IŞİD vahşetinin simgesi haline gelen Şengal, yeni bir “IŞİD koalisyonu” tarafından saldırı altında. Anımsanacaktır. KDP peşmergeleri tek mermi atmadan Şengal’i bırakıp kaçtığında, IŞİD canilerinin vahşi pençesine düşen Ezidi’lerin yardımına PKK gerillaları yetişmişti.
Gerillaların fedakar savunmaları ile binlerce Ezidi dağlara sığınma fırsatını bularak Ortaçağ kaçkını bu kiralık dinci faşist çetelerin elinden kurtuldu. Ama kaçamayan, köle pazarlarında insanı utandıracak görüntüler eşliğinde satılan sayısız Ezidi kadın da vardı. Bu vahşet, bu savaş ve insanlık suçu, başta Ezidi toplumu, tüm bölge halklarının belleğine kazındı.
Savaş devam etti. Dengeler değişti. Zorlu mücadelelerle IŞİD çeteleri hemen her yerde bozguna uğradı. Şengal halkı kendi savunma birliklerini örgütledi. Kendi komitelerinde siyasal olarak etkin oldular.
Yağma ve talan savaşları, onca vahşetin arasında emekçi halkların kendi geleceklerini kendi ellerine almaları için uygun şartlar da yaratır. Bu ağır baskı ve ateş çemberinden, ölüm ve yokluklar içinden süzülüp gelen emekçi halkların öfkesi, devrimci ayaklanmalara ve devrimlere yol açar. Rojava’da ve Şengal gibi Başur bölgelerinde bu türden kaçınılmaz sonuçlar doğdu.
Emperyalistler ve bölge gericiliği açısından bunlar asla istenmeyen “yan etkiler” idi. “Bölgenin dizaynı” masaya yatırılırken, tüm bölgeye (hatta tüm dünyaya) ihraç edilecek Ortaçağ kaçkını katil dinci çeteleri yetiştirebilecekleri bir fanus yaratmaktı amaçları. Dinci faşist iktidar yönetiminde Türk devleti bu konuda en istekli olandı.
ABD emperyalizmi ve bölge gericiliği bu hedef için saldılar dinci çeteleri Suriye’ye ve Irak’a. Ama bölgenin devrimci güçleri, devrimci emekçi yığınlar, dünya emekçilerinin enternasyonal dayanışmasıyla birlikte tüm bu planları bozmayı başardılar. Rojava’da demokratik bir halk devrimi gelişti. Şengal gibi yerlerde devrimci gelişmeler yaşandı.
Planların bozulması ve IŞİD’in başarısız olduğu her aşamada “davanın asıl sahipleri”, bu çeteleri bir kenara iterek doğrudan sahaya çıktılar. Türk devleti ve ordusunun bölgeye girişi tam olarak budur.
Ama burada sadece Türk devletini, sadece dinci faşist iktidarı suçlamak, eksik ve yanlıştır. Daha önce ABD’nin Kürdistan’da neyi amaçladığını ele alırken “ABD’nin Türkiye ile sadece Rojava için değil, bütün Kürdistan için askeri anlaşmaya vardığını Haftanin, Şengal ve son olarak Gare saldırılarından anlıyoruz. Burada, kendisine verilen rol/görev gereği KDP’nin öne çıkmış olması planın gerçek sahipleri konusunda bir muğlaklık yaratmaz” demiş ve şöyle özetlemiştik:
“1- ABD, Türkiye ve KDP’nin -buna Irak devletini dahil etmek lazım- amacı, devrimci temelde gelişen Kürdistan devrimini tasfiye etmektir.
2- Bu amacın devamı olarak, bu güçler Rojava devrimini tasfiye etmek için de kolları sıvamış durumdalar. Bu planın ilk adımı olarak Rojava Özerk Yönetimine ENKS’yi, askeri güç olarak da “Roj Peşmergeleri”ni “güce ortak” etmeye çalışıyorlar. Bu ilk adım başarılırsa arkasının geleceğinden kimse kuşku duymasın.
3-James Jeffrey’in açıklamasından, bildiğimiz bir gerçeği yeniden duymuş oluyoruz: ABD’nin bu politikası bir devlet politikasıdır, kişilerle kaim değildir. Başka bir ifadeyle, ABD’nin tepesinde hangi şahıs oturursa otursun, öz itibariyle bu politika değişmeyecektir.
4-ABD, Türkiye ve KDP, PKK’ye bir savaş dayatıyorlar. Bu çok açık. Bu savaşla PKK’yi tümden tasfiye etmeyi amaçlıyorlar. PKK’nin böyle bir savaştan kaçınmaya çalışması anlaşılır bir politikadır. Ancak bazen karşı tarafın dayatması savaşı kaçınılmaz kılabilir. Bu ihtimal akılda tutularak, Türkiye ve Kürdistan devrimci güçlerinin, işçi ve emekçilerinin son derece açık ve net biçimde emperyalistlerin, faşist devletin, gericiliğin planları karşısında UKH yanında yer almaları gerekiyor. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin, Kürdistan halkının ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadelesinin çıkarları bu politikada yatıyor.
Bir kez daha: Emperyalizm, ezilen ulusların baskı ve kölelik altında tutulmasını amaçlar. Fransız ve diğer Avrupalı emperyalistler buna dahildir. Burada istisna yoktur.”
Tüm pratik gelişmeler tam da burada özetlenen görüşler doğrultusunda hız kazandı.
ABD emperyalizmi, Türk devleti, Irak yönetimi ve KDP, Kürdistan devriminin (ve PKK’nin) tasfiyesi için artık ayan beyan harekete geçtiler. Başur’daki TSK işgalinin yayılması, peşmergelerin bu saldırılara destek için kuşatma harekatlarına hız vermeleri, Rojava’yı ENKS üzerinden tamamen denetime alma çabaları (en son yine Ankara’da aldılar soluğu), derken Şengal’in Irak ordu birliklerince doğrudan işgalinin pratik olarak başlatılması, artık herhangi bir yoruma gerek bıraktırmayacak kadar açık bir karşı-devrimin gemi azıya almasıdır.
Şu anda Şengal’e Irak ordu birliklerinin sevkıyatı yapılıyor. Kimi kaynaklara göre on bini aşkın asker gönderildi bile. Bunlar içinde Türkmen birliklerinin ağırlıkta olduğu söyleniyor. KDP, Irak ordu birlikleri üzerinden “PKK’nin Şengal’den çıkarılması” hesapları yapıyor. Şengal’in Irak ordusunun denetimine girmesiyle Rojava kapısının denetimi de onların eline geçmiş olacak. Böylece Rojava devrimci güçlerinin hareket serbestisinin kısıtlanması ve denetime alınması süreci başlatılacak. Daha yukarı kesimlerde zaten TSK ile gerillalar arasında şiddetli çatışmalar oluyor. Peşmerge kuvvetleri tüm bu alanlarda Haftanin’den Kani Masi’ye, Gare’nin arka kısımlarına kadar, gerillaların kuşatılması, ikmal hatlarının kesilmesi, imha saldırılarına açık hale getirilmesi için yığınaklar yapıyor. Bu askeri plan ABD-Türkiye ortak yapımı bir NATO planıdır. KDP ve Barzaniler şahsında Kürdistan burjuvazisi, Kürt halk devriminin boğulması için hareket geçmiş, uğursuz rolünü büyük bir iştahla yerine getirmeye çalışmaktadır.
Şengal yeni katliam tehditleriyle (Feleknas Uca’nın isabetli deyimiyle “75. Ferman” ile) karşı karşıya. Ama tehdit bununla sınırlı değil. Kürdistan halklarının devrimci kazanımları, tüm bölgedeki devrimci gelişmeler tehdit altında. Şengal’in işgaline, bu “yeni katliam girişimlerine” karşı çıkmak, devrimci enternasyonalist dayanışmanın olmazsa olmazıdır. En başta gençlik, tüm devrim güçleri bu planlara karşı sesini yükseltmelidir.