korkunç bir sömürü, dayanılmaz ağır iş şartları, aşağılama, mecazi değil gerçek bir kölelik dayatma... Kelimenin gerçek anlamında dayanacak gücü kalmayan, geri çekilecek bir alanı olmayan bir sınıfının patladı patlayacak öfkesini görmemek imkansız. Sabır taşı çatladı çatlayacak.
“Bıçak kemiğe dayandı. Sabrımız kalmadı. Bunu herkes duymalı artık!” diye haykırıyor belediye işçileri. “Bundan sonra adalet böyle sağlanacak. İşçilerin öfkesinden kurtulamayacaksınız” diye sesleniyor, yemekhaneyi altüst eden inşaat işçileri. “Alay komutanına” meydan okuyan madencileri, Ankara girişinde polis engelini aşıp yolu trafiğe kapatan metal işçileri, her eylemde gözaltına alınan ama ertesi gün yine eyleme koşan Bimeks işçileri ve daha sayamadığımız bir yığın eylem, gösteri, grev...
Hemen her eylemci işçi kesimi diğer işçilerle aktif dayanışmaya girişiyor. Daha önce de dikkat çektik. Sınıfın dayanışma hareketinin iki ana yönü var. Birincisi işçilerin kendi işletmesi ve sektöründen başlar, gittikçe diğer işletme ve sektörlere yayılır. İşçi sınıfı bu tarz genişleyen dayanışma ile dar mesleki sınırları parçalar, sınıf olarak “iç bütünlüğünü” kurar ve güçlendirir. Sınıf bilincinin gelişmesi, sınıf bilincinin gelişmişlik düzeyini göstermesi açısından son derece önemlidir.
İşçi sınıfının dayanışma eylemlerinin diğer ayağını, toplumun diğer emekçi kesimleriyle gerçekleştirilen dayanışma ve bir bütün olarak toplumsal sorunlar ile ilgilenme oluşturur. Bu kısım, işçi sınıfının tüm toplumu kendi yörüngesinde toplama, yönlendirme aşamasını teşkil eder. Sınıfın toplumsal harekete önderlik edebilmesi için olmazsa olmaz bir yöndür. Tüm tarihin özlü ifadesidir: “İşçi sınıfı toplumun tüm ezilen kesimlerini kurtarmadan kendini kurtaramaz!”
Bu dayanılmaz baskılar altında bunalan işçiler, büyük oranda kendiliğinden bir şekilde her iki tür dayanışmayı da içeren eylemlere girişiyorlar. Çoğu zaman kararlı bir bilinç durumuna ulaşmayan, tamamen şartların zorlamasıyla gerçekleşiyor bu yönelim ve eylemler.
Mücadele içinde türlü örgütlülükler yaratılıyor. Kimi zaman sendikal yapıların bir araya gelmesi, kimi çatı yapılanmaların oluşması, tabanda alabildiğine yayılan komiteler, meclis/konsey türü örgütlenmeler... Hepsi de tamamen fiili yapılar. Herhangi bir yasal kurumsallığa meyletmeyen, pratik mücadele içinde fiili olarak yaratılan, meşruluk ve haklılık bilinciyle oluşturulan örgütlenmeler. İşin belki de en önemli ve en heyecan verici yönü budur.
Sınıflar mücadelesinin her döneminin kendine has özellikleri, öne çıkardığı örgüt biçimleri ve mücadele yöntemleri vardır. Toplumsal koşullar hızla bir altüst dönemine girdiğinde, bizzat tabanda işçilerin iradi ve öz çabalarının ürünü örgüt biçimleri gelişir ve güçlenir. Sınıfın “en geniş birliğini” sağlayacak olan yapılardır bunlar. “Yukarıdan” müdahalelerle, bir takım işçi örgüt ve partilerinin bir araya gelmesiyle oluşacak türden yapılar değildir. Çeşitli işçi örgüt ve partileri de dahil, örgütlü örgütsüz geniş bir işçi kesimini kucaklayan, doğrudan fiili mücadele içinde doğan ve doğrudan bu mücadeleyi yürüten araçlardır.
Bugün bu tarz örgütlerin hızla yayıldığını görüyoruz. Kimseden bir “olur” beklemeyen, resmi otoritelerden izin alma derdine düşmeyen, ama öte yandan kendini de asla gizlemeyen örgütlerdir bunlar. Bu son noktanın altını çizelim. Çünkü tam da bu, işçilerin, mevcut iktidar ve devlet aygıtının dışına taşarak kendi iktidarı doğrultusunda kendiliğinden bir adım atmasından başka bir şey değildir. Kendini gizlemeden apaçık ortaya koyarak, bir irade, bir odak olarak ortaya çıkması ve burjuva düzenden icazet talep etmemesi, bir kopuşun ifadesidir. Öte yandan geniş işçi kesimleri arasında bu örgütlere eğilimin artması, bu örgütlerin bizzat o işçiler tarafından bir yetke olarak kabul edilmekte olduğunu gösterir.
Burjuvazi bunun apaçık ayırtındadır. Bu ucuz işçi cennetinin üzerine oturan tekelci sermaye sınıfı egemenliğinin yıkılıp gitmekte olduğunu görmekte ve dinci faşist iktidar eliyle kanlı savaş hazırlığına hız vermektedir. İçinden geçmekte olduğumuz dönemin temel özelliklerinden biri budur.
İşçinin sabır taşı çatlıyor. İsyan ve ayaklanma havası işçi sınıfına giderek hakim oluyor. Burada devrimci öncü işçilerin tarihsel görevi öne çıkıyor. Biriken bu devrimci yıkıcı enerjiyi hangi kanala akıtacağız? Burjuva sınıftan, dinci faşist iktidardan, faşist devletten bir takım tavizler koparacak bir kanala mı, yoksa sömürü düzenini ortadan kaldıracak bir toplumsal devrim kanalına mı?
Birinci yol, sömürü düzenin ömrünü uzatmaktan, işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların cehenneminin temellerini sağlamlaştırmaktan başka bir sonuca yol açmaz. İkinci yol ise, zorlu ve büyük mücadeleleri gerektiren ama zafer kazanılması halinde kesin ve tam kurtuluşa götürecek yoldur.
İşçiler, bu ikici yoldan yürümeye hazırlar. Yeter ki, öncü diye kabul ettikleri örgütlü güçler onlara bu yolu göstersin.
İşçi sınıfına, emekçi, yoksul kitlelere güvenelim ve onlara birleşik toplumsal devrimin yolunu gösterelim!