Gerilimin bir nebze olsun düşmediği Körfez’de son günlerde artan ABD askeri yığınağı, hemen herkesin aklına “acaba” kuşkusunu yerleştiriyor.
Aralık ayının ortalarından itibaren bölgedeki ABD askeri hareketliliği tırmanışa geçti. Kuzey Dakota’dan kalkan B52’ler, Körfez’de şöyle bir boy gösterip döndüler. Geçtiğimiz çarşamba günü yenileri de yine Katar’daki üsse indi ve Körfez’de “caydırıcılık” adına gövde gösterisi yaptı.
21 Aralık’ta da 154 adet Tomahawk füzesi taşıyan ABD’ye ait nükleer bir denizaltı Hürmüz Boğazı’ndan geçmişti. Öte yandan Kasım ayından bu yana ABD’nin uçak gemisi USS Nimitz Körfez’de devriye geziyor(du).
Buraya kadar bariz bir güç/gövde gösterisi söz konusu. Kasım Süleymani geçen yıl 3 Ocak’ta ABD özel kuvvetlerinin saldırısı sonucu öldürüldü Bağdat’ta. İran, Irak’taki ABD askeri üssüne füzelerle cevap verdi. Olaylar görece “kontrol edilebilir seviye”ye indi.
İşin bu şekilde kapanması ihtimal dahilindeydi. Ama... bir taraftan BM’nin “İran’a yönelik yaptırımları”nın süresi doldu; öte yandan ABD’nin çekildiği P5+1 anlaşmasının “kısmi geçersizleşmesi” ile İran “uranyum zenginleştirme programı”na hız verdi. 2021’in ilk günü itibariyle Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na (UAEK) uranyum zenginleştirme düzeyini yüzde 20’ye çıkaracağını duyurmuş bulunuyor. Washington’un başarısız engelleme girişimleri, tersten, ABD’nin uluslararası arenadaki güçsüzlüğünün ve yalnızlığının göstergesi olmaktan öteye gidemedi. Diplomasi alanında Beyaz Saray’ın yapabilecek hiçbir şeyi kalmamış görünüyordu.
BM 2021 bütçesine karşı oy kullandı ABD. Gerekçesi, BM’nin Filistin yanlısı ırkçılık karşıtı bir konferansa destek vermesi ve Washington’ın İran’a karşı yaptırım önerisini reddetmesiydi. Koca genel kurulda yalnızca İsrail idi yanında duran! BM’nin bu yöneliminden derin bir hayal kırıklığı duyduğunu twitter hesabından duyuruyordu ABD elçisi Kelly. Bunun adı çöküştür. Muazzam bir güç yitimidir, uluslararası alanda yalnızlaşmadır. Demek ki bu alanda ABD emperyalizminin kazanma şansı neredeyse sıfırdır.
Diğer taraftan İran, Süleymani suikastı sonrası askeri-teknik açıdan güçlenme hamlelerini hızlandırdı. Kendi askeri uydusunu yörüngeye yerleştirecek bir düzeye geldiğini kanıtladı Nisan ayındaki başarılı fırlatmada. Ardından hava savunma sistemlerini yetkinleştirmeye ağırlık verdi. Körfez’deki ABD donanmasına karşı silahlar geliştirdi.
Irak ve Suriye’de sahadaki dolaylı (ve kimi zaman doğrudan) çatışmalar, ABD-İsrail ortaklığının arzuladığı sonuçları yaratmadı. İsrail’in sık sık düzenlediği hava saldırıları, Suriye ve Suriye’deki İran bağlantılı silahlı birimlere yönelik Lübnan üzerinden yaptığı füze saldırıları, belirli düzeyde kayıplar verdirmekle birlikte, sonuç almaktan uzak oldu. Keza Irak’taki İran destekli gruplara dönük saldırılar da kar etmedi. Ne o çokça sözünü ettikleri “Şii hilali” parçalanabildi, ne İran sahayı terk etti. Tersine, özellikle Irak’ta ABD birliklerine dönük “yıpratıcı saldırılar” gerçekleştirdi sık sık. Her defasında saldırıların sorumluluğunu almaktan uzak dursa da, ABD üslerine saldırıların ardındaki asıl gücün İran olduğu herkesin bildiği sır durumunda.
Özcesi, askeri alanda da ABD’nin işi kolay değil. İran, askeri alanda da kolay lokma olmadığını gösteriyor. Kuşkusuz tam ölçekli bir savaş (ki bu tam ölçeğe nükleer füzeler de dahildir) açısından İran, bırakın ABD’yi, İsrail karşısında da kazanabilecek durumda değil. Ama öyle kolaylıkla üstesinden gelinecek bir güç de değil. Özellikle de “fethetmek” hedefleniyorsa, bölgeye yığılan güçler açısından neredeyse imkansız bir durumdur bu.
Bu durum yine de geniş ölçekli bir çatışmalar zincirinin, hatta bir savaşın çıkmayacağı anlamına gelmiyor. Öncelikle, burjuva basının “Trump, giderayak saldırabilir” yaklaşımını, hele de bu adımı “Biden’ı güç durumda bırakmak” yahut “hazır yetki elindeyken İsrail’e ‘kıyak’ yapmak” vb. türünden gerekçelendirmeler açısından, reddetmek gerek. Böyle bir savaş, bu türden naif gerekçelere dayanmaz. Eğer savaş çıkacaksa, “müesses ABD nizamı”, yani ABD emperyalizmi, emperyalist tekeller, bu savaşı istediği için çıkar. Öyle birilerinin “hazır elim değmişken” mantığıyla değil.
İkinci nokta, genel olarak çöküş sürecindeki bir güç olarak ABD’nin, böylesi geniş çaplı bir savaşa girişmesi, mevcut güç yığınağı vs. göz önüne alındığında, zor görünmektedir. Irak’taki 3000 askerini 2500’e düşürmek derdindeki bir gücün, geniş ölçekli bir savaşa girişmesi, askeri mantık açısından pek olası değil. Ayrıca tüm o bölgedeki ABD ordu varlığı, yani asker, silah ve mühimmat düzeyi, keza, böylesi bir savaşı başarabilecek düzeyde değil.
Ama... tüm bunlar, ABD’nin askeri bir saldırı, “nokta hedefleri vurma” işine girişemeyeceği anlamına gelmez. Böylesi bir askeri eylemi İsrail ile birlikte kotarabilir. İran’ın nükleer tesislerine saldırı düzenleyebilir. Bunlar olasılık dahilindedir, ama bu “eylem”, Trump’ın başının altından çıkmaz. Yukarda belirttiğimiz gibi emperyalist tekellerin isteğiyle olur.
İran, böylesi bir saldırıyı beklediğini en yetkili ağızlardan dile getiriyor. Üst üste yaptığı tehdit açıklamaları, hasmını böylesi saldırılardan vazgeçirmeye dönük. Hatta “sizi evinizde vururuz” açıklaması bile yapıyor caydırıcı olmak adına. Tahran’ın bu ses yükseltmesi, ABD’nin saldırı ihtimalinin yükseldiğinin ifadesidir. Tam da bu gerilim ortamında uçak gemisi Nimitz, görev süresinin dolmasına daha 20 gün varken, bölgeden ABD’ye doğru yola çıktı. İran füzelerine hedef olmaktan da çıktı!
İran Dışişleri Bakanı Zarif, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Başkan Trump ve yandaşları ABD’deki Corona virüsü salgınıyla mücadele etmek yerine, B52’leri uçurmak ve donanmalarını bölgemize göndermek için milyarlarca dolar harcıyor. Irak’tan alınan istihbarat, savaş için bahane uydurma hazırlığı içinde olduklarını gösteriyor’’ dedi.
Tüm bu açıklama ve adımlar, her iki taraf açısından “tehlikeli yıldönümü”nü atlatmak için olabilir kuşkusuz. Ama tüm bölgenin boydan boya ateşe kesmek için bir serseri bombayı beklediği unutulmasın.