Demirtaş ve diğerleri için sık sık “siyasi rehine” ifadesi kullanılıyor. Doğrudur. Yalnızca o değil, tüm, istisnasız tüm devrimci tutsaklar birer “siyasi rehine”dir. Daha doğru bir şekilde ifade etmek istersek, sınıflar mücadelesinin, Marx’ın o mükemmel ifadesiyle “az çok üstü örtülü iç savaş”ın seyrine göre çeşitli işkence ve baskılara, hatta öldürmelere (ille de doğrudan idam cezası olması gerekmiyor) uğrayan rehinelerdir. Zindanların temel işlevlerinden biri budur.
Toplumun sınıflara ve bu sınıfların mücadelesine dayandığı bir kez kabul edildi mi, mücadelenin siyasal aktörlerinin de, bu sınıfların temsilcisi ve sözcüsü olduğu kabul edilmelidir. Emek ve sermayenin sürüp giden bu mücadelesinde elbette şu ya da bu şekilde emek saflarında yer alan tüm siyasal aktörler, sermaye iktidarı tarafından tutsak edilebilir, zindana atılabilir. Sermaye iktidarı bu “siyasi rehineler” üzerinden emekçi kesimlere mesajlarını verir.
Bu durum aynı zamanda burjuvazinin tüm kavramlarının iki yüzlülüğünü, daha doğrusu sınıfsal niteliğini de gözler önüne serer. Liberal ahmaklar sürüsünün her defasında önümüze getirip durduğu “özgürlük”, “demokrasi”, “siyasal çözüm” vb. lafların tek başına hiçbir anlam ifade etmediğini, bu şekilsiz haliyle tüm bu kavramların yığınları aldatmaya yarayan birer araç olduğunu gösterir.
Söz bu liberal ahmaklardan açılmışken... AİHM’nin Demirtaş konusunda verdiği karar sonrası yeniden heyecanlandılar. Hep böyleler. AB’nin “yaptırım sopası”na, yahut Biden’ın RTE’yi bir şekilde hizaya sokacağına inanıyorlar. Kendilerinin bu ham hayalleri taşıması sorun değil. Ama bu hayalleri geniş emekçi yığınlara satmaya çalışıyorlar.
Neyse ki sınıflar mücadelesi tüm dünyada sert. Şartlar bunu gerektiriyor. Kriz, bunalım, savaşlar, salgın... Haliyle burjuva yönetimler, buna emperyalistler de dahil, maskelerini çabucak indiriveriyorlar. Tıpkı ABD’nin CAATSA ve AB’nin “liderler zirvesi”nden çıkan yaptırımlar gibi. Nihayetinde emperyalistler, ancak kendi kamuoyları karşısında mecbur kaldıklarında, dinci faşizme çoğu zaman göstermelik tepkiler sergilemekle yetiniyorlar. Kendi çıkarlarına gerçekten dokunan bir adım, bir tehdit söz konusu olduğunda şahin kesilirler, anında harekete geçerler. Bağımlı Türkiye tekelci kapitalizmine diz çöktürmeleri onlar için basit bir kaç adımdan ibarettir. Ama... liberallerin geveleyip durdukları “demokrasiyi getirmek için” vb. elbette bunu yapmazlar. “Emperyalizm özgürlük değil, egemenlik ister.”
Daha önce de basına yansıdığı gibi onları en çok korkutan şey, Türkiye’nin “ekonomik ve siyasi bir belirsizliğe düşmesi”dir. Bu sonuca yol açacak hiçbir adımı atmazlar. Ne silah ambargosu uygulamaya, ne mali desteği kesmeye, ne ticari ilişkilerin düzeyini düşürmeye yanaşırlar.
İş lafa gelince çoğu zaman mangalda kül bırakmazlar. Örneğin bugün Can Dündar’a ceza verilmesi sonrası Almanya Dışişleri Bakanı Maas’ın; Kavala hakkındaki AİHM kararı sonrası bir dizi AB yöneticisinin, Demirtaş davası konusunda keza bir dizi AB liderinin sözleri gibi. Ama iş eyleme, icraata gelince... “Washington’ın Papazı” kadar kıymeti harbiyesi yoktur hiçbirinin. Söz konusu davalar “sembol dava” olduğu için söylüyoruz bunları. Yoksa Cizre, Sur, Nusaybin yerle bir edilirken, insanlar bodrumlarda diri diri yakılırken; yahut Afrin, Gri Spi, Serekaniye işgal edilirken katliam silahları Avrupa’dan geliyordu. Hiçbiri ambargo uygulamaya yanaşmadı.
Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması konusundaki AİHM kararı meselesine gelince... Bu kararın kağıt üzerinde kalma olasılığı yüksek görünüyor. Hiçbir yasanın, “hukuk kuralının”, o “yasaları uygulamakla görevli” silahlı insanlar topluluğunun fiili gücü karşısında üstünlüğü yoktur. Fiili güçler dengesi tersini zorlamadığı sürece ister Anayasa Mahkemesi olsun, ister Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi... hiçbir ilam uygulamaya konmayacaktır.
Dinci faşizm bizzat RTE ağzından karşıt açıklamalar yapmış durumda: “AİHM'in Selahattin Demirtaş hakkında verdiği karara değinmek istiyorum. AİHM bizim mahkemelerimizin yerine geçecek şekilde karar veremez. Sadece burada verilen kararlar mahkemelerimiz tarafından değerlendirilir. AİHM bu kararı iç hukuk yolları tüketilmeden alarak istisnai bir uygulama yapmıştır. Kaldı ki biz bireysel başvuru adımını attığımız zaman Türkiye'de Anayasa Mahkemesi'nin tüm yolları tüketme unsuru olarak gördük. Ondan sonra AİHM devreye girebilir. Burada bütün yollar tüketilmeden AİHM bu kararı alma yoluna tevessül etmiştir. Bu adımlar tamamıyla siyasidir. Bunun da gerekçesini biliyoruz. ... Kobani'nin katili budur. Ey AİHM sen anlamasan da biz anlatmaya devam edeceğiz.”
RTE ve dinci faşist iktidar için Kobani meselesi, yani 6-8 Ekim silahlı ayaklanması, bir türlü atlatılamayan travmadır. Uykularını kaçırıyor. Demirtaş’ın “siyasal hesaplar ile içerde tutulması” çoğu zaman bu noktayı gözlerden saklıyor. Oysa tam da bu nokta, bu korku, Demirtaş başta olmak üzere yüzlerce, binlerce insanın zindanda tutulmasının nedenidir.
Bundan sonrası hesap kitap işidir. Dinci faşist iktidar konuyu “hukukun karanlık dehlizleri” içinde boğmanın yolunu arayacaktır. Dinci faşist iktidar bunu yaptığında yani AİHM kararını çöpe attığında, AİHM kararıyla zevahiri kurtaran Avrupalı emperyalist hükümetlerden ciddi, yaptırım gücü olan hiç bir tepki gelmeyecektir.
Elbette, hem kendi halklarını hem de Türkiye halklarını aldatmak için, “derin endişelerini”, “kaygılarını”, “üzüntülerini” bildirmekten, hatta o işe yaramaz Avrupa Parlamentosundan karar, rapor gibi şeyler çıkartmaktan geri durmayacaklar. Ama Türkiye'yi “istikrarsızlığa” götürecek hiç bir adımı atmayacaklar, dinci faşist iktidarı gerçekten sıkıştıracak bir eylemde bulunmayacaklar.
Avrupalı emperyalistlere ve şimdilerde Amerikan'ın Biden'ına bel bağlayan uzlaşmacı ve liberal darkafalılara zöylemek zorundayız ki, ne Demirtaş'ın, ne Osman Kavala'nın, örneğin Merkel nezdinde gazeteci Deniz Yücel kadar ya da o bildik rahip kadar kıymeti var. Olsaydı, Merkel de Biden'da onları zindandan nasıl çekip alacaklarını gayet iyi biliyorlar. Bildiklerini biliyoruz.
Türkiye ve Kürdistan'da sınıf savaşının seyri, devrimin toplumsal güçleri ile karşı devrim güçleri arasındaki güç ilişkileri AİHM kararının kulak ardı edilmesine izin verir ya da vermez. Orası ayrı bir konu. Ama Avrupalı emperyalistlerden, AİHM'den “demokrasi” bekleyenler daha çok bekleyecekler.
Türkiye bir demokrasi değildir. Faşist bir devlet vardır ve dinci faşist iktidar, ülkeyi topyekun bir faşizme götürmek için her şeyi yapmaktadır. Tüm bu “yolculuğu” Avrupalı emperyalistlerin bilgisi ve onayı dahilinde yürütmektedir. Tıpkı 19 Aralık 2000 katliamının, F-Tipi zindanların, Sur, Cizre, Nusaybin vb vb katliamların bu aynı merkezin bilgi ve onayı ile yapılması gibi. Avrupa’dan çıkacak kararlarla demokrasi düşü görmek, bir türlü bitmek bilmeyen bir yanılsamadan başka bir şey değil.
AB ve ABD emperyalizminin ve Türk tekelci sermayesinin RTE ve ekibinden beklediği, birleşik devrimi ezmesi, onun üzerinde kesin bir zafer kazanmasıdır. Hesaplar buna göre yapılıyor. Bu temel nokta gözardı edilerek varılacak hiçbir doğru sonuç yok. Bu akbabalar sürüsünden hala emekçi halklar yararına bir demokrasi ve özgürlük katkısı bekleyen varsa, beklediklerini görmeye ömürleri yetmeyecek.
Başka nasıl anlatabiliriz!