Karabağ (Artsakh) savaşı, dün gece yarısı yapılan anlaşmayla noktalandı. Bir ateşkes değil, bir anlaşma, Ermenistan açısından bir yenilgi anlaşması ile sonlandı.
Sahadaki askeri güçler dengesi açısından savaşı sürdürme şansı yoktu Ermenistan güçlerinin. Artsakh yönetiminin deyimiyle güçler tamamen tükenmişti ve savaş devam etseydi, Karabağ tümden yitirilecekti.
Dün gece varılan anlaşma ile birlikte ilk elden görünen, Paşinyan’ın kaybettiği, Aliyev’in ve Putin’in kazandığı, RTE açısından ise durumun belirsiz olduğu şeklindeydi. Aliyev’in konuşmalarında Türkiye'nin de barış gücünde yer alacağı sözü geçse de, televizyondan canlı okuduğu anlaşma metninde bu türden bir ifade bulunmuyordu. Daha sonra anlaşma metni çeşitli dillerde yayımlandı. Orada da barış gücünden kastın, sadece ve sadece Rusya Federasyonu kuvvetleri olduğu açığa çıktı. Basında ısrarlı sorular geldiğinde en sonu sözcü Zaharova daha fazla dayanamadı ve “Bu cümle bir defa daha nasıl tekrarlanır bilmiyorum: Karabağ’daki temas hattı boyunca Rusya’nın barış güçleri konuşlandırılacaktır” yanıtını verdi.
Bu sözün, “Karabağ’da Türkiye’ye yer yok” anlamına geldiği açık. Oysa, dinci faşist iktidar ile Aliyev Türkiye’yi Karabağ’a sokmak için ne kadar da ter dökmüşlerdi.
Keza ardından Kremlin sözcüsü Peskov, “Gerçekten de ateşkese uyulup uyulmadığının denetimi için Azerbaycan topraklarında bir gözlem merkezi oluşturulmasına değinildi. Burasının (Karabağ’da değil) Azerbaycan’da oluşturulması söz konusu. Bu ortak gözlem merkezinin oluşturulmasına ilişkin ayrıntılar ise ayrı bir anlaşmanın konusu” dedi.
“Kremlin Sözcüsü, ‘Azerbaycan topraklarından kastının, Karabağ’da Azerbaycan’ın denetiminde olan bölgeler mi olduğu’ sorusu üstüneyse, “Hayır, Karabağ’dan bahsetmiyorum” açıklamasını yaptı.”
Böylece Rusya, çatışma bölgesine TSK’nın girişine kapıların kapatıldığını ilan etmiş oldu.
Ayrıntılara girmeyeceğiz. Basında ayrıntılı olarak yer alan 9 maddelik anlaşma, her açıdan Rusya'nın pozisyonunu güçlendiren nitelikte.
Neredeyse bir buçuk ay süren savaşın kurgulanış ve amaçlarına baktığımızda, savaşta aktif olarak yer alan Türkiye’yi aşan bir çap görüyoruz. Her şeyden önce Azerbaycan’ı aktif olarak destekleyen yalnızca Türkiye olmadı. İsrail de askeri-teknik destek sundu, silah ve istihbarat tedariki yaptı. Perde arkasında ise ABD ve NATO vardı. Hani şu zavallı Paşinyan’ın “beni kurtarın” diye yalvardığı güçler.
Diğer taraftan sadece Rojava ve Suriye’den değil, Pakistan’dan da dinci çetelerin savaş bölgesine taşındığı iddiaları sık sık yer aldı sosyal medyada. Bu kapsamda bir planlama ve harekat kabiliyeti, Türkiye’yi aşar.
Savaşın planlanması, Rusya'nın doğrudan müdahil olamayacağı bir çerçeveye göre yapılmış. Kolektif Güvenlik Anlaşması Rusya’ya, “Ermenistan toprakları saldırıya uğrarsa savunmayı üstlenme sorumluluğu” veriyor. İşlerin bu noktaya ulaşmadığı koşullarda savaşa müdahil olmak, Azerbaycan’a karşı doğrudan Ermenistan’ı desteklemek anlamına gelecekti, ki bu, Türkiye’nin Rusya’yı ısrarla çekmek istediği noktaydı. Çünkü Rusya’nın açıktan Ermenistan yanında yer alması, Türkiye ve NATO’ya Kafkaslara yerleşme yolunu ardına kadar açacaktı. Moskova bu tezgaha gelmedi.
Öte yandan Rusya’nın bu tezgaha gelmeyip mesafeyi koruması durumunda askeri ve teknik olarak güçlü bir destek sunulan Azerbaycan’ın savaşı kazanacağı aşikardı. Ve kazanılacak zaferin ardından bu savaşın asıl planlayıcılarının bölgeye ayaklarını basması, orada güçlü mevziler kazanılması hesap ediliyor olmalıydı. Nihayetinde Rusya'nın güneyden kuşatma altına alınması, İran’a yönelik kuzeyde bir mevzi elde edilmesi sağlanmış olacaktı.
İş bununla bitmiyor. “Emperyalizm yanlısı” Paşinyan belki bu sürecin harcananı olacaktı. Ama şu ya da bu şekilde “çözülmüş” Karabağ (Artsakh) meselesi, uzun vadede Rusya'nın bölgedeki askeri varlığının sorgulanmasını getireceği gibi, özellikle Ermenistan’da Artsakh sorunu üzerinden belirli bir gücü temsil eden kanadın da altını boşaltabilir, “liberallerin” elini güçlendirebilirdi.
Savaşın kurgulanmasının bu şekilde gerçekleşmiş olması muhtemel. Ve bu planın ardında bariz bir ABD-NATO siluetinin yükseldiğini görmemek imkansız. Fakat...
Politika ve onun devamı olarak savaş, tek taraflı bir eylem değil. Karşı tarafın da planları, adımları, girişimleri olur.
Rusya, işlerin bu noktaya varmasını sabırla bekledi. Moskova’nın iki, Washington’ın bir başarısız ateşkes girişimi sayılmazsa, neredeyse bir yazgı kesinliğinde savaşın bu noktaya ulaşması beklendi. Bakü’nün her gün duyurduğu düzeyde olmasa da, sahadaki askeri durumun Artsakh yönetimi (ve Ermenistan) açısından toptan bir kayba doğru evrildiği anda devreye girdi Moskova. Ermenistan için yenilgi anlaşmasıyla adeta bir cerrahi müdahale yaptı. Her iki tarafın da kabul edeceği anlaşma üzerinden, en azından 5 yıllık bir güçlü pozisyon elde etti. TSK’nın çatışma bölgesine “barış gücü” kapsamında ayak basmasına, bir anlamda ikinci bir İdlib’e engel oldu. Çatışma bölgesi dışında bir “barış gücü” konusunu ise tartışmalı hale getirdi. Moskova, bu anlaşma ile Bakü’nün Ankara-NATO yörüngesine kayma ihtimalini de şimdilik frenlemiş oldu.
Paşinyan gider mi, kalır mı orasını zaman gösterecek. Ama Ermenistan açısından bu “travmanın” sonuçlarından biri, uzun vadede iç politik dengelerde Artsakh etkeninin zayıflaması olabilirse de, “ilk elverişi şartlarda” yeni bir savaşı tetikleyeceğinden şüphe duyulmamalı.
Sovyetler döneminde, hatta devrimin ilk yıllarında iç savaş sırasında bile hiç sakınımsız bir birlerini desteklemiş, çeşitli bölgelerin Azerbaycan veya Ermenistan’da kalmasından hiç gocunmadan kardeşçe Sovyet iktidarını örgütlemiş halkların bu ülkeler burjuva/kapitalist yola girdikten sonra düştükleri duruma bakın. O dönemde adı Bakü Komünü (Sovyeti) olan birimin başkanı Stepan Şaumyan’dı. Ermeni, Azeri, Gürcü işçiler kardeşçe bir arada yaşıyor, işçi iktidarını kuruyorlardı. Kapitalist çağda ise birbirlerinin gözünü oymaya sevk ediliyorlar. Kapitalizm ile sosyalizm işte böylesine uçurumla ayrılır birbirinden. Ve kapitalizmin egemen olduğu bir yerde, ne yazık ki halklar birbirini boğazlamaya zorlanır sürekli olarak.
Kapitalist toplumda kaçınılmaz bir yazgı olan savaşlar, çeşitli “barış anlaşmaları” ile sona ermez. Bunlar olsa olsa kısa molalardır. Güçler dengesinin değişimine bağlı olarak neredeyse aynı gerekçelerle tekrar ve tekrar patlak verir savaşlar. Bu açıdan kapitalizm altında “demokratik barış” beklemek, iflah olmaz bir hayalciliktir. Kapitalizm varolduğu sürece savaşlar, hatta çoğu zaman “aynı savaşlar” tekrar ve tekrar ortaya çıkar. Yakın gelecekte, burjuva iktidarlar yıkılmadıkça, Karabağ’da bunu tekrar göreceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.