Sermayenin kutsal ineğinden bahsediyoruz. “Genel oy”dan, demokrasiden, parlamentodan, “halkın iradesi”nden (“bizim” burjuva politikacılarımızın çok sevdikleri ifade ile söylersek, “milli irade”) geriye ne kalmıştı ki zaten? Tabii tüm bunlar geçmişte bir şeyler ifade ettiği ölçüde...
Öleli çok ama çok uzun zaman oldu. Daha 19. yüzyılda bile genel oy bir irade beyanı veya dünyayı değiştirmenin bir aracı değil, Engels’in o güzel ifadesiyle, “işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeye yarayan bir barometre” idi sadece. Emperyalist dönem sistematik bir şekilde (burjuva) demokrasinin yadsınmasıydı. “Her alanda gericilik”, tekellerin temel eğilimidir. Genel oy, seçimler, parlamento, demokrasi... ilk ortaya çıktıklarında sınırlı bir şekilde de olsa belirli bir anlama sahip ne varsa, hepsi, bizzat tekeller tarafından sistematik olarak yadsındı. Kimi zaman bu yadsıma açık siyasal-örgütsel biçimlere dönüştü (faşizm, askeri diktatörlük vb.), kimi zaman tüm bu “kurumsal ve kavramsal yapılar” salt bir görüntü düzeyine düşürülerek güdükleştirildi. Asıl erk (iktidar) başka alanlarda, tekellere binlerce bağ ile bağlı devlet ve bürokrasi üzerinden yürütülürken, “en demokratik” ülkelerde bile “kutsal inek” çok büyük oranda etkisizleştirildi. Gerçek irade asla ortaya çıkamadı. Emeğin önü her çeşit araçla kesildi. Sonuçta “demokrasi” (kuşkusuz burjuva anlamda demokrasi, proleter demokrasinin sözünü etmiyoruz henüz) sürekli yadsındı.
İşçi sınıfının ve emekçi yığınların “doğrudan demokrasi organları” olarak Sovyetler (komünler, konseyler, şuralar) meydana çıkıp da egemen siyasal biçim haline geldiği anda, burjuvazinin kutsal ineğinin tarihsel olarak öldüğü tescillenmiş oldu. Halihazırda varolduğu ve salt bir görüntüden ibaret olduğu tüm “Batı”da tarihsel olarak aşılırken, henüz ortaya çıkmadığı dünyanın çok büyük bir bölümünde, tarihsel açıdan “ölü doğumdan” öte bir anlama sahip olmadı.
Bu aşamadan sonraki tüm tarih, genel olarak yalnızca bir görüntüden ibaret olan, içi boş bu kutsal ineğin “bitkisel hayat” serüveninden ibarettir. Tüm dünyada sınıflar savaşı çok değişik biçimlerde devam ederken, sermaye sınıfı bu kendi “öz çocuğunu” dünyanın büyük bir bölümünde sokağa ter ketti, sahipsiz bıraktı. Çoğu zaman onu alenen reddetti; açık askeri diktatörlükler, faşist devletler, gerici-baskıcı yönetimler... (ABD’nin sadece Latin Amerika’da gizli veya açık desteklediği sayısız darbeyi veya darbe girişimini hatırlatmak yeter) Açıktan yadsımadığı ülkelerde de anlamsızlaştırdı, hiçleştirdi, basit bir görüntü düzeyine indirdi.
Lenin’in yüz yıl önce yürüttüğü tartışmalarda (bkz. “Sol” Komünizm) çok haklı olarak söylediği gibi, bir olgunun tarihsel olarak aşılması, onun pratik olarak aşıldığı anlamına gelmiyor. Bu biraz zaman alıyor. Özellikle de burjuvazinin propaganda gücünün, “sanal gerçeklikler” inşa etme yeteneğinin, kitlesel algı yönetiminin vb. bu denli gelişkin olduğu bir çağda, çok daha uzun bir zaman alıyor. Hele de 1989-91 karşı-devrimleri sonucu sosyalizm bir dizi cephede çeşitli çarpışmaları kaybetmiş ve geri düşmüşken...
Olgunun pratik olarak aşılması, çoklarının sandığının tersine, onun yıkılıp yerine yenisinin kurulması demek değildir. Bu, son aşamadır. Ama oraya varmadan önce, geniş yığınlar arasında eski olgu “tılsımını/ büyüsünü” yitirir. Gittikçe daha geniş kesimler tarafından gerçek içeriği görülmeye, hatta kavranmaya başlar. Bizzat olaylar, bizzat burjuva sınıfın kendi hamleleridir bu süreci hızlandıran. Ve belirli bir aşamadan sonra sıçramalarla gerçekleşir bu.
Uzunca süredir kapitalist dünyada bitkisel hayattaki bu kutsal inek, seçimler ve parlamentolar, görünürdeki etkisini de yitiriyordu. Hemen her yerde seçimlerin nasıl bir aldatmaca ve sahtekarlık olduğunun pratik örneklerini yaşayan yüz milyonlar, eksik gedik kendi pratik seçeneklerini bizzat yaşamın içinde oluşturmaya yönelmekteydi. Kendileri hakkındaki fikirleri ne olursa olsun küresel anti-kapitalist hareket, her pratik adımında bu kutsal ineğin çoktan öldüğünü daha net görüyor, ve her kapışma bu gerçeğin daha geniş kesimler tarafından görülmesine yol açıyordu. Yine de tüm dünyayı sarsıp uyandırma işi bizzat sermaye sınıfının olacaktı.
Çöküş süreci, ABD hegemonyasıyla birlikte çöken kapitalist sistem gerçekliği, dünyanın dört köşesinde bu sarsma işini belirli bir süredir yerine getiriyor. Ama en sarsıcı hamle için bizzat ABD seçimlerini beklememiz gerekiyormuş!
Daha önceki seçim fiyaskoları bir yana, bu son başkanlık seçimleri, burjuvazinin kutsal ineğinin gerçek niteliğini tüm dünyaya açık seçik gösterdi. İki asırdır türlü şekilleriyle icra edilen bu seçim tiyatrosunun tüm defoları, özellikle son yirmi yılda gittikçe görünür hale geldi. Çöken hegemonya ve “iç savaşın eşiğindeki bölünmüş toplum” dinamikleriyle birleşerek tüm sahteliğini gözler önüne serdi. Bizzat ABD Başkanı, tüm dünyaya “seçim hilesi” ifşaatı yapıyordu! Burjuvazinin bu kutsal ineğinin gerçek yüzünün teşhiri bundan daha etkili nasıl yapılabilirdi ki!
Trump’ın dünkü çağrısıyla birlikte Capitol Hill’e “hücum eden” gerici faşist güruh, bir nevi iyi organize edilmemiş bir darbeye girişmiş oldular. Tüm dünya bu “burjuva demokrasisinin mabedi”ndeki maskaralığa tanık oldu. Bütün Avrupa devlet yöneticilerinin kınama açıklamalarındaki öfke, burjuva demokrasisinin üstündeki tülün böyle hoyratça çekilip alınmasına, kutsal ineğin aslında çok uzun süre önce ölmüş olduğu gerçeğinin afişe olmasına duyulan tepkiden başka bir şey değildi.
“Bir adamın hırsı” bunca zaman özenle sarıp sarmalanan sırların ortalığa saçılmasına yetti! Dünya emekçi halkları, işçi sınıfı, “Amerikan demokrasisi”nin nemenem bir şey olduğunu pratikte, yaşayarak gördüler. Yalan, hile ve paranın gücünden dokunmuş ince tülün örttüğü “demokrasi” işte budur.
Dünya burjuvazisi, emperyalistler yine de ikiyüzlülüğe devam ederler mi? Etmekten başka çareleri yok. Ama artık kimseyi ikna edemeyeceklerini söylemekte sakınca yok!